Akıllı evlere taşındık. Sesin, kokunun geçemediği kalın duvarların ardında kişiye özel hayatlar kurduk. Kıymetli komşularımızı rahatsız etmemek için varlığımıza dair her şeyi gizledik. Pencerelerimizi sıkı sıkı örttük, kapılarımızı ayrı yönlere açıp, balkonlarımızı iptal ettik. Ne gece ateşlenen çocuklardan, ne kalp krizi geçiren komşulardan, ne giren çıkan soygunculardan haberdar olduk. Açlar mı, yemek sitelerini bilmiyorlarsa biz ne yapalım!
Büyüdüğüm mahalle Fatih’in çok ezanlı, çok komşulu ve bir o kadar da muhabbetli bir mahallesiydi. Çocukların asli vazifelerinin arasında komşulara limon, yumurta taşımak, filanca amcanın pazar torbasının ucundan tutmak, falan teyzenin ilacını eczaneden almak da vardı. Aşure aylarındaki kâse trafiğinden hoşlanmasak da, apartman boşluklarını kaplayan tarçınlı gül suyu kokusu bizi mutlu ederdi. Bir de Ramazanlar! İftarıyla, sahuruyla, teravih namazlarıyla bir şölene dönüşürdü komşular arasında. Tencere tencere pilavlar, börekler, baklavalar. Başka mutfakta pişen dolmanın kokusundan önce kendisi masamızda yerini alırdı. Memleketten gelen sucuklar, pastırmalar her sofraya paylaştırılırdı. Zenginin evinde ne pişse, fakirin sofrasına da o konardı.
Komşusunun külüne muhtaç olduğuna inanan atalarımıza nispetle, değil külümüzü, selamımızı bile bağışlamayacağımız "komşuluklar” la çevreledik hayatlarımızı. Ve yalnızlaştık. 2013 yılında Yale Üniversitesi’ndeki araştırmacıların 'her 10 kişiden birinin komşusunu bir yabancı gibi gördüğünü saptadıklarını' yazdığında gazeteler, durduk ve düşündük. Ya da bazılarımız düşündü. Karşı komşumuzla en son ne zaman görüşmüştük? Hastalanan komşumuz olmuyor muydu, doğan ve hatta ölen. Medyanın bahsettiği ekonomik kriz bizim komşularımıza uğramıyor muydu? Bir yakınım dört yıldır yaşadığı birkaç bloklu sitesinde rastlaştığı komşusuyla bu süre içinde hiç karşılaşmamış olmalarına güldüklerini anlattığında aslında gülümsemek yerine üzülmeliydim.
“Cebrail bana komşu hakları konusunda öyle hükümler getirdi ki, bu gidişle her halde komşu komşuya varis kılınır diye düşündüm.” (Buhârî, Edeb, 123) diyen Hz. Peygamberimiz’in ümmeti olan bizlerin neredeyse varisimiz kılınacak komşumuzla seneler içinde hiç karşılaşmamış olmamızı Rabbimize nasıl anlatacağız?
Kokularını yan kapımızdan gizlemek için yalıtımladığımız evlerimizde kurduğumuz havalı sofraları sosyal sitelerde gururla paylaşan bizler, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir”(Buhârî, Edeb, 12) hadis-i şerifini hatırladığımızda ne yapacağız?
İçinde bulunduğumuz çağın sunduğu imkânlar Rahmeti sonsuz Allah’ımızın paylaştıkça artacağını müjdelediği nimetlerini seriyor önümüze. Daha çok paylaşalım diye bazılarımıza bol bol veriliyor rızık nimeti. Çoğalanın sadece rızık olmadığını fark edince insan huzur bulmak için daha şevkle paylaşıyor. Ve Hz. Peygamber ümmetinin hanımlarına sesleniyor:
“Ey müslüman hanımlar! Hiç bir komşu hanım, bir koyun paçası bile olsa, komşusuna vereceğini küçük gör(üp vermemezlik et)mesin.”
Paylaşılanın niteliğinden çok paylaşanın niyetine dikkat çeken hadis-i şerifdeki müjde, “Siz her ne iyilik yaparsanız, mutlaka Allah onu çok iyi bilir.” (Bakara, 2/215) ayetiyle tamamlanıyor. “Yarım hurmayla bile olsa cehennemden korunun” (Buhârî,Edeb 34, Zekat 10) derken Hz. Peygamberimiz yine ısrarla niceliklere saplanmış beyinlerimizi uyandırıyor. İnfakın, yardımın, diğergamlığın, merhametin, hediyeleşmenin, dayanışmanın yaşamlarımızdaki yerini düşünürken, ölüm korkusuyla sınır kapılarımıza dayanan komşularımızın üzerimizdeki haklarını da tekrar hatırlayalım ve hatırlatalım.