Kur'ân'da 'Yol' ve 'Yolculuk'

17 Aralık 2012

Kur’ân-ı Kerîm terminolojisinde, 'yol' manasına gelen kelimelerin büyük bir yeri vardır. Kur’ân'a göre bütün varlıklar Allah'tan gelmiştir. Allah'a aittir ve O'na dönmektedir. (Bakara 156) Varlıklar için 'dünya hayatı' Allah'a dönen yolun bir merhalesidir.

Bütün yaratılmışlar içinde (iblis ve cinler hariç) bu yolda kendi hür iradesiyle yürüyen tek varlık türü insandır. Ama Rabbi, insanı bu yol üzerinde tek başına ve rehbersiz bırakmamıştır. (Bakara 38-39) İnsan mutlaka Allah'a dönmektedir ama bu dönüş ya bitmez tükenmez nimetler yurduna ya da korkunç bir azap diyarına dönüştür.

Hayatımız elest bezminden sonsuzluk âlemine kadar devam eden bir yolculuk olduğu gibi bu yolun kısa kısa aşamalarının her biri de kendi içinde bir yolculuktur. Yolda ilerleme, yolcunun kişisel gücüne, bineğine, yüküne, azmine, kararlılığına ve daha pek çok faktöre bağlıdır. Hem bedenen hem de ruhen güçlü olanlar bütün küçük hedeflerinin hepsini asıl ve nihai hedeflerine bağlayabilenler, ilerlemeye engel olan yüklerini azaltabilenler, nefis bineğinin gücünü (mertebesini) yükseltenler bu yolda daha istikrarlı bir şekilde ilerlerler.

Kur’ân'a göre insanın yeryüzünde yürüdüğü yolun adı SEBİL'dir ve bu yol Allah'ın gösterdiği yoldur. İnsan çeşitli sebeplerle Allah'ın gösterdiği yoldan ayrılır, başka yol tutarsa buna SEBÎLÜ'L-ĞAYY denir. Ğayy, ğava fiilinden gelir. 'Azmak, sapmak' anlamındadır.

En'am153:

 وَاَنَّ هٰذَا صِرَاطٖى مُسْتَقٖيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبٖيلِهٖ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِهٖ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Bir de şu: "İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi O'nun yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah size bunları emretti."

"Ğayy"ın tam zıddı olan doğruluk yoluna SEBÎLÜ'R-RÜŞD denir.

İnsanı bu hedefe ulaştıran yollar; insanların ilgileri, karakterleri ve meşrebleri doğrultusunda çok sayıdadır.

Maide 15-16:

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓإَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَثٖيرًا مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَثٖيرٍ قَدْ جَٓإَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُبٖينٌ(

يَهْدٖى بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِهٖ وَيَهْدٖيهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ

Ey Ehl-i kitâb! Tevrat'tan gizlediklerinizin çoğunu size beyan eden, bir çoğunu da yüzünüze vurmayarak affeden Rasûlümüz size gelmiş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir nur ve hakikatleri açıklayan bir kitap geldi.
Allah onunla, rızasını izleyenleri selamet yollarına iletir, onları izni ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola iletir.


Allah'ın yoluna girebilmek için, yani Allah'ı bulmak niyetiyle didinmek, kafa yormak, bu uğurda seyehat etmek, düşünmek de "Allah uğrunda cihad etmek" yani çabalamak, yorulmaktır.

Ankebut 69:

وَالَّذٖينَ جَاهَدُوا فٖينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا وَاِنَّ اللّٰهَ لَمَعَ الْمُحْسِنٖينَ

Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz. Muhakkak ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.

Ayette geçen yollarımız (subulenâ) ifadesi, Allah'ın yolundan sapmanın çok çeşitleri olduğu gibi O'nun yoluna girmenin de çok çeşitli şekillerde ve çok çeşitli yollardan olabileceğini gösterir. Bazıları iman esaslarına bazıları namaza bazıları oruca bazıları zekâta, hacca bazıları İslam'ın hürriyet ve bağımsızlık düsturuna bazıları eşitlik ve adalet prensiplerine bazıları zulme karşı olmasına bazıları ahlak ilkelerine bazıları medeniyetine, tarihine bazıları Peygamberine, Kitâb'ına bazıları bir rehberin, yol göstericinin cazibesine kapılarak Allah'ın yoluna girer. İşte Allah'ın yoluna girebilmek için, yani Allah'ı bulmak niyetiyle didinmek, kafa yormak, bu uğurda seyehat etmek, düşünmek de "Allah uğrunda cihad etmek" yani çabalamak, yorulmaktır.

