Kavmiyet ve Milliyet Kavramları Üzerine

09 Mart 2015

Varlığın ve yokluğun sahibi olan Yüce Mevlamız, insanoğlunu kendi müstesna varlığından var etmiştir. Var etmekle kalmayıp bizlere "eşref-i mahlûkat" payesini layık görmüştür. Biz insanoğlundan da kendisine kulluk yapmamızı istemiştir. Öyleyse asli görevimiz; Yaradan’a kulluk yapmak, hayatın gerçeklerini idrak ederek faydalı ve güzel bir hayat sürmektir.

İnsan, yaratılışı gereği, üç boyutlu bir hayat sürer. Hayatın merkezine kendisini koyarak geçmişini (akraba ve atalarını) ve geleceğini (nesillerini) düşünür ve onlar için çaba gösterir. Hayata bu üç boyutlu bakış, insanı diğer canlılardan ayıran en önemli ve üstün özelliğidir. Çünkü hayvanlardaki iki boyutlu hayat tarzı (kendisi ve yavruları) insanın fıtratına ters düşer. Hayvan sürülerinde, güçten düşen hayvan, topluluk dışına; yani, ölüme terk edilir. Çünkü hayvanlarda geçmiş ve atalarına bağlılık duygusu zayıftır. Oysa insanoğlu, tıpkı ulu çınarlar gibi, güçlü kökleri ve geçmişiyle ayakta durur. Geçmişin tarihi derinliği ve genişliği bireylere daha mutlu ve huzurlu bir gelecek bahşeder.

Her birey, öncelikle, insanlık ailesinin doğal bir üyesidir. Yaratılmışların en şereflisi olan insanlık ailesine mensup olmak, diğer kimlik belirleyicilerine oranla çok daha kapsamlı, kucaklayıcı ve evrenseldir. Değişmez en önemli gerçek de bu geniş dairede gizlidir.

Hepimiz insanız ve Hz. Âdem (as)’in çocuklarıyız. Demek ki temelde her insan değerlidir. Bütün insanları değerli görmek ve saygı duymak hem yaratılışın hem de inancımızın gereğidir.

İnsanlar, yaratılışları gereği olarak bir arada yaşamak zorundadırlar. Onları bir araya getirip ortak yaşama iradesini tesis eden en önemli ortaklık; dini duygular, milli değerler ve hayat tarzlarıdır. İnsanları kuru bir kalabalık olmaktan çıkarıp aralarında ortak duygu, düşünce ve gönül birliği oluşturan bu doğal ortaklıklar, insanları "ferdi benlik" duygusundan "milli kimlik" basamağına yükseltir. Daha üst basamak ise, "ümmet şuuru"dur. Örneğin; Müslüman bir kimsenin hem millettaşları hem de dindaşları için, "inananlar kardeştir" ilkesi çerçevesinde "ümmet şuuru"na ulaşması son derece doğaldır. Nitekim bu durum, insanın yaratılışına uygun olarak aynı değer yargılarına sahip insanları kardeş görme esasına dayanan kuşatıcı bir birlikteliktir. Bu temel gerçeklerden hareketle konuya Türkiye’deki güncel tartışmalar bağlamında baktığımızda, son zamanlarda kimi sosyolojik kavramların ulu orta kullanıldığı gözlenmektedir. Özellikle, "kavmiyet" ve "milliyet" kavramlarıyla ilgili olarak olağanüstü bir bilgi kirliliği, ileri derecede kafa karışıklığı ve kavram kargaşası söz konusudur. Kelimeler, düşünce sistemlerinin ifadesi olduğu için, kelimeleri ve kavramları dikkatli seçmek gerekiyor. Öncelikle belirtelim ki kavmiyet başka, milliyet başkadır. Kavmiyet insanın doğuştan getirdiği, sahip olduğu, verili ve değişmez kimliğidir. İnsanların Türk, Arap, Fars, Kürt, Çerkez, Fransız, İngiliz vb. doğması verili kimlikleridir. Burada üstünlük veya aşağılık iddiası gütmek, devrini çoktan tamamlamış olan ilkel bir kavmiyetçiliktir.

Dinimizce yasaklanan ve Peygamber Efendimiz’ce ayaklar altına alınan da kan bağına ve soy esasına dayalı olan bu kavmiyetçiliktir.  Milliyet ise, farklı etnik kökenlerden gelen, değişik kavimlere mensup olan, hatta dil, din, gelenek ve görenek farklılıklarına dahi sahip bulunan kitlelerin iradi olarak bir araya gelmeleriyle tarih içinde oluşan doğal, kültürel, toplumsal yapıları ifade eder. Kavmiyet biyolojik, milliyet sosyolojik yapıdır.

