Kur'ân Yolculuğu: Hakka Suresi

09 Ocak 2015

Yaşanan ve akıp giden hayatın bütün gerçeğiyle gerisin geriye dönüşüdür ahiret. Dünya hayatının bir anlamda ileri dönüşümü; seçimlerimizin kendi süreçlerinin işleyişi ve sonuçlanmalarıyla başlar. En nihayet ikinci hayatımızda karşımıza çıkan kesin sonuçlardan ahireti yaşayacağız.

Hakka, “olacak olanlar”ın haberidir. Bir gün başa gelecek olanların. Hepimizin yaşayacağı ortak bir “gün”ün haberlerini verir sure.

İnsanın kaderini; tam olarak neyi seçmiş ve yaşamış olduğunu, hayatının hakikatini açıkça göreceği bir gün gelecek. Hem de çok çarpıcı bir biçimde... Çok net.

Nitekim insanlığın öncülleri olan geçmiş uygarlıkların ellerinden şimdiki zamanları ve yerleri kimler aldı? Gelmiş geçmiş sayısız uygarlıktan hangileri kaldı? Şimdi dünya üstünde ebediyyen kimler kalabilecek?

“Olacak olanın gerçekleşmesi! Ne korkunçtur inanmayanlar için başa gelecek olanın gerçekleşmesi! Bilir misin, nedir, başa gelecek olanın gerçekleşmesi?

Semûd ve Âd kabileleri, Firavun vardı ve ondan önce yaşamış birçokları, altüst olmuş şehirler -onların hepsi günah üstüne günah işlemişlerdi ve Rablerinin gönderdiği elçilere isyan etmişlerdi: Allah şiddetli bir ceza darbesi ile onların hesabını gördü! Bir de Nûh tufanı… Bütün bunları size kesintisiz bir uyarı haline getirelim ve her uyanık ve duyarlı kulak onu bilinçle algılayabilsin.” (1-12)

İnsan istese de istemese de yaşanacaklar var. Öncekiler kendi kıyametlerini, sonlarını yaşadılar ve kesin sonuçlar için beklemedeler.

Beklesen de beklemesen de; inansan da inanmasan da her şeyi bütün gerçekliğiyle gördüğün bir gün yaşanacak. Olacak olan, olacak. Kimse sonundan kaçamayacak.

Son denilen şey; sanırım insan eliyle hazırlanan ilk nedenlerin, son/ fenâ bulması anlamına geliyor. İnsan neleri kendine neden olarak seçti ve belirlediyse, onların tabii sonuçlarından biriktirdiği bir gelecekle karşılaşacak. Şaşırmaması gerek bu yüzden karşılaştıklarına. Bu durumda şaşkınlığı basiretsizliğine yorulabilir ancak. Önüne gelen gelecek; geçmişinde kendi elleriyle oluşturduğundan başka, beklenmeyen bir şey olmayacak. Hiçbir şey kötü bir sürpriz değil aslında. Yalnızca böyle bir sonun geleceğine hiç inanmayanlar için beklenmedik bir gün olması dışında...

Bütün olacak olanın (hakka) daha şimdiden, henüz ortalık günlük güneşlik bir dünya günüyken; dağ yerinde, kuşlar havada, sen konfor içinde, çay demindeyken; yani süre, hayat, imkân ve fırsatlarıyla, bütün canlılığıyla yanıbaşındayken sana anlatılması, haber edilmesi ne ince bir düşüncenin eseri. Biricik İlah’ın ince fikri... Ansızın ve kötü bir sürpriz yapmaktan hoşlanmaz merhametli Yaratan. Çok erkenden haber verir geleceği böyle. Geleceğini istediği gibi şekillendirme fırsatını tanır insana. Ansızın sanılması; İlahi sözlerin ciddiye alınmaması ve ona göre hazırlanılmamasındandır. Korkunç gelmesi de bütün korkuları küçümseyecek şekilde sadece Allah’tan korkulmamış olmasından. Gün elinde olan en üstün Güç ile aranın iyi olmamasından...

Daha şimdiden söyleniyor.

Duy Hakka’nın haberini.