İnsanlar için sapma yolları ne kadar çoksa "doğru"yu bulma yolları da o kadar çoktur. Bu bakımdan Müslümanların İslam'ı tebliğlerinde İslam'ın tek bir yönüne ağırlık verip başka yönlerini ihmal etmeleri doğru olmadığı gibi meşrep taassubuyla başkalarını kınamaları da doğru değildir. Bu yüzden Allah'a giden yolların hepsini açık tutmak gerekmektedir.

SIRAT kelimesi "cadde, büyük yol" anlamlarına gelir.

Ayrıca cehennem çukurlarının üzerinden geçip cennete uzanan 'kıldan ince, kılıçtan keskin' yol olarak da geçer.

Kur’ân'da SEBİL için kullanlılan rüşd', ğayy, ıvec ayrımı sırat için kullanılmaz. SIRAT için yalnızca SEVİYY ve MÜSTEKÎM sıfatları kullanılır. Bu kelimenin fiil hali olan is-te-ka-me "düzelmek, doğrulmak, tam olmak" anlamlarına gelir. Kökü olan ka-me ise "kalkmak, ayakta durmak, düzelmek, terazinin dikinin tam ortaya gelmesi" gibi anlamlara gelir.

En'am 153:

وَاَنَّ هٰذَا صِرَاطٖى مُسْتَقٖيمًا فَاتَّبِعُوهُ وَلَا تَتَّبِعُوا السُّبُلَ فَتَفَرَّقَ بِكُمْ عَنْ سَبٖيلِهٖ ذٰلِكُمْ وَصّٰيكُمْ بِهٖ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

Bir de şu: "İşte Benim dosdoğru yolum. Ona tâbi olun. Yoksa başka yollara uymayın ki sizi O'nun yolundan ayırmasın. İşte kötülüklerden sakınasınız diye Allah, size bunları emretti."

Allah, elinden tutmazsa insan her an bu Yol'dan kayıp, ğayy olan sebillerden birine girebilir. Sırat üzerinde her adım başında oturmuş sebîlü'l-ğayy davetçileri vardır.

Kavram olarak millet; bir gidiş, bir yol tutuş, bir sünnet ifade etmekte, topluca bir yürüyüşü dile getirmektedir. Bu nedenle Mekke'de hicret emredilince, güçleri yettiği halde hicret etmeyenler Kur’ân'da münafık olarak anılmışlardır.

A'raf 86:

وَلَا تَقْعُدُوا بِكُلِّ صِرَاطٍ تُوعِدُونَ وَتَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ بِهٖ وَتَبْغُونَهَا عِوَجًا

"Hem öyle tehditler savurarak yol başlarını tutup Allah'a iman edenleri Allah'ın yolundan çevirmeyin ve bu yolun eğri büğrü olduğuna dair şüpheler verip halkı yanıltmayın!"

DİN Allah'ın koymuş olduğu hükümlerin, çizmiş olduğu yolun, baştan sona bir bütünüdür.

ŞERİAT geniş su yolu demektir. Suyun kaynaklandığı pınara veya kaynağa MİNHAC denir.

İnsanlar Şeriat'ta yürüyebilmeleri ölçüsünde derecelere ayrılırlar.

Şeriat'tan Hakikat'e uzanan yola TARİKAT denilir. Şeriat 'su yolu' ise Tarikat bu yol üzerinde suya ulaşacak şekilde yürüyebilme disiplinidir.

Bakara 120'de millet" kelimesi "din" anlamında kullanılmıştır:

وَلَنْ تَرْضٰى عَنْكَ الْيَهُودُ وَلَاالنَّصَارٰى حَتّٰى تَتَّبِعَ مِلَّتَهُمْ قُلْ اِنَّ هُدَى اللّٰهِ هُوَ الْهُدٰى وَلَِٕنِ اتَّبَعْتَ اَهْوَٓإَ هُمْ بَعْدَ الَّذٖى جَٓإَكَ مِنَ الْعِلْمِ مَالَكَ مِنَ اللّٰهِ مِنْ وَلِىٍّ وَلَا نَصٖيرٍ

Ne Yahudiler ne de Hıristiyanlar; sen onların dinlerine tâbi olmadıkça asla senden razı olmazlar. Sen de ki "Allah'ın hidâyet yolu olan İslam, doğru yolun ta kendisidir. Sana gelen bunca ilimden sonra onların heva ve heveslerine uyacak olursan Allah'a karşı hiçbir koruyucu ve yardımcı bulamazsın.

