Kur'ân Yolculuğu: İnfitar Suresi

15 Ekim 2014

“Gökyüzü parçalanıp yarıldığında… Ve yıldızlar dağılıp savrulduğunda, denizler kabarıp taştığında ve kabirler alt-üst olduğunda…” (1-4)

“Her insan, sonunda, ilerisi için ne hazırladığını ve bu dünyada ne bıraktığını anlayacaktır.” (5)

Bu tavan sonsuza dek başını beklemeyecek ki. Sökülecek bir bir yıldızlar. Deniz kabını terk edecek.  Toprak sancılanacak. Neyi sakladı ise rahminde, neleri büyüttü ise ömründe hepsinden özgürleşecek. Ölüm bitecek. Ölüler yeni hayatlarına doğacaklar.

Bütün bir düzen, bu “oyun ve oyalanma” bozulduğunda, geleceğin geldiğinde, yarınlar bugün olduğunda, bugünler için ne hazırladığını göreceksin.

Henüz dünya ölmemişken, bu sokaktan, bu evden, bu kentten sadece sen “çekip gittiğinde”,  arkanda nasıl bir iz bıraktığını göreceksin. Geçip gittikten sonra geçici olarak dünyaya nasıl bir sen kaldığını ve kalıcı olarak ahirete nasıl bir sen hazırlamış olduğunu anlayacaksın.

Senden sonra geride kalacak sana iyi bak!

Senden önce ileriye varıp seni karşılayacak olan sana da dikkat et!

Şu hayatın sanki geçmişe ve geleceğe izler bırakmak için sana tanınan bir zaman dilimi.

Her şeyden geçerek neyi önemsedin hayatta? Neydi o vazgeçemediğin? Neydi olmazsa olmazların? En üstte, en önce, en fazla mühim olan neydi senin için? Bunları daha açık, daha net bir şekilde anlayacaksın.

Ve tabii ki önemsiz gördüklerini, umursamadıklarını, ihmal ettiklerini, terk ettiklerini, unuttuklarını, görmezlikten geldiklerini de göreceksin.

Hayatında önceledikleri, önemsedikleri, başka her şeyi ihmal edecek, bir kenara fırlatacak, görmezlikten gelecek, unutup gidecek kadar öne aldıklarıyla karşılaşır orada insan. Öne aldıkları çıkar önce karşısına. Önemsedikleri önemser(!) şayet önemseyebilecek kadar güçlüyseler.

Nedir bu hayatta “o kadar” önemli olan? Gerçekten önemli olanı mı önemser insan? Neyin önemi var ki diğer şeylerden daha çok? Nedir daha az önemli olan?

Başka bir şeyi göremeyecek kadar göz önünde olanı, gözünün önünden ayıramadığı, gözdesi nedir insanın? Senin gözden ne? Veya kim senin gözden? Hayatta en fazla tutunduğun, değer verdiğin ne veya kim, kimler? Neye dayanarak tutundun ona, onlara?

Mesela o insana? Ya da o paraya, pula? Mirasa, mala, tarlaya,  tabana, yüksek yüksek tepelere kurduklarına, tut ki bir çeyiz sandığına, kendi ellerinle diktiğin bir keseciğe, ilhamına veya başarılarına, statüne, kalemine, fırçana, sesine, sözüne, ürettiklerine, oğluna, kızına, seni alkışlayana, kulübüne, grubuna neye dayanarak tutundun? Değeri kimden aldın da ona, onlara verdin? Gözde’n, biriciğin, birincil değerin, en önde seçtiklerin, öne aldıkların, ertelemediklerin, hep birlikte olmak istediklerini neye göre belirledin?

Kendine göre bir değer ölçün var muhakkak. Ve oradan baktığında onları değerli buldun. Onları ilk sıraya aldın. Yaşadın. Yaşıyorsun. Onların dışındakileri adeta terk ettin. “O değil”den ilgilendin ya da... Aslında bir bakıma atlattın. Gerçekten de atlatabildin mi?

İnsan şimdi belki gelişi güzel, belki bilinçsizce ya da etki altında kalarak, tepkisel veya subjektif yaklaşımlarının gerçek nedenlerini iyice anladığı günler yaşayacak. Bilincinin içi açılıp içinde ne var ne yok ayan beyan görebildiği günler. Bir hikmete binaen mi yaşadığı, yoksa nedensiz ve öylesine mi yaşadığı konusunda aydınlanacak. Bütün yaklaşımlarını, hayat görüşüne göre önceledikleri veya arkaya attıklarını, sonuçlarıyla beraber görecek.

Bunca subjektif yaklaşımlarının gerçek nedenlerini biliyor musun? Nedenlerini iyi bildiğin, bilinçli, hikmetli bir hayat yaşıyor musun?

Öyleyse henüz gök düşmemişken üstüne. Ve hikmetle düşerken, titrerken kalbine... Okşarken henüz bütün samimiyetiyle aklını...

Manevi değerlerin; merhamet, paylaşmak, muhabbet gibi şeyleri kalbinin, yaşamının arkasına atmış olabilirsin. Bencillik önce gelebilir; başkalarını, başkalarının dertlerini arkalara atabilirsin. Kendin o kadar önemlisindir ki dünya senin için dönüyor olabilir. Başkası hiçtir.

Düşün.

Hayatta hakiki manada neyin önemli olduğunu kim belirleyebilir? Buna, değerler kanununa yetkili olan kimdir? Başka hiç bir varlığın atayamayacağı kadar üstte olan üstün güç müdür o? O Allah!