Millet; geçmişte ortak hatıraları olan, bugün de ortak ülküleri bulunan ve gelecek için ortak yaşama iradesine sahip olan topluluk demektir. “Milli kimlik”; bakış, duyuş, düşünüş, algılayış, zevk gibi ortak değerleri paylaşıp benimseyen topluluklarca asırlar içinde oluşturulmuş milli bağların bütünüdür. Bu bağlardan birkaçının eksik veya farklı olması bu ortaklığı engellemez. Ortak özelliklere sahip olmak, kendini ait ve mensup hissetmek, bireye hem özgüven verir hem de millettaşları için sıcak duygular oluşturur.

Milliyet, özü itibarıyla dine, kültüre ve medeniyete dayanan ortaklıklar demektir. Birleştirici ve ortak değerlere dayalı milliyet anlayışı, asla yüce dinimiz İslam'la da ters düşmez. Tarih, kendi tecrübesiyle bizleri aynı mayayla yoğurarak "millet" yapmıştır. Kökenimizin, dilimizin veya inancımızın farklı olması, bu gerçeği değiştirmez. Bizce "milliyet" kavramı, bugünün şartlarında asla ırki ve kavmi asabiyeti ifade etmemektedir. Duyuş, düşünüş, algılayış bakımından ortaklaşmış, ortak değerleri paylaşan, ortak geçmişe, vatana, tarihe, dine, dile, gelenek ve göreneklere sahip kitlelerin ilkel kabileciliğin çok ilerisinde, insan fıtratına uygun millî duygularının tezahürü, "milliyet" kavramında ifadesini bulur.

Milliyet, özü itibarıyla dine, kültüre ve medeniyete dayanan ortaklıklar demektir. Birleştirici ve ortak değerlere dayalı milliyet anlayışı, asla yüce dinimiz İslam'la da ters düşmez.

"Biz, insanları kavim yarattık, birbirinizle tanışıp kaynaşasınız diye" devam eden ayetin "kavim kavim" kısmı, biyolojik gerçekliğe işaret ediyorken; ikinci kısmı esas olanın "tanışıp kaynaşma" sonucu ortaya çıkan iradi birliktelik, milliyeti işaret ediyor olabilir mi? Bizce, üzerinde düşünülmeye değer bir yaklaşımdır.

Tarihin hiçbir döneminde insan ayrımı yapmamış bir millet tecrübesine ve herkesi adilce kucaklamış bir devlet geleneğine sahip bir milletin bireyleri olarak "Toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılın!" ilahî emrince ve "Allah indinde üstünlük takvadadır" düsturunca bizleri bir arada tutan değerlerimize ve milli mutabakatlarımıza daha fazla sarılmak gerekmektedir. Geçmişimizi, kültürel mirasımızı yeniden keşfederek yeni bir medeniyet kurma potansiyeline sahip derin hafızamızla çağdaş dünyaya beklenen ışığı, bu milletten ve bu toprak gelelim ve her bakımdan kardeş olduğumuzu unutmayalım!

Bilinmelidir ki bu topraklarda yaşayan bizler, ecdadımızdan aldığımız ilham ve mirasla ortak yaşama tecrübesini gayet iyi biliriz Ecdadımız, kurdukları büyüklü küçüklü birçok cihan devletinde imparatorluk değil çok dinli, çok kültürlü, çok milletli yapılarla bir arada yaşama sanatını en makul ve adil şekilde uygulamışlar ve hatta bu konuda bir model de oluşturmuşlardır. Her türlü farklılık ve zenginliğe rağmen, bir arada huzur ve mutluluk içinde yaşanmıştır.

Çok şükür ki halkımızın zihninde ve söylemlerinde bu tür araz, illet ve ifadeler yoktur. Halkımız; her dinden, her inançtan, her kökenden insanla bir arada yaşama konusunda bir hayli tecrübeli ve mahirdir.

Geçmişte olduğu gibi yine birbirimizi sevmeyi, saymayı esas almamız hepimizin hayrınadır. Dünya birleşirken bizim ayrışmaya yönelişimiz ise, hayra alamet değildir. Unutmayalım ki "birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır." Birlik ve dirlik içinde geçmişte nasıl onurla yaşamışsak bugün de her türlü oyunu bozarak tefrikaya düşmeden hep birlikte o nurla onurlanabiliriz.