Kararsız ve Karaktersiz İnsan: Münafık

08 Ocak 2018

Arapça’da nfk kelimesinden neşet eden nifâk tabiri, mufâale babından mastardır. Münafık tabirinin ise ‘dehliz’ anlamına gelen nefak veya benzer anlam taşıyan “köstebek yuvası” manasındaki Nâfikâü’l-Yerbû’ kelimesinden türetildiği söylenir. Kelime İslâm literatüründe zamanla itikadî bir anlama bürünerek, küfrünü gizleyip imanını açığa vuran veya gerçekte inanmadığı halde iman etmiş görünen insan anlamında kullanılmıştır. Başka bir ifadeyle nifak “kendini mümin göstermek suretiyle sözde imanlı olduğunu iddia etme, fakat aynı anda Allah’a, Rasûlü’ne (sav) ve müminlere karşı inkârını ve düşmanlığını gizleme” halidir. Modern dönemde nifak kavramı için, gizli ihtilâf ve iç barışın bozulması gibi anlamlar da yüklenmiştir.

Kur’ân âyetlerinde münafık “kendini mümin göstererek sözde imanlı olduğunu savunup Allah’a, Rasûlü’ne ve müminlere düşmanlığını gizleyen kişi” olarak tanımlanır. (Bakara, 2/8-10). Buna göre münafık, başkalarına içindekinin aksini göstermeye çalışan kişidir. Ayrıca kalben inandığı halde Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmede ihmalkârlık gösteren insanlar için de münafık tabiri kullanılmıştır. Buna göre iki nifak çeşidini ayırmak amacıyla inanmadığı halde inanmış görünmeye itikadî nifak (münafıktan asıl kastedilen bu manadır), imanı olduğu halde amel konusunda yanlış hareket etmeye veya eksik davranış haline amelî nifak denilmiştir. Meşhur hadis âlimi Tirmizî “Kendisinde dört özellik bulunan kişi münafıktır. Şayet kendisinde bunlardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar onda nifaktan bir parça kalacaktır: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, dava ettiği zaman itidal ölçülerini aşar ve anlaştığı zaman anlaşmayı bozar” hadisini aktardıktan sonra ilim adamlarına göre bu hadiste aktarılan nifakın itikadî değil, amelî nifak olduğunu ifade etmiştir. (Tirmizî, Îmân 14).

Kur’ân-ı Kerîm’de “nifâk”, “münâfikûn” ve “münâfikât” kelimeleri geçer. Çeşitli âyetlerde ise münafıkların psikolojik durumlarının ictimaî hayata yansıyan tezahür ve etkilerine temas edilir. Nitekim onların dış görünüşlerindekinin aksine korkak insanlar oldukları, savaştan endişe duydukları, yine cimri, yalancı ve kibirli oldukları, gösterişe önem verdikleri, maddi menfaatler için namaz kıldıkları, ibadet hayatında ise isteksiz davrandıkları, ekini (üretim ve ekonomi) ve nesli (soyu ve toplumu) bozmaya çalıştıkları, kötülüğü yaygınlaştırıp, buna karşılık iyiliği engellemeye çabaladıkları, Allah’ı ve müminleri alaya aldıkları, Müslümanlara yardım edilmesini engellemeye çalıştıkları, müminlere karşı kin besledikleri, kötü haberler yaydıkları, düşmanlık yapıp Hz. Peygamber’e karşı isyan konusunda gizli faaliyetler yürüttükleri ifade edilir.

Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde bilhassa da Haşr, Bakara ve Tevbe surelerinde münafıkların özelliklerinden ve faaliyetlerinden çokça bahsedilmiştir. Ayrıca Kur’ân’da Münafıkûn isminde bir sûre de bulunmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok yerinde bilhassa da Haşr, Bakara ve Tevbe surelerinde münafıkların özelliklerinden ve faaliyetlerinden çokça bahsedilmiştir. Ayrıca Kur’ân’da Münafıkûn isminde bir sûre de bulunmaktadır. Nitekim mezkür sûrede onların hususiyetleri şu şekilde ortaya konulur:

“(Ey Muhammed!) Münafıklar sana geldiklerinde, “Senin, elbette Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz” derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah’ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar”. (Münâfikûn, 63/1-3).