İnsan kendisi için, kendi hayatı için en iyiyi, aklına hitap edecek, kalbini iyi tutacak olanı nasıl seçer? Seçerken ölçüsü ne olmalıdır?

Hayat baştan aşağı seçimdir öte yandan. Serapa tercih... Ne çok seçim yapılacaktır hayatta. Seçemediklerin varsa da ne çok şeyi bizzat sen seçmek zorundasın. Ki kader çoktan seçmeli bir şeydir. Çoktan iki, ikiden biri seçer ve seçtiğini yaşarsın. Seçtiklerin senin hayatın olur.

Belki de esastan halledilmelidir şu hayat memat meselesi.

Sade bir düşünceyle düşünürsen, bütün seçeneklerini yöneten üst bir seçim vardır. Büyük seçim! İki ömrünü de etkileyen. Bir seçmek, pir seçmek gibi...

Bütünüyle varlığa baktığın bir zihinsel zemin. Oradan bakarsın her şeye. Seçimlerinin değer ölçüsüdür. Herhangi bir şeye ona bakarak değer verirsin ve hayatına alırsın. Ya da değer vermez, arkaya atarsın. Mesela der ki sana “sen aslen cennetlisin, oralısın sen, o geleceğe önem ver, geçici olduğun yere geçip gidecek biri kadar, yerleşmeyecek bir gurbetçi kadar değer ver”, der. Sen de öne ahiretini, geleceğini alırsın. İkinci ömrünü birinci sıraya alırsın. Dünyayı da tam arkana atarsın.  Hiç yaşamamak değildir bu hayatı. Yaşamak gerektiği kadar yaşamaktır. Hem de acayip anlamlı yaşamak. Bir amacın vardır çünkü.

O düşünsel zemin sana “onu seçme, bunu seç, bu daha iyi, bununla mutlu olursun, yok o senin günün, geleceğin için iyi bir seçim değil” gibi sözler bırakır içine içine. Ya kendin, kendi iç sesin, ya başkaları, dış sesler sana ulaşırken, aklının çeperlerine çarpar ve kalbine uğrarken o esas ses, o belirleyici sana gizliden öz kırpar,  olur verir veya hayır demeni sağlar. Nihayet bütün sesleri susturan bir esas ses vardır herkesin kubbesinin derinliğinde. Hangi dünya görüşüne, hangi inanışa bağlıysan o görüşün temel değerlerine çarpar bütün sözler. Ya düşer, elenir. Ya da kabul görür yaşar.

Buna göre maddi değerler hayatında her şeyden daha önemli olabilir. Önce ihtiyaçlarım samimi talebiyle başlarsın, sonra lüksler girer sıraya, hayatında öncelediklerin, önemsediklerin o ilk önemsendiği kadar uslu durmazlar. Sende başlangıçta hesaba katmadığın kadar yer kaplamaya başlarlar. Hayatının bütününü sarabilir, seni kuşatmaya alabilirler. Servetin ve onu kazanmak senin için her şeyden önce gelebilir. Manevi değerlerin; merhamet, paylaşmak, muhabbet gibi şeyleri kalbinin, yaşamının arkasına atmış olabilirsin. Bencillik önce gelebilir; başkalarını, başkalarının dertlerini arkalara atabilirsin. Kendin o kadar önemlisindir ki dünya senin için dönüyor olabilir. Başkası hiçtir. İnsan bile değildir. Paylaşmanın yerini biriktirmek, yatırım yapmak, aşırı tüketim alabilir. Gerçekten değerli olan düşünceler, bakış açıları, ilkeler, hayat prensipleri basit, değersiz, saçma görülebilir. Hiç doğru olmayan, değersiz, saçmalıklar ise çok önemli yaşamsal değerlermişcesine önemli değerlendirilebilir. Öne alınabilir. Kanun yapılabilir. Yargıda bulunulabilir.

Nerden baktığın çok önemlidir.

“Ey insan! Nedir seni lütuf sahibi Rabbinden uzaklaştıran? Seni yaratan ve varlık amacına uygun olarak şekillendiren,  tabiatını adil ölçüler içinde oluşturan ve seni dilediği şekilde bir araya getiren Rabbinden?” (6-8) 
Kayıtlarınız tutuluyor...

“Hayır, ey insanlar, siz Allah'ın hükmünü yalanlamaya ne zaman kalkıştıysanız Allah'tan uzaklaştınız! Hâlbuki üzerinizde gözetleyici güçler vardır. Değerli kaydediciler. Yaptığınız her şeyin farkında olan!” (9-12)

O gün, yeni bir hayatın başladığı gün bütün değerleri belirleyen ve değerlendirmeleri yapmaya tek yetkili olan Allah’tır. Değerleri belirleyen, ilkeleri ve kanunları koyan ve yargılayan tek üstün Güç O!

“Bakın, öteki dünyada gerçek erdem sahipleri nimetler içinde bulunacaklar. Kötü ruhlular ise yakıcı bir ateş içinde. Bir ateş ki Hesap Günü ortasına düşerler. Ve ondan kurtulmaları mümkün olmaz.

Hesap Günü nedir bilir misin? 

Ve bir kez daha: Hesap Günü nedir bilir misin?

Hiçbir insanın başka birine zerre fayda sağlayamayacağı bir gündür o...Çünkü o gün açık seçik görülecektir ki hâkimiyet yalnız Allah'a aittir.” (13-19)