Konuşmacı

Bir vaiz olarak bunu hiç söylememem gerekir ama konuşmanın “iş” yerine geçtiği günlerdeyiz. Sağlıklı beslenmeden kitap okumaya, yardımlaşmadan sıla-i rahime, israftan tüketime kadar her konuda konuşuyor, konuşuyoruz. İş öyle bir noktaya varıyor ki bir konuda yeterince çok konuştuğumuzda beyinlerimiz o konuda yapmamız gerekeni yapmışız gibi bir rahatlığa ulaşıyor. Zayıflamaktan bahsedilen mükellef sofralar, paylaşma ve yardımlaşmanın ancak yeni tüketimlerle yapıldığı kermesler, kitapları okumaktan çok estetik bir şekilde fotoğrafını çekip uygun sözlerle paylaşmaya ayrılan zamanlar vs…

Çevremizde o kadar çok konuşma yapılıyor ki onlarcasından birini seçseniz de her gün bir iki konuşma dinlemeniz gerekiyor. “Konuşmacı” diye bir meslek var. Adı “konuşmacı”ya çıkanlardan biri olarak işin hangi boyutlara vardığını anlatabilmek için bizlerden her konuda, hemen konuşmamız istendiği durumları mı söylemeliyim, yoksa bir “konuşma” yapmak üzere davet edilip de mevzunun ne olacağını sorduğumuzda “Konuşmacı sizsiniz, ne uygun görürseniz anlatın!” dendiği halleri mi? Bu durumdan ne diye yakındığıma şaşırabilirsiniz. Öyle ya, ne güzel işte her yerde her konu anlatılıyor, “araştırmacı” konuşmacılar anlatıyor, insanlar “konuşma”lara davet ediliyor ve toplum bilgileniyor. Peki, durum gerçekten böyle mi?

Efendimiz (a.s)’ı anlatan şemail kaynakları onun çok konuşmadığını ve kendisini “Ben az kelime ile çok mana ifade etme kabiliyeti ile gönderildim” diye tarif ettiğini (Buhari, Cihad, 122) aktarırlar. Kaynaklara göre Efendimiz konuşurken insanların anlayış ve idrak seviyelerini dikkate alır, çabuk ve hızlı konuşmaz, her kelimeyi tek tek telaffuz ederdi, o kadar ki Hz. Aişe (r.a)’ın dediğine göre onu dinlerken ezberleyebilirdiniz (Buhari, Menakıb, 27). Konuşurken lafı eğip bükmez, sözü dolaştırmaz ve böyle yapanlara Allah’ın buğz ettiğini söylerdi (Ebû Davud, Edeb, 86). Aynı şekilde kasılıp böbürlenerek, süslü cümleler kurup lugat paralayarak konuşanları da sevmez ve bu kişilerin kıyamet günü kendisine en uzak kişiler olduğunu söylerdi (Tirmizi, Birr,71). Gereksiz ve anlamsız sorular sormayı ve sorularında ısrar etmeyi de hoş görmez, fakat yerinde ve hikmetle sorulmuş soruları da takdir ederdi (Buhari, İtisam,2).

Takıntılı bir şekilde ve sürekli konuşmak olarak tanımlanan yeni bir bağımlılık türü de konuşma bağımlılığıdır. Konuşmuş olmak için konuşan bu kişiler konuşmalarının içeriğine ve muhataplarının ilgisini çekip çekmediğine bakmaksızın sürekli konuşurlar. Oysa konuşmanın çok önemli bir parçası da susmayı bilmektir. Efendimiz, susuşu tefekkür, bakışı ibret için olan ve defterine çok istiğfar yazdıran kişinin kurtulacağını müjdelemiş (Ramuz el-Ehadis), Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişinin ya hayır söylemesini ya da susmasını emretmiştir (Tirmizi, Birr, 43).

Gazali Kimyay-ı Saadet isimli eserinde “Sözün Şerefi ve Dilin Afetleri” diye bir bahis açar ve girişinde “Dil aklın naibi ve vekilidir.” der. Ona göre dil, kalpte olana tercüman olduğu gibi tersine kalp de dilin konuştuğu şeylerden etkilenir. Her şeyden sürekli şikâyet edenin kalbine karamsarlık çöker. Dil insana neşe ve ümit veren şeyler konuşursa dilden kalbe bir ferahlık akar. Orada muhabbet ve iyimserlik yeşerir. Dil doğru konuşursa kalp hakikatlere açık olur. Böyle kişilerin rüyaları da sadık olur. Dil yalan konuştukça ise kalp aynen eğri bir aynanın eşyayı eğri göstermesi gibi hakikati çarpıtır. Bunun içindir ki yalancıların rüyası doğru çıkmaz. Kalbin nurlu ve aydınlık olması ile gölgeli ve karanlık olması büyük ölçüde dilin ne konuştuğuna bağlıdır.

Sufiler, nefsini arındırma yoluna girene en başta üç şeyi azaltmayı şart koşarlar: Yemek, uyku ve konuşma… Konuşmayı azaltmanın ve konuştuğu zaman da sadece hakkı konuşmanın en büyük faydası kişiyi dilin afetlerinden korumasıdır.

Sufiler, nefsini arındırma yoluna girene en başta üç şeyi azaltmayı şart koşarlar: Yemek, uyku ve konuşma… Konuşmayı azaltmanın ve konuştuğu zaman da sadece hakkı konuşmanın en büyük faydası kişiyi dilin afetlerinden korumasıdır. Gazali,  susarak dilini bu günahlardan sakınan akıllı kimsenin gönlüne hikmet yerleşir, der ve dilin afetlerini şöyle sıralar: Lüzumsuz konuşmak, batıl ve günah konuşmak, münakaşa, husumet, çirkin sözler söylemek, lanet etmek, yalan söylemek, gereksiz ve incitici şakalar yapmak, alay, yalan vaatler, gıybet, koğuculuk, ikiyüzlü konuşmalar ve yağcılık.

Sözü çoğaltarak bu günahlara düşmemek, yeterli ve etkili konuşmak, kendine hâkim olabilmekle alakalı büyük bir meziyettir. Oto-kontrol denilen bu meziyet bütün ahlaki kusurlardan arınmanın olmazsa olmaz şartıdır. Her lafa karışmamak, her aklına geleni söylememek; ama yeri geldiği, icap ettiği zamanda da sözünü sakınmayıp sonra da ameline bakmak, işte bu konuşmacının bugün anlatacağı sözlerin özüdür.