En yakınlarımız da içinde olmak üzere birisine doğru olan bir şeyi hatırlatmak istediğinizde, içinizi bir korkunun kapladığı (haydi kaplamamış da hafifçe titretmiş olsun) oldu mu? Bu korku "nasıl anlatayım" ile "nasıl karşılık alacağım" arasında gidip gelen bir korkudur.
"Nasıl anlatacağım" endişesinin anlamlı ve geliştirici olmasına karşılık "nasıl karşılık alacağım" endişesi çoğu zaman insanı anlatmaktan caydıran bir endişedir.
Aslında bir Müslüman olarak birine bir doğruyu hatırlatırken ondan nasıl karşılık alacağımıza değil; bu davranışımızla Allah'tan nasıl karşılık alacağımıza odaklanmamız gerekir. Hedefimiz bu olduğunda hem hatırlatma işini en güzel şekilde yapma (çünkü Allah, herhangi bir işin sadece en güzel şekilde yapılanından razı olur) konusunda isteğimiz artar hem de başarısız olma diye bir korkumuz kalmaz. Zira bu durumda başarı anlattığımız kişiden göreceğimiz karşılığa değil, bu amelimiz mukabilinde Yüce Rabbimizden gelecek hoşnutluğa bağlanmış olur. O'nun hoşnutluğu ise her durumda ve bütün yönleriyle bizim duygu, tavır ve işlerimize bağlıdır; elimizde olmayan dış faktörlere (bir başkasından göreceğimiz karşılık gibi) değil.
İşte bu konu kişisel gelişimde çok önemli bir yer tutan "nihai hedef" meselesinin can alıcı noktasıdır. Küçük ya da büyük işlerimizde amaçlarımızı yukarıya doğru birbirine bağlaya bağlaya en üst bir hedefle birleştirememişsek bu durum işlerimizin dağınıklığına yol açar. İnsanın hedefleri dağınık olduğunda ise karamsarlığı, yorgunluğu ve bezginliği artar.
Efendimiz de zaman zaman muhataplarından arzu ettiği karşılığı göremediğinde üzülmüş ve bunun kendi eksikliği yüzünden olmasından endişe etmiş. Gelen cevaplardan biri O’nun şahsında bize de asıl hedefin ne olduğunu hatırlatıyor: "Sen de onlardan yüz çevir, (yeterince onlara hakkı anlatmaya çalıştığından) artık bundan ötürü seni kimse ayıplayamaz." (Zariyat 54)