Beklesen de beklemesen de; inansan da inanmasan da her şeyi bütün gerçekliğiyle gördüğün bir gün yaşanacak. Olacak olan, olacak. Kimse sonundan kaçamayacak.

Nitekim kıyametini koparan kopardı ve gitti aslında buralardan. Ölüm bir insanın kendi kıyametiydi. Sonuydu. Dünyanın çekilip gitmesinden önce süresi dolan, eceli tarafından çağırılan her insan küçücük bir son yaşıyor, ölüyor ve gidiyordu. Bir sela, bir duyuru, bir acı haber. Önce yoğun sonra gün gün azalan gözyaşları, tekrarlanan anılar, dağıtılan özel eşyalar ve ara sıra misafir olunan mezarlıklar. Nice topluluklar da kendilerine hazırladıkları farklı sonlarla gittiler. Dünya ise hala buralarda. Onların ardılları olarak farklı uygarlıklar, ülkeler, milletler var.

“Şimdi onlardan geriye kalan bir iz görüyor musun?” (8)

Semud, Ad en eski uygarlıklar da Hakka’yı/ olacak olanı ciddiye almamışlardı. Semud’u toprak incitti. Şiddetli depremler bir anlamda ilahi devrimlerdi. Edip eylenen kibir uygarlığına içerlemiş ve derinden sarsılmış olmalıydı. Toprak sevmiyordu yerleşik yüzsüzlüğü. Dayanamıyordu haksızlığa uzun süre. İnsanı emredilen süre kadar bekliyor ve sonra ayaklanıyordu. Ad topluluğu ise haklı bir öfkeyle, kasırgayla yaşadı kıyametini. Yedi gün sekiz gecede rüzgârın öfkesi kökleyip attı o günlerin devasa modernizmini... Şehirler, saraylar, haksız servetler, bencil birikimler, sömürüler, sınıf ayrımları, kibirler, entrikalar, zulümler tarihe gömüldü bir bir. Yozlaşmış ve çürümüşlükleri örtmek istedi toprak, insan adına mahcubiyetinden.

Her çağın yakından tanıdığı Firavun. Firavunlar... Haksız, sosyal adaletsiz yöneticiler. Halkını kendi çıkarları için inim inim inletenler. Hepsi zulümlerini alıp çekip gittiler. Bir insanın hayatına hangi aşamada olursa olsun haksızca hükmederek tanrılığa kalkışan hiçbir zorbanın ölümsüz olmadığı gerçeğini gösterdiler. Yakın tarihin, dün değil evvelsi günün firavunları da atalarının yolunda gittiler. Mazlum halkların lanetleri peşlerinden gitmekte...

Alt üst olmuş şehirler, değerliler ezilmiş, değersizler zirvelerini(!) boylamışlar. Kibir, bencillik, hırs almış başa geçmişti.

Şimdiki dünya şehirleri de onlara benziyor. Yoksulluk, suç oranındaki artış kadar suça teşvik edici nedenlerin sosyal hayata koşulması, mesela gelir paylaşımındaki adaletsizlik, sağlıkta, eğitimde ve başka alanlarda birikmiş ve dayanılmaz boyutlara ulaşmış eşitsizlikler; barınma, beslenme yetersizlikleri, işsizlik, sokak çocukları gibi hayat standardını kapsayan alanlardaki sorunlar kadar, yeni neslin en temel değerlerinden; bilgi ve bilinçlenme açısından yoksun oluşu, tarih ve dünya algısıyla kendine güvenli bir medeni duruşunun olmayışı gibi sorunların tabii sonuçlarıydı yaşadıkları. Üstüste zulüm, üstüste günah, yalan, dolandırıcılık, haksızlıklar, ahlaksızlıklar...üstüne kuruldu şimdiki hayatlar. Şimdiki dünya şehirleri de geçmiş uygarlıklara benziyor. Aynı tarihi tekrarlayan her uygarlığı da toprağın altı bekliyor olmalı.

İnsanlığın geçmişi çok da masum değil. Geçmişinde ne yaparsa yapsın halkına yaranamayan, halkı tarafından çok üzülmüş olan bir atası; Nuh peygamberi var insanlığın. İnsanlığın tarihinde onun gibi bir halk insanını, ömrünü insanlığa adayan bir sabrı tam ortasından çatlatmışlığı var.