Kavram olarak millet; bir gidiş, bir yol tutuş, bir sünnet ifade etmekte, topluca bir yürüyüşü dile getirmektedir. Bu nedenle Mekke'de hicret emredilince, güçleri yettiği halde hicret etmeyenler Kur’ân'da münafık olarak anılmışlardır.

Allah yolundan sapıp başkalarını da o yolda gitmekten alıkoymak isteyenler o yolu eğri büğrü göstermeye çalışırlar. Bu eğri büğrülüklere IVEC denir.

Âl-i İmran 99:

قُلْ يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَنْ سَبٖيلِ اللّٰهِ مَنْ اٰمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَاَنْتُمْ شُهَدَٓإُ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

"De ki: Ey Ehl-i kitap! Siz gerçeği görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek iman edenleri Allah yolundan menediyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir."

Oysa Allah'ın yolu her türlü eğrilikten uzak, dümdüz yani SEVİYY bir yoldur.

Mülk 22:

اَفَمَنْ يَمْشٖى مُكِبًّا عَلٰى وَجْهِهٖٓ اَهْدٰٓى اَمَّنْ يَمْشٖى سَوِيًّا عَلٰى صِرَاطٍ مُسْتَقٖيمٍ(٢٢)

"Düşünün bir; yüzükoyun kapanıp yerde sürünen mi varılacak yere daha kolayca ulaşır yoksa dümdüz yolda düzgün şekilde yürüyen mi?"

İslam'da yolculuk övülmüştür; Kur’ân mü'minlerden söz ederken "tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, seyahat edenler..." der. Burada 'seyahat edenler' ifadesi 'oruç tutanlar' seklinde de yorumlanmıştır ama seyahat, gerek ilim edinme vasıtası gerekse Allah'ın yeryüzündeki ayetlerini tanıma/tanıtma ve hicret vasıtası olarak da önemlidir.

Bütün büyük insanların ve âlimlerin hayatlarında; seyahatin tartışılmaz bir yeri vardır. Bundan on asır önce İslam dünyası ilim ve cihad uğrunda koşan insanlarla dolar taşardı. Buhara'dan kalkan bir âlim Irak, Mısır hatta Endülüs'e kadar giderdi. İşte Kur’ân''da ifade edilen ibnu's-sebil/yolun oğlu ifadesi ilim, cihad ya da geçim temini gibi Allah yolunda, yani ibadet olan bir gaye ile 'yol'da bulunandır.

Hac ibadetini emreden ayet "Ona yol bulanın" ifadesiyle gelir.

Âl-i İmran: 97

فٖيهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰهٖيمَ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِنًا وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَبٖيلًا وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِىٌّ عَنِ الْعَالَمٖينَ

"Orada apaçık alametler ve deliller, İbrahimin makamı vardır. Kim Beytullaha girerse korkudan emin olur. Ziyarete gücü yeten herkese Beytullah’ı ziyaret etmek, Allah'ın onun üzerindeki hakkıdır. Nankörlük edip bu hakkı tanımayana Allah'ın hiçbir ihtiyacı yoktur, o bütün âlemlerden müstağnidir."

İnsan için aslolan oturmak (kuûd) değil, ayakta olmaktır (kıyam). 'Oturmak' kokuşmanın, bozulmanın, paslanmanın simgesidir. 'Oturanlar' Kur’ân'da şiddetle yerilir.

Nisa 95:

لَا يَسْتَوِى الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنٖينَ غَيْرُ اُولِى الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِدٖينَ بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدٖينَ دَرَجَةً وَكُلًّا وَعَدَ اللّٰهُ الْحُسْنٰى وَفَضَّلَ اللّٰهُ الْمُجَاهِدٖينَ عَلَى الْقَاعِدٖينَ اَجْرًا عَظٖيمًا

"Özür sahibi olmaksızın cihaddan geri kalan mü’minlerle, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden mü’minler elbette bir olmaz. Allah malları ve canları ile mücahede edenleri derece bakımından, cihada gitmeyenlerden üstün kılmıştır. Gerçi Allah hepsine de en güzel yurt olan cenneti vaad etmiştir ama mücahede edenleri, cihada katılmayanlardan çok daha büyük mükâfatlarla üstün kılmıştır."

Tevbe 83:

ا اِنَّكُمْ رَضٖيتُمْ بِالْقُعُودِ اَوَّلَ مَرَّةٍ فَاقْعُدُوا مَعَ الْخَالِفٖينَ

"Madem ki önce oturup seferden geri kaldınız, haydi şimdi de geri kalanlarla birlikte oturun!"

Oturmak, bütün zincirlerle, nefsin arzularıyla, dünya hayatının ağırlıklarıyla yere çakılıp kalmak demektir. Bu büyük bir mezellettir, köle ruhluların işidir.