Benzer şeklide Nûr sûresinde geçen âyetler onların bütün hallerini özetler mahiyettedir: “(Münâfıklar), “Allah’a ve peygambere inandık ve itaat ettik” derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Hâlbuki onlar inanmış değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’ân’a) ve Peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Rasûlü’nün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir”.( Nûr, 24/47-50).

İnançsızlıklarını açıkça ortaya koyamayan Medine’deki münafıkların önünde İslâm’a girmiş, dinin emirlerini yerine getiriyormuş gibi görünmekten, kabileleri ile dayanışma içine girmekten, planlarını, tuzaklarını ve oyunlarını ise sinsi, gizli ve komplesk yöntemlerle yürürlüğe koymaktan başka yol yoktu. Onların Müslümanlara karşı nifak, tuzak ve komploları Allah Rasûlü (sav) tarafından biliniyordu. Ayrıca Kur’ân âyetleri onları eleştiriyor, gizli planlarını açık ediyordu.

“İnsanlardan, inanmadıkları halde, “Allah’a ve Âhiret gününe inandık” diyenler de vardır. Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. Bunlara, “Yeryüzünde fesat çıkarmayın” denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!” derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, “İnsanların inandıkları gibi siz de inanın” denildiğinde ise, “Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?” derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır”. (Bakara, 2/8-18).

“Kesinlikle sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.” (Tevbe, 9/56-57).

“İman edip sonra inkâr eden, sonra inanıp tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenler var ya; Allah onları bağışlayacak da değildir, doğru yola iletecek de değildir. Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele”.( Nisâ, 4/137-138).“Onlar sizi gözetleyip duran kimselerdir. Eğer Allah tarafından size bir fetih (zafer) nasip olursa, “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Şayet kâfirlerin (zaferden) bir payı olursa, “Size üstünlük sağlayıp sizi müminlerden korumadık mı?” derler. Allah, kıyamet günü aranızda hükmünü verecektir. Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir. Münafıklar, Allah’ı aldatmaya çalışırlar. Allah da onların bu çabalarını başlarına geçirir. Onlar, namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı pek az anarlar. Onlar küfür ile iman arasında bocalayıp dururlar. Ne bunlara (müminlere) ne de şunlara (kâfirlere) bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla bir çıkar yol bulamazsın”. (Nisâ, 4/137-138)

“Kesinlikle sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler. Oysa onlar sizden değillerdir. Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur. Eğer sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.” (Tevbe, 9/56-57)

“Ey Muhammed! Münafıklar sana geldiklerinde, ‘Senin, elbette Allah’ın peygamberi olduğuna şahitlik ederiz’ derler. Allah senin, elbette kendisinin peygamberi olduğunu biliyor. (Fakat) Allah o münafıkların hiç şüphesiz yalancılar olduklarına elbette şahitlik eder. Yeminlerini kalkan yaptılar da insanları Allah’ın yolundan çevirdiler. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Bu, onların önce iman edip sonra inkâr etmeleri, bu yüzden de kalplerine mühür vurulması sebebiyledir. Artık onlar anlamazlar. Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar!”. (Münâfikûn, 63/1-4).

