Kur’an’da “halife” (Bakara, 30) sıfatıyla nitelenen insan bu unvanının gereği olarak bütün mahlûkata ve yeryüzüne karşı sorumludur. İnsana yüklenen bu görevi -yani yeryüzünde ahlaka dayalı bir sosyal düzen kurma görevi- Kur’an “emanet” olarak tasvir etmiştir. (Ahzab, 72) Bu görevi Allah, gökler ve dağlara teklif ettiği halde, bunun yükünden çekinerek kabul etmediler, ama insan kabul etti. Fakat Kur’an gayet nazikçe insanın bu durumunu eleştirip, ona “kendisi için adaletsiz ve delice cesur” (zalim ve cesur) der. İnsanın yüklendiği bu emaneti anlamlı kılan hürriyeti, onun olumlu ve olumsuz güçlerle (yetenekler ve zaaflar) donatılmış olmasının sonucudur. İnsanda bu iki zıt kutbun potansiyel olarak iç içe bulunması (Şems, 7-9) onun yeryüzündeki sınavı açısından kaçınılmazdır. Bu iki istikametten hangisini seçeceği tamamen kendi gidişatına kalmıştır. İlahi yönlendirme bu noktada sadece yol gösterme düzeyindedir (İnsan, 2-3). İnsan için ezeli bir mücadele meydanı açan ve insan hayatını bitmeyen ahlaki bir cihada çeviren, bu derinlere kök salmış ahlaki gerçektir. Eğer insan gereken gayreti gösterirse, Allah bu mücadelede onunla beraberdir. İnsan kelimenin tam anlamıyla işte bu mücadele ile yükümlü kılınmıştır. Çünkü o, Allah’ın halifesi sıfatıyla gereğini yerine getirebilmek için hür iradeyle donatılmış olarak bütün yaratılmışlar içerisinde benzersiz bir yer işgal etmektedir
Kur’an’da İnsanın Olumlu ve Olumsuz Yönleri
İnsan, Allah’ın en güzel biçimde yarattığı (Tin, 4), ona kendi ruhundan verdiği (Hicr, 29), melekleri ona secde ettirdiği (Sad, 72; Araf, 11), onu üstün kıldığı (İsra, 62,70), onu ilim sahibi olabilecek kapasiteyle donattığı (Bakara, 31), kâinatı hizmetine sunduğu (Bakara, 29) varlıktır.
Fakat aynı zamanda insan Rabbine karşı nankör (Adiyat, 6; Yunus, 12; Nahl, 4), dünyaya ve dünyalığa düşkün (Kıyamet, 20-21; Al-i İmran, 14), zayıf (Nisa, 28), cimri (İsra, 100), aceleci (İsra, 11), kötülüğe talip olan (Yusuf, 53), Allah’tan umut kesen (Hud, 9), Allah’a eş koşan (Rum, 33-34) bir varlıktır. (Burada insanın Allah hakkındaki kanaatlerinin kişilik zaafları arasında sayılması sehven değildir. İnsanın inançlarındaki sapmalarla kişilik yapısı arasında karşılıklı bir etkileşim vardır. Bkz. Psikanaliz ve Din, Erich Fromm)
İslam’a Göre İnsan Davranışlarının Kaynağı
Bu konudaki Kur’an ayetlerine baktığımız zaman insanın davranışlarını belirlemede birden çok faktörün etkisinden bahsedildiğini görürüz. Kur’an’da insanın özgürlüğünü ve dolayısıyla sorumluluğunu vurgulayan ayetler olduğu gibi ( Müddessir, 38; Şems, 7-10; İsra, 84; Şura, 39-41; Fussilet, 46), Allah’ın takdirini (Tin, 4-6; Tekvir, 29; Fatır, 8; Tevbe, 115) ve insan üzerinde çevresinin etkisini (Araf, 200-202; Al-i İmran, 175; Ahzab, 67-68; Nisa, 97-99) vurgulayan ayetler de bulunmaktadır. Bu çok yönlülük bizi kişiliğimizi oluştururken hiçbir hususu (kalıtım, çevre, irade) önemsiz görmemeye sevk eder ve böylece bir dengeye ulaşabiliriz.
