“Size ne oluyor da ‘Ey Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu topraklardan kurtar[ıp özgürlüğe kavuştur] ve rahmetinle bizim için bir koruyucu ve destek olacak bir yardımcı gönder!’ diye yalvaran çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar için Allah yolunda savaşmayı reddediyorsunuz.” (Nisa, 75)
Yanısıra ölümler, işgaller, sürgünler ve mülteciler getiren, şehirlerin ve ailelerin dağılıp parçalanmasına sebep olan savaş, müminler açısından çağrılan değil, kendini dayatarak bir imtihan vesilesi haline gelen zorunluluk. Yukarıda, ayet-i kerîmede geçen kelime ve tamlamalar bu açıdan kilit değerine sahip: Zalim, kurtuluş, rahmet, koruyucu, destek, yardımcı, yalvaran, çaresiz erkekler, kadınlar ve çocuklar, Allah yolunda...
Savaşla ilgili ayetler gibi Peygamberimiz’in katıldığı savaşlar da günümüzde sivil toplum ya da pasif direniş üzerinden çözüm arayan aydınlarına bazen “ilkel” bazen ise “şiddete içkin” geliyor. Bir taraftan da açık-örtük işgallerle mustazafların kitleler halinde ölümüne seyirci kalmaya mahkûm gibi seyirci yığınlar. İslam Peygamberi, kişisel risk alma pahasına zalimlere karşı sesini yükseltmeyi zorunlu kılan adalet anlayışı yüzünden savaşmaya mecbur kalmıştır. Zalimlerin saldırısına ve şiddetine sessizce kendini bırakmak bir tür intihar olacaktı ne de olsa... Zulme dayalı düzenlerinden vazgeçmeye hiç niyetli olmayan örgütlü savaş makinelerinin tehditleri, seriyyeler gibi önemli savaşların da sebebi.
Hicret’in 2. yılında gerçekleşen, Mekke oligarşisine karşı stratejik bir hamle olmasıyla büyük önem taşıyan Bedir Savaşı’na katılsın diye kimseyi zorlamadı Peygamberimiz, gelmeyeni gelsin diye teşvik de etmedi; savaşa katılma konusunda ashabını serbest bıraktı.
Hazırlıksızlığı oranında zor, yenilgiyle zafer arasında müminleri halden hale düşürürken nihayet zaferle neticelenen, üç müminin bir deveye sırayla bindiği bir savaştır Bedir. Yolu kesilmek istenen kervanın yolunu değiştirdiği haberiyle, Müslümanların şevki kırılmıştı önce. Peygamberimiz’in kararlı bir tavırla ilerlemesi üzerine, gevşeyen topluluğun tereddütlerinin silindiği görülüyor. Ebû Süfyan’ın yönettiği kervanı korumak için Mekke’ye gönderdiği çağrı tezlikle karşılık buluyor. Taraflar Bedir’de karşılaştıklarında, sayı ve donanım açısından hiç denk değillerdi. Peygamberimiz yine de savaşa girme konusunda katılımcılarla istişare etti. “Savaş hilesi” gereği su bölgesini ele geçirerek yer değiştirecek şekilde bir hazırlığa gidildi gece. İki taraf birbirine doğru ilerlerken ilk saldıran, müşrikler oldu. Kişisel karşılaşmalarda müminlerin sergilediği üstünlük yüzünden kâfirler öfkeye kapılınca, savaş beklenmedik bir şiddete savrularak başladı. Peygamberimiz’in okçularına verdiği taktiklerle düşmanın gücünü tüketmesinin yanısıra “savaşçılarının başında oluşan toz bulutu”yla tasvir edilen gaybî yardım, nicelik karşısında niteliğin, kaskatı kibrin karşısında takvanın, her türlü hileyi mübah sayan savaş mantığına karşı insaf ve merhametin zaferinin göstergeleri.
Bedir bir bakıma safları netleştiren savaştır da denilebilir. Medine Müslümanları bir cemaat olarak varlıklarını somutlaştırdılar bu savaşla birlikte... Çatışma içinde ve bir anlam üretemeyen Cahilî topluluklara nazaran bir umut ufku, hesaba katılması gereken bir güç olarak tanınmaya başladı.