Benzer bir tarihi yazıyor insanlık şimdilerde. Yaşayarak kazıyor toprağa, tarihe. Gittikçe derinleşen bir mezara aynı utançları gömmek ister gibi...

Fakat Hakka’nın/ olacak olanın önüne geçemeyecek hiçbir şey! Her şey karşılığıyla karşılaşacak.

O gün; hayatının aslını, özetini, gerçeğini sağ yanından alacaklar var. Sağduyusuyla yaşamış, dürüst ve erdemli olmayı başarabilmiş olanlar. Geleceğini bilinçli bir şekilde hazırlamış olanlar. Kendilerine verilen kısıtlı süreden güzel bir sonsuz çıkarabilenler.

Soyut siciline tanık olacak o gün insan. Yaşadığı uygarlığın, ülkenin vermiş olduğu resmi sicilinden çok ayrı tutulmuş bir sicile...

O gün; hayatının aslını, özetini, gerçeğini sağ yanından alacaklar var. Sağduyusuyla yaşamış, dürüst ve erdemli olmayı başarabilmiş olanlar. Geleceğini bilinçli bir şekilde hazırlamış olanlar. Kendilerine verilen kısıtlı süreden güzel bir sonsuz çıkarabilenler.

“O Gün hesaba çekileceksiniz: en gizli işiniz bile gizli kalmayacak. Sicili sağ eline tutuşturulan, haykıracak: "Gelin, hepiniz gelin! Şu sicilimi okuyun! Zaten bir gün hesabımın önüme konulacağını bilmiştim!"  Ve o, kendini böylece mutlu bir hayatın içinde bulacak, yüce bir cennette...” (18-23)

Bir de sol yanından alacaklar var. Dürüst ve erdemliliği küçümsemiş, ilahi ilkeleri hiç ciddiye almamış, bir hayat ilkesi olarak benimsememiş olanlar....

“Sicili sol eline tutuşturulana gelince, "Eyvah!" diye feryad edecek, "Keşke sicilim bana gösterilmeseydi ve keşke şu hesabımı görmemiş olsaydım! Keşke bu ölümüm benim sonum olsaydı! Şimdiye kadar sahip olduğum şeylerin bana hiçbir faydası olmadı ve bütün tartışma ve karşı koyma gücüm elimden kayıp gitti!” (25-29)

İkinci hayatının daha başında böyle kötü bir sürprizle karşılaşmış olmanın gerçek ve dünyevi nedenleri inançsızlıktır şüphesiz. Allah’a güvensizlik. Hayatını veren Varlığın hayatına karışmaya hak ve yetkisinin olmadığına inanmak ve O’nun emrettiklerine hep karşı durmak. Allah’la karşı karşıya gelmek. Çatışmak kaynağıyla. Kaynağından tutuşmak bir yangına...

Sicilini sollamak; en çok da sosyal sorumsuzlukta kendini gösteriyor. Bencillikten vazgeçip, hep ve sadece kendilerinin değil de başkalarının temel ihtiyaçlarını karşılamaları için toplumsal duyarlılık göstermemekle...

“Çünkü o, yüce Allah'a inanmadı ve ihtiyaç içinde olanları yedirip içirmek için hiçbir istek ve kararlılık duymadı” (33)

Hayatın olguları, olayların geride bıraktıkları mesajları, içimize işlemiş özleri, vicdanların derinliği, sezgilerin basireti, içgüdülerin en masum halleri… Görebildiklerimiz ve göremediklerimizle her şey Hakka’ya, o gün olacak olanlara tanık olacak: Her birimizin sağ yanından mı alacağına o eski hayatının bütün kayıtlarını ve yeni bir başlangıcın belgesini veya sol yanından mı alacağına...

“Evet! Görebildiğiniz her şeyi tanıklığa çağıracağım ve bütün göremediklerinizi!” ( 38-39)

Her şey tanıklık edecek.

“Gerçek şu ki bu Kur'ân, Allah'a karşı sorumluluk bilinci duyan herkes için bir öğüt ve uyarıdır.” (48)