Medine‘deki nifak hareketinin başında bulunan Abdullah b. Übey b. Selûl, Yesrib şehrinin idaresini üstlenmek üzereyken Hz. Peygamber’in (sav) hicreti sebebiyle reisliği gerçekleşmediği için ona ve diğer Müslümanlara düşmanlık beslemiş, etrafında topladığı münafıklar ile ashâb aleyhine her türlü faaliyetin içinde yer almıştır. Onun idaresindeki münafıklar Medine’de kurulmaya çalışılan Müslüman toplumu hedef alan bütün düşman unsurlarla işbirliği içinde olmuşlar; bir taraftan onları Müslümanlara karşı kışkırtmışlar, diğer taraftan da Müslümanların zayıf yönlerini düşmanlarına haber vermişlerdir. Gerek Mekke müşriklerini, gerek Medine içinde veya dışında yaşayan Yahûdîleri, gerekse Medine çevresinde bulunan müşrik Arapları Müslümanlara karşı tahrik ve teşvik etmişlerdir. Şüphesiz onların en büyük ortakları Medineli Yahudilerdir. Onlar Müslümanlara karşı koyma, tuzaklar hazırlama konusunda dayanışma içine girmişler, faaliyetlerini birleştirmişlerdir. Hatta denilebilir ki, münafıkların güçlenmesi, direnmesi, hile ve tuzaklar peşinde olmaları, ancak Yahudilerden gördükleri destek, onlarla aralarında gerçekleşen dayanışma ve yardımlaşma sayesinde olmuştur.

Münafıklarla, samimi Müslümanlar arasında yakın akrabalık bağları, hısımlık ilişkileri bulunuyordu. Hz. Peygamber münafıklara karşı girişilecek bir hareketin müminlerin safında büyük gedikler açacağını, içten içe onların arasında krizlere neden olacağını biliyordu. Bunun için münafık problemini zamana yaymaya ve onları suhuletle etkisiz hale getirmeye çalıştı.

Münafıkları Müslümanlar için asıl tehlikeli hale getiren husus bizzat Medine’de ve ashâbın arasında bulunmaları ve her birinin şehirde yaşayan Evs veya Hazrec kabilesine mensup olmalarıdır. Bu sebeple onlara karşı herhangi bir cezalandırma girişimi neredeyse imkânsızdı. Hz. Peygamber (sav) de bunun bilincinde olarak bu gizli düşmanla mücadelede son derece dikkatli davranmış, Medine’deki bütünlüğü tehdit eden bu dâhilî düşmanla sabırlı ve dengeli bir şekilde mücadele gerçekleştirmiştir. Nitekim bu noktada Hz. Peygamber’in münafıkları savaşılması gereken düşmanlar saydığını, onların öldürülmesini emrettiğini ya da onların ileri gelenlerinin salt nifakları nedeniyle ezici bir karşı hareketle engellediğine dair bir nakil yoktur. Gizliden gizliye günah, düşmanlık, Müslümanlara karşı gelme, cihattan alıkoyma, savaşta Müslümanları aldatma, kinleri ve düşmanlıkları körükleme, Müslümanlar arasında korkuları yaymaya çalışma, onların rahatsızlıklarını körükleme, kadınlarına dil uzatma, İslâm düşmanlarıyla dayanışma içine girme, onlarla dost olma, imanlarından sonra küfürlerinin peşine düşme gibi davranışlar sergilemelerine rağmen münafıklara karşı şiddetle muamelede bulunulmamıştır. Allah Rasûlü (sav) onlara karşı yumuşaklık ve sabırla hareket uygun görmüştür. Çünkü münafıklarla, samimi Müslümanlar arasında yakın akrabalık bağları, hısımlık ilişkileri bulunuyordu.

Hz. Peygamber münafıklara karşı girişilecek bir hareketin müminlerin safında büyük gedikler açacağını, içten içe onların arasında krizlere neden olacağını biliyordu. Bunun için münafık problemini zamana yaymaya ve onları suhuletle etkisiz hale getirmeye çalıştı. Nitekim Medine döneminin ikinci yarısının başlarında Yahudilerin güçlerinin kırılmasından sonra münafıkların seslerinin alçalmaya başladığını, faaliyetlerinin etkinlik kaybettiğini, Müslümanlara karşı şirin görünmelerinin arttığını, sayılarının azaldığını herkes müşahede etmeye başladı. Bu gelişmeler Allah Rasûlü’nün münafıklara karşı siyasetinin ne kadar doğru bir adım olduğunu açıkça ortaya koyar.