***
Mekke’nin intikam ordusu, Bedir Savaşı’ndan bir yıl kadar sonra 3 binin üzerindeki askeriyle Medine’ye doğru yola çıktı. Savaşçı erkeklere cesaret versinler ve namus, şeref duygularını harekete geçirsinler diye kadınların da katıldığı bir orduydu bu. Uhud Dağı yakınlarında bir yerde konaklayan müşrik ordusunu şehirde karşılamayı planlayan Peygamberimiz, genel istek üzerine bin kişilik ordusuyla Uhud’a hareket etti. Ordunun üçte birini teşkil eden münafıklar, yarı yolda bu savaşın ölümle neticeleneceğini öne sürerek geri döndüler. Bununla birlikte savaş en başında azınlık teşkil eden müminlerin lehine bir seyir gösteriyordu. Peygamberimiz’in amcası Hamza’nın şehadetine rağmen; sayıca müşriklerin dörtte biri kadar olan Müslümanlar, düşman safları içinde ilerlemeyi sürdürdüler. Peygamberimiz büyük üzüntüsünü duayla ve ashabına nasihatle aşmaya çalıştı. Bu sırada Kureyş kadınları, erkekleri savaşa teşvik için def çalıyor, slogan atıyorlardı. İntikam amacıyla şehit düşen Hamza’nın ciğerini yiyecek olan, Ebû Süfyan’ın karısı Hind “Hücum ederseniz size sarılır kucaklarız, çarşaflar yayarız / Eğer kaçarsanız da nefret ederiz sizden ve terk ederiz” ” şeklinde mısraları olan şiirler okuyordu.
Bunlara karşılık Müslümanlar ilerlemeye devam ettiler ve müşrikleri karargâhlarından uzaklara sürdüler. Gelgelelim Peygamberimiz’in direktiflerine rağmen galebe çalan ganimet arzusu, beklenmedik mağlubiyetin başlangıcı oldu. Müşriklerden birinin attığı taş yüzünden burnu yaralandı Peygamberimiz’in, iki ön dişi kırıldı, miğferinin parçaları battığı için yüzünde yaralar açıldı, yanaklarından kan fışkırdı. Öldüğüne dair bir söylentinin çıkması üzerine Müslümanlar dağıldılar. O ise küçük bir grupla dağın tepelerine çıkmayı başardı.
Uhud yenilgisi, Âl-i İmran suresinin ayetlerine göre “murdarı temizden ayıracak” bir sınavın ağır bedeli olmalıydı. Ancak Muhammed Gazali’nin de vurguladığı gibi Kur’ân’da bu yenilgi, Müslümanların nefislerini arıtmasına dönük ince kınamalarla birlikte, yumuşak ve merhamet dolu ayetlerle konu edilir. Nasıl ki Bedir kâfirlerin zelil olmasıyla neticelenmişse Uhud da münafıkların gerçek yüzünü gösteriyor. Yenilgi, bilinmeyenleri öğrenme, unutulanları da hatırlama fırsatıdır. Daha önemlisi, mümin parmağını kıpırdatmadan zafere ulaşacağını sanmamalı, Allah’a yakın olduğu inancıyla dünyanın ayaklarının altında olduğunu düşünerek gurura kapılmamalı... İhtiyatlı olmak ve sürekli ceht içinde yaşamak; Uhud’un dersleri böylece sürüyor. Ayrıca Peygamberimiz’in vefat ettiği şeklindeki haber üzerine yaşanan panik; dava adamlarının inançlarını şahıslara değil, inanç ilkelerine tâbi olarak tanımlamaları ve bu ilkeler uyarınca mücadeleyi sürdürmeleri şeklindeki ilkesel duruşun da altını çiziyor.
Kaldı ki rehber olarak Hz. Muhammed (sav)’in bütün hayatı, insanları Cahiliye karanlığından kurtulmaya çağırmak için sürekli bir çaba, geri çekilmeye izin vermeyen eylem ve girişimlerle doluyken takipçilerinin ilk yenilgide eski hayatlarının karanlığında bir sığınak araması, O’nun inancının temelleri ve amaçlarıyla çelişmiyor mu? Peygamber’i vefat etmiş de olsa Allah diridir, zor anlarda sığınmaya en lâyık kuvvet olarak oradadır.