İnsanda Övülen Tutum ve Özellikler
Şeytan yoluna Âdem ile birlikte başlamıştır. Her ikisi yaşıttır. Kur’an devamlı şeytan hakkında konuşmaktadır, fakat Allah karşıtı (anti-God) bir ilke olarak değil daha ziyade insana karşı bir güç ve onu kendi doğal yolu olan “doğru yolundan” (sırat-ı müstakimden) kötü davranışlara saptıran biri olarak bahseder.
Şeytan insanı her yönden tuzağa düşürmek için çalışmasına rağmen, onun tüm tuzakları gerçekten faziletli olanlara karşı başarısızdır. Yalnız peygamberler değil, gerçek iman ve irade sahibi her insan, bu desiselere karşı koyabilecek güçtedir. (İsra, 65; Nahl, 99) Gerçekten bütün yaratılmışın üst tabakası bu insanlardır, melekleri bile geçen, onları bilgi ve fazilette aşan bu insanlardır. Bu insanların Kur’an-ı Kerim'de zikredilen olumlu vasıflarından bazıları:
Takva
Takva, “insanın kendisini Allah'ın korumasına bırakması, bu nedenle de ahirette zarar verecek günahlardan çekinip sevaplara koşması”dır. Takva üç derecedir: Birinci derece, tevhide sarılma ve şirkten uzaklaşma; ikinci derece farzları yerine getirip haramlardan sakınma; üçüncü derece ise kalbini Allah’tan başka her şeyden uzak tutma ve bütün varlığıyla Allah’a yönelmedir. “Ey inananlar! Allah’a saygılı olursanız, O size (iyiyi kötüden) ayırt etme yeteneği verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah büyük nimet sahibidir.” (Enfal, 29)
Allah’ı Sevmek Ve Onu Anmak
“Rabbinin adını an; bütün gönlünle O’na yönel!” (Müzzemmil, 8) “İnananlar öyle kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer ve Allah’ın ayetlerinin okunması onların çocuklarınız Allah’ı anmaktan alıkoymasın; böyle olanlar ziyana uğrayanlardır.” (Münafikun, 9)
Allah’a Karşı Minnettarlık (Şükür)
Şükür “nimetin bilinmesi ve açığa vurulması” demektir. Zıddı “örtmek, gizlemek” anlamına gelen “küfr”dür. Allah müminleri her an sabır ve şükürle imtihan eder. Allah’ı tanıyan ve O’na iman eden kişi hem musibetin hem de nimetin imtihan için olduğunu bilir. “Allah’a şükret diye, Lokman’a hikmeti verdik. Kim şükrederse, ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse (bilsin ki) Allah muhtaç değildir, övgüye layıktır.” (Lokman, 12) “Siz şükreder ve inanırsanız Allah size niçin azap etsin? Kaldı ki Allah yapılan iyiliği görür ve (yaptıklarınızı) bilir.” (Nisa, 147)
Kur’an-ı Kerim şükreden kulları överken insanların çoğunun şükredenlerden olmadığını da belirtir: Bakara 243, Yunus 60, Secde 9, Yusuf 38, Neml 73, Mümin 61.
Allah’a İçten Bağlılık (İhlas)
İhlas “halisleştirme, her türlü karışık ve katışığı giderme” demektir. Yapılan iyiliklerin başka hiçbir amaç güdülmeden sadece Rabbin hoşnutluğu için yapılması demektir ki; ihlasın varlığı, diğerleri tarafından takdir edilmediğinde rahatsız olmamakla bilinebilir. “O yaptığı iyiliği başkasının iyiliğine karşılık olarak değil, ancak yüce Rabbinin hoşnutluğunu gözeterek yapmıştır.” (Leyl, 19-20)
Şeytan insanı her yolu kullanarak ayartmaya çalıştığı halde Allah ihlas sahibi insanlarda bu yöntemlerin hiç birinin işe yaramayacağını belirtir: “(İblis:) ‘Senin kudretine andolsun ki Sana içten bağlı olan kulların bir yana, onların hepsini azdıracağım’ dedi.” (Sad, 82-83)
Tevbe ve İstiğfar
Tevbe “günahları terk etmek” demektir. “Ey iman edenler! Allah'a nasuh tevbe ile tevbe edin” (Tahrim, 8) ayetinde tevbeye sıfat olan “nasuh”, “halislik, safilik” anlamı taşıdığı gibi, söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarmak anlamına da gelir. Yani mübalağa sigasından olan “nasuh” çok ıslah edici, hiçbir kir bırakmayıcı ve hiçbir gedik yırtık bırakmayacak şekilde onarıcı demektir. “Tevbe-i nasuh” da günahtan kalpte bir karaltı bırakmayacak şekilde hem kalbi temizleme, hem de günahın kalpte açtığı yarayı tedavi etme, iman ve marifette meydana getirdiği açığı kapama olmaktadır.
“Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever.” (Bakara, 222)
“Allah tevbe eden, iman eden ve amel-i salih işleyenlerin seyyiatını hasenata çevirir. Allah ne çok bağışlayan ve rahimdir.” (Furkan, 68-70)
Dua
Dua küçükten büyüğe, acizden muktedire bir rica, bir istektir ki, sözle ve hareketle olur. Aynı zamanda bir ihlas, tazarru ve uygun bir biçim gerektirir. “(Ey Muhammed!) De ki: Yakarışınız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin? Ey inkârcılar! Yalanladığınız için, azap yakanızı bırakmayacaktır.” (Furkan, 77)
Dua ile ibadet birbirini bütünler niteliktedir. “Rabbiniz: ‘Bana dua edin, size cevap vereyim; Bana kulluk etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler, alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir’ buyurmuştur.” (Mümin, 60)
Tevekkül
“Allah kullarına yetmez mi? (Ey Muhammed!) Seni O'ndan başka şeylerle korkutuyorlar. Allah'ın saptırdığını doğru yola koyacak yoktur.” (Zümer, 36)
“İnanan ve yararlı iş işleyenleri, cennette, altlarından ırmaklar akan, içinde temelli kalacakları köşklere yerleştiririz. Sabrederek ve Rablerine güvenerek iş görenlerin ecri ne güzeldir.” (Ankebut, 58-59)
Tefekkür
Bilinenden ilme varma kuvvetine fikr, bu kuvvetin faaliyetine de tefekkür adı verilir. Tefekkür yalnızca insanlar içindir; Allah için kullanılmadığı gibi, hayvanlar için de kullanılmaz. Kur’an’da tefekkür, Allah’ın kelimeleri, tüm nesneler, olaylar ve oluşlar üzerinde akıl yorup bir sonuca varmak, ibret almak, bu nesne olay ve oluşların kabuğunun örttüğü, altta yatan gerçeğe ulaşmaya çalışmak anlamında kullanılır.
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ihtilafında akıl sahipleri için ayetler vardır. Onlar, ayakta, oturarak ve yanları üzere iken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler.” (Al-i İmran 190-191)
İlim
İlim "bir şeyin hakikatini idrak etmek" demektir. Allah'ın en önemli sıfatlarından biridir. İslam'ın temelini ilim oluşturur ve ilim mutlak olarak Allah'tandır. "İlim ancak Allah katındadır."(Ahkaf/28) " Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz; her ilim sahibinin üstünde bir âlim vardır." ( Yusuf /76) "Allah'tan kulları içinde ancak âlimler korkar." (Fatır/28)
Sabır
Sabır, “darlıkta kendini tutmak” demektir. Çok genel bir kelimedir. Sözgelimi, musibet anında dayanmak sabırdır, zıddı acelecilik ve dayanıksızlıktır. Savaş meydanından kaçmayıp ayak direme sabırdır; zıddı korkaklık ve firardır. Gerektiğinde sır saklama, dili gereksiz sözlerden koruma sabırdır; zıddı boşboğazlıktır. “Kötülüğü en güzel olanla sav! O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir. Buna ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak büyük pay sahibi onlalar kavuşturulur.” (Fussilet 34-35)
Kaynaklar:
Konularına Göre Kur'ân; İlhami Güler, Ömer Özsoy
Ana Konularıyla Kur'ân; Fazlurrahman
Kur'ân'da Temel Kavramlar; Ali Ünal
Kur'ân Fihristi; Nevzat Yüksel
İnsan ve Davranışı; Doğan Cüceloğlu
Çocuk Psikolojisi; Arthur Jersild
Ben ve Toplum; Barlas Tolan, Galip İsen, Veysel Batmaz
Çocukluk ve Gençlik Psikolojisi; Cole-Morgan
Kişilik; Özcan Köknel
Şahsiyet Terbiyesi ve Gazali; Hasan Mahmut Çamdibi