Tevbe 38:

يَٓا اَيُّهَا الَّذٖينَ اٰمَنُوا مَا لَكُمْ اِذَا قٖيلَ لَكُمُ انْفِرُوا فٖى سَبٖيلِ اللّٰهِ اثَّاقَلْتُمْ اِلَى الْاَرْضِ اَرَضٖيتُمْ بِالْحَيٰوةِ الدُّنْيَا مِنَ الْاٰخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَا فِى الْاٰخِرَةِ اِلَّا قَلٖيلٌ

"Ey iman edenler! Size ne oldu ki 'Allah yolunda seferber olunuz!' emri verilince bulunduğunuz yere yığılıp kaldınız? Yoksa âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama iyi bilin ki dünya hayatının zevki, âhiretin yanında pek az bir şeydir!"

NAMAZ insanları oturdukları yerden kaldırmanın ilk aşamasıdır. Namaz için 'kalkan' insanın üzerindeki uyuşukluğu atması için 'elini, yüzünü, kollarını ve ayaklarını yıkaması' gerekir.

Namazdaki kıyamı kavrayamayan veya kavrayıp da böyle bir kıyamda bulunmak istemeyen münafıklar "namaza üşene üşene kalkarlar."

Nisa 142:

اِنَّ الْمُنَافِقٖينَ يُخَادِعُونَ اللّٰهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَاِذَا قَامُٓوا اِلَى الصَّلٰوةِ قَامُوا كُسَالٰى يُرَٓاؤُنَ النَّاسَ وَلَا يَذْكُرُونَ اللّٰهَ اِلَّا قَلٖيلًا

"Münafıklar Allah'ı aldatmaya çalışırlar, Allah da onların hilelerini ve oyunlarını bozar. Onlar namaza kalkarken üşene üşene kalkarlar, müminlere gösteriş yaparlar. Yoksa aslında Allah'ı pek az hatırlarlar."

Günde beş defa namazlarıyla kıyam eden insanların evrensel bir kıyam için toplanıp harekete geçecekleri yer Kâbe'dir. KÂBE;  insanlar için tüm alemlere yol bulma, Allah'ın yoluna girmenin işareti olarak  yeryüzüne konulmuş ilk evdir.

Âl-i İmran 96:

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذٖى بِبَكَّةَ مُبَارَكًا وَهُدًى لِلْعَالَمٖينَ

"İbadet yeri olarak yeryüzünde yapılan ilk bina Mekke'deki Kâbe olup pek feyizlidir, insanlar için hidayet rehberidir."

Kabe insanlar için bir KIYAM yeridir.

Maide 97:

جَعَلَ اللّٰهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْىَ وَالْقَلَٓإِدَ ذٰلِكَ لِتَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَمَا فِى الْاَرْضِ وَاَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَىٍْٕ عَلٖيمٌ

"Allah Kâbe'yi, o hürmete layık mâbedi, insanların din ve dünya hayatları için bir nizam vesilesi kılmıştır; o hürmetli ay'ı da, Kâbeye gönderilen gerdanlıksız veya gerdanlıklı kurbanlıkları da... Bütün bunlar, Allah'ın göklerde olanı da yerde olanı da bildiğini ve Allah'ın gerçekten her şeyi bildiğini sizin de bilip anlamanız içindir."

Kâbe'de evrensel kıyamın sembolü ve bu kıyama girişmenin başlangıç noktası olarak Makam-ı İbrahim vardır.

SONUÇ

Kur’ân'ın istediği şekilde dosdoğru olabilenlerin üzerine melekler iner, Allah onları bitip tükenmez rızıklarla rızıklandırır, üzerlerine her yönden nimatler yağar. Gerçek kurtuluş işte budur.

Fussilet 30:

اِنَّ الَّذِينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلِٰٕٓكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوا بِالْجَنَّةِ الَّتٖى كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

"'Rabbimiz Allah'tır' deyip sonra da istikamet üzere, doğru yolda yürüyenler yok mu; işte onların üzerine melekler inip 'Hiç endişe etmeyin, hiç üzülmeyin ve size vaad edilen cennetle sevinin!' derler."

Cinn 16:

وَاَنْ لَوِاسْتَقَامُوا عَلَى الطَّرٖيقَةِ لَاَسْقَيْنَاهُمْ مَٓإً غَدَقًا

Allah Teâlâ şöyle buyurur: Eğer insanlar ve cinler, Allah'ın yolunda dosdoğru yürüselerdi, onlara bol yağmur verir, rızıklarını bollaştırırdık.