***
Uhud Dağı yenilgisi her ne kadar süreğinde Müslümanlar toparlanarak Kureyş’i geriye çekilmeye zorlamış da olsalar, gelişen Müslüman topluma ve davetçilerine yönelik baskıların bazen katliamla sonuçlanan saldırıların artması, bu toplumla yapılmış olan çeşitli anlaşmaların ihlal edilmesi gibi bir sonuç verdi. (Bu arada Kureyş, Uhud’un eksik kalan zaferini tamamlamak için her türlü meydan okumayı sürdürüyorsa da karşısına çıkan fırsatlarda bozguna uğramaktan kaçamıyordu, “Son Bedir” meydan okumasında yaşandığı üzere.) Hicret’in 5. yılında Kureyş liderleri, Medine’de yaşayan kimi Yahudi liderlerin de kışkırtmasıyla, İslam’ın yayılmasını engellemek için çok daha kapsamlı bir ittifakla harekete geçtiler. Uhud’la ilgili bir hıncı da içeren büyük saldırı planına karşı Müslümanlar, açık alan dışında savaş yolu bilmeyen Araplar arasında daha önce başvurulmamış bir taktikle hazırlık yaptılar ve (bir rivayete göre Selman-ı Farisî’nin önerisi üzerine) on beş gün içinde Medine’nin etrafında derin hendekler kazdılar. Böylelikle, hendeği aşarak şehre girme girişimlerinde bozguna uğrayan müttefik güçler (ahzab) için sinir bozucu bir bekleyiş başladı.
Hendek engeli, düşman birliklerinde yıldırıcı bir etkiye yol açarken Müslümanlar için de kış şartlarında muhasara altında bulunmanın mahrumiyetlerinin şiddetlenmesi, yiyecek sıkıntısının baş göstermesi anlamına geliyordu. İnsan Hendek savaşına ilişkin tasvirleri okurken, Rasûlullah (sav)’la birlikte kış ayazında ve karanlıkta diz çökmüş ufka bakarak gaybî bir işaret bekleyen Müslümanları gözlerinin önünde canlandırabiliyor. Şehrin hendeklerle ayrılan çevresinde ise “Ahzab”, yakıcı soğuk yüzünden savaşı bir an önce noktalayacak bir hareketi, adımı bekliyordu. Şehir içindeki Yahudilerin kışkırtmaya dönük girişimleri, Müslümanların ince taktikleriyle başarısız olmuştu. Müslümanların dua ile bekledikleri yardım dondurucu bir rüzgâr halinde geldi. Şiddetli rüzgâr yüzünden çadırlar devriliyor, ateşler sönüyor, insanlar iletişim kuramıyor, huzursuzluğa kapılan atlar ve develer birbirine karışıyordu. Buna karşılık hendeklerin gerisinden kulaklara erişen tekbir sesleriyle silah şakırtıları, tezlikle elde edileceğine inanılan zafere duyulan son inanç kırıntılarını da tüketiyordu. Öyle ki Ebû Süfyan bu dondurucu şartlar altında sürüp giden bekleyişe dayanamadı, “Ben gidiyorum. Siz de yola çıkın” diyerek, bir aceleyle devesine atladı ve yola düştü; bir bakıma terk etti ordusunu.
Şehir içindeki Kurayza Yahudilerinin Müslümanlarla yaptıkları anlaşmayı ihlal ederek Ahzab’la gizli ittifaklar yapması sebebiyle de olabileceğinden daha geç ve zor bir şekilde noktalanan, taktikleri cana mâl olmayacak şekilde geliştirilmiş bir savaş, Hendek. Müşriklerden 4 kişi ölmüş, Müslümanlardan ise 5 kişi şehit düşmüştür. Dolayısıyla Müslümanların zaferlerini düşmanlarının ölümüne bağlamadığının da ilâmı olmuştur bir bakıma.