Kur'ân Yolculuğu: Fil Suresi

21 Kasım 2013

Sure başlarken “Elem tera/ Görmedin mi?” ifadesi, olayı okumaya çağırır insanı. Farkındalığa çağrıdır. Olayın özüne, olayın ardındaki olguyu fark etmeye çağrı...

Hemen her gün namazlarda Fatiha’nın peşinden dilimize değen bu sure, anlatılan olayı -tarihte olmuş, geçen zamanlarda benzerleriyle tekrarlanmış ve her tekrarda değişmez bir olguyu bize mesajlamış olması bakımından- fark etmeye çağrıdır.

Belki de farkındalığın günün birinde olması umuduyla gün içine, beş vakte serpiştirilmiş olabilir. Fakat anlaşılarak…

Ya da unutulmaması gereken olgusal bir özü vardır da o yüzden namazla bir, güne-hayata konmuştur.

Allah bu surede/bu ilahi okumada; surenin indiği yüzyılda gerçekleşen, özellikle surenin ilk indiği toplum için henüz canlı bir hatıra olan o hadiseyi/olayı anlatır. Hep olacak olan: vakıaya/olguya atfen… Fil vakasını/olayını…

Kutsal değerlere saldırılar hep olacaktır. Bu vaka, hiç tarihi olamamış, çağdaş Ebreheler tarafından hep güncellenmiştir.

Fil olayı Tevhid tarihinin gelecek zamanlara bir vurgusudur. İçine, yanına, yöresine; -anlam yüklenen, gözde gönülde büyütülen, abartılan, tapınılan putların yığıldığı Kâbe/kalp, her dönemin sözüm ona süper gücü olmaya yeltenmiş Ebrehe’nin/şeytanın/kötücül güçlerin -şiddet ağrısı tutmuş çıkarcılığı yüzünden-  ne zaman saldırıya uğrasa, Kâbe’yi/kalbi/dini/değerleri savunan putlar ordusu değil, o tek Allah olacaktır. Ve O’nun gerçek inananları. Her dönemin süper gücünün üstündeki Tek Üstün Güç!

Hangi çağ olursa olsun Kâbe’nin, o taş yapının temsil ettiği tek Allah inancı daima var olacaktır, değişmez değerleri hiçbir güç değiştiremeyecek, hakikat, kimse ona sahip çıkmasa da dimdik duracaktır. Hem hakikat Yaratan’ın insana sahip çıkmasıdır.

Ebrehe’lerin derdi Kâbe/din de değildir. Kâbe’nin getirileridir. Yani bütün süper güçlerin çağlar boyu ortak derdi olan maddi çıkar. Barış adına ezilmiş halklara saldıranlarla, din adına Kâbe’ye saldıranın çıkarı aynıdır. İnsanın çıkmaz sokağı olan şey…

Öte yandan Ebrehe’lerin derdi dindir de… Eşitliğin sağlanacağı adalete dayalı bir dünya algısı, paylaşarak yaşamaktan nefret eden, sömürgeci başı hiçbir Ebrehe’nin gecesini sakin bırakmaz.

Fakat kutsal sahiplidir. Öyle kolay değil… Tevhid’in/ birliğin başında Allah vardır!

İşte Fil suresi sorar gizliden: ‘Sen kutsalının başında mısın?’ der.

Kâbe’nin başında mısın? Kâbe ve kentlerin atası olarak onu taşıyan Mekke, tevhid inancının mümessilliğini/önderliğini tüm dünyaya yapabiliyor mu?

Sen…

Kâbe’nin uzaktan yakını olan Müslüman! Sen Tevhid/birlik İnancının, İslam’ının, onun zirvesi olan ahlakının başında mısın?

Kitab’ının başında mısın? Anlayarak, yaşayarak…

Sen kalbinin içine neler yığıyorsun? Neler istif ediyorsun öyle o gizli-saklına…

Senin aklın alıyor mu hayatındaki bu putlar sürüsünü? Din adına ya da değil neyi abarttıysan, neye değerini aşan bir değerde yücelttiysen sürsene onları Kâbe’nden, kalbinden.

Ha Kâbe’ye yığdığın sahte ilahlar, ha kalbinin içine doldurdukların…

“Elem tera?” Farkında değil misin bütün bunların?

Görmedin mi Rabbin ne yaptı onlara? Tuzaklarını boşa çıkardı. Hiç hayal edemeyecekleri bir gök ordusu/ne olduğu bilinemeyen, sert silahlarla donanmış uçan varlıklarla karşılarına dikildiğinde, yok olmayı görev bildi o has(!) ordu…

Abartıların, anlam yüklediklerin, sorgusuz sualsiz bir dediğini iki ettiklerin; hayatını, zamanını, özverini, sevgini, emeğini sarf ettiklerin…

Düşmanı kendin içeri almış gibisin.

Kendinden yıkıksın. Hangi mabedin hakikaten muhkem? Hangi kubben ruhunu soluyor öyle dipdiri göğe?

Belki de sana filler/tanklar ve füzelerin/kimyasalların “zahmeti” gereksizdir artık.

Saldırıyı cezbetmeyecek kadar virane/yozlaşmış bir hayatsan eğer...

Kalk, der Fil Suresi tam da kıyamdayken yığılmışlığımıza… Kalk ve sahip çık senin olana. Vazgeç ezilmeyi ahlak edinmekten. Müstahakından hakkına kalk!

Görmedin mi Rabbin ne yaptı onlara? Tuzaklarını boşa çıkardı. Hiç hayal edemeyecekleri bir gök ordusu/ne olduğu bilinemeyen, sert silahlarla donanmış uçan varlıklarla karşılarına dikildiğinde, yok olmayı görev bildi o has(!) ordu…

Bir fillere üzül o yok oluşta. İstemedikleri halde haksız bir ordunun/kalabalığın/sürünün içinde kendileriyle zıtlaşmak zorunda kalanlara…

Görmedin. Çünkü anlamadan okuduğun kitaptan hayatı göremezdin.

Görmedin. Çünkü sen dönüp kendine saldırmaktaydın. Yıkılıp kalmıştın muhkem camilerinin gölgesine… Kimi zaman da savunmasızdın.

Bir de kutsalını savunur gibi yaşamana gerek yok. Komik oluyorsun öyle. Çok tabii yaşa bu fıtratının özünü. Olduğun gibi. Sadece sakin ve gösterişsizce!

Ebrehe dert değil, der sure, anlasan; Ebrehe hiç dert değil. Birkaç ilahi vuruş yenik ekin yaprağı gibi delik deşik eder oracıkta “rahat durmayanı”…

Asıl derdin Kâbe’ne/kalbine/dinine/hayatına yığdığın putlar ordusu… Seni asıl yıkan onlar.

İşte bu yüzden bütün hayatında tek üstün güç belle Allah’ı!

Soyut ya da somut diğer güçleri gözde büyütme. Tapınma. İlahi-insani değerleri sahiplen.

Kâbe’yi tertemiz tut. Kalbini, hayatını da…”sahte ilahlar”dan.