İnsan oluncaya kadar...
Bu hale, doğruyla yanlışı ayırt edebilecek donanıma gelinceye kadar bir damlaydı insan. O hale gelinceye kadar esamesinin anılmadığı sonsuz zamanlar geçti. O yokken de dünya dünyaydı.
Donanmış bir damladır insan. Bir damla su. Bir damla insan. Yeryüzüne düşünceye kadar çok uzun zaman geçti. Uzun zamanları oldu dünyanın insansız. İnsanın adının, sanının olmadığı, esamesinin okunmadığı...
Bütün sahne, ayrıntıları, dekoruyla tamamlanıncaya kadar ve insan sahne alıncaya kadar çok uzun evrelerden, aşamalardan geçti yeryüzü. Şimdi yeryüzüne adını kazıdığına bakmamalı insanın. Onsuz vardı dünya. O gittikten sonra da kalabilir.
Şimdi apartman adlarında, çarşı tabelalarında, yaptırdığı eserlerde, çeşmelerde, camilerde, şehirlerde, caddelerde, kitap kapaklarında, masa üstlerinde, kapılarda, yakalarda, nüfus kayıtlarında adının yazıldığına bakmamalı insanın. Daha o yokken her şey vardı. Varlık ona borçlu değil. O varlığını borçlu...
Var edilişini, bir adının olmasını, esamesinin okunmasını... İnsan doğmasını Allah’a borçlu...
Çok borçlu insan.
“İnsanın tarih sahnesinde görünmesinden önceki dönem, sonsuz bir zaman kesitinden ibaret değil midir; insanın henüz dikkate değer bir varlık olmadığı bir zaman kesiti? Şüphesiz, sonraki hayatında denemek için insanı katışık bir sperm damlasından yaratan Biziz: Biz, onu işitme ve görme duyuları ile donatılmış bir varlık kıldık. Gerçek şu ki, Biz ona yolu-yöntemi gösterdik: şükredici, ya da nankör olması artık kendisine kalmıştır.” (1-3)
İnsanlık tarihi başlayalı binlerce yıl geçmiş.
Sen ve ben dünyaya gelinceye kadar da çok zamanlar geçmiş. Ülkenin, yaşadığın şehrin, akrabalarının sensiz bir tarihi, geçmişi var. Adın daha dün konmuş. Kimliğin henüz çıkartılmış. Bir damla olarak anne karnına düşmeden evvel de düştükten sonraki süreçte de zamanlar, olaylar, tarih, gün ve dünler yaşanmış, gelmiş geçmiş. Kimsenin senden haberi yokmuş. Doğmadan önce anılmıyordun tabii olarak. Ne baban biliyordu seni. Ne annenin kalbindeydin. Kayıtlara geçmediğin zamanlar vardı. Kâğıtların, bilgisayarların senden haberi yoktu. Kimliğin, ikamet yerin, bir adresin yoktu. Yoktun işte. Öldükten sonra da adın, sanın yaşarken ki gibi anılmayacak. Hatırlanan olacaksın dilenen kadar. Yine “yokluğa” karışacaksın. Bilinmez olacaksın buralarda.
Bir damlayken dikkate değer bir varlık olman, insan doğman, sorumluluk alman, bu yüzden varlıkların üstünü olman, işitebilen, görebilen, hakikati duyabilen bir kalble, hakikati görebilen bir akılla donatılman ve bir de her zaman yolun, izin, yöntemin, uslubun sana izah edilmesi doğrusu büyük bir ayrıcalık. Şimdi senin karar vermen gereken şey şu: Gerçekten yerde ve gökte, şimdi ve gittiğinde buralardan nasıl anılmak istiyorsun? İyi bir adın olsun istiyor musun? Veya tam tersi. Kötü bir iz? Şükreden olarak mı bilinmek istersin? Nankörün biri olarak mı?
Anılmak; insanlar tarafından. Yakınların, çevren, elalemin, kale aldıkların, kale alanlar, dikkatini çektiklerin, dikkat ettiklerin, değer verdiklerin, değer verenler tarafından niteliğinin bilinmesidir. Gerçekte ne idüğündür. Hak yanılmaz. Halk da nihai olarak yanılmaz. Tarih de...
Anılmak; yaşadığın mekânın, kullandığın eşyaların, özel objelerin, tasın tarağın, rastladığın, yararlandığın hayvanların, sevdiğin kedilerin, yediğin meyve sebzelerin, kokladığın çiçeklerin sen hakkında onlarda kalan izlerindir. Sözlerindir. Davranışlarındır. Yaşadıklarındır. Akıllarda kaldığın haldir. Geride kalplerde senden kalan esintidir. Mirasındır. Eserlerindir.
Ve anılman Allah tarafından! Senin hakkındaki düşüncesi. Değerlendirmesi. Kanaati. Kararıdır.
Sence Allah seni nasıl bilir? Bunun cevabıdır anılmak.
Yerde nasıl anılmak isterdin? Gökte nasıl anılmak?
Nasıl anılmak istiyorsan öyle yaşa ey damla! Düş önüne. Ve anılmak istediğin gibi yaşa!
Teşekkürünü etmiş bir nezaket mi olacaksın.
Hiç kıymet bilmemiş kaba bir nankör mü?
Sen karar ver.
Çünkü olağanüstü bir borçlanma ile doğan, büyüyen, yaşayan ve ölensin. Karşılıksız ve önceden her şeyi verilensin. Ödüller vaat edilensin. Senden istenen ise sadece hakiki bir insan olman. Çünkü insan doğmuşsun. Adın insan olmuş. Adın Havva, Emine, Hanne konmuş. Mehmet, İbrahim ya da...
“Rabbinin ismini sabah akşam an ve gecenin bir kısmında, O'nun önünde secde et ve uzun geceler boyu O'nun sınırsız şanını yücelt.” (25-26)
Mesela şükretmenin en bariz göstergesi olarak varlığını paylaş. İhtiyaçlarını bir çizgide tutmayı başar. Çevrendekilerin temel ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri konusunda hem acil ilk yardım ve desteklemelerde bulun. Hem de temel ihtiyaçlarını kendileri karşılayabilmeleri için kalıcı, ıslah edici, değiştirici, dönüştürücü, istihdam imkânları, iş imkânları oluştur. Bulunduğun semtte, yaşadığın kentte, ülkede ve hatta dünyada özellikle temel ihtiyaçlarını karşılama ve insanca yaşama konusunda “muhtaç”, arkasız, sahipsiz kalmış ve hakları alınan ve ödev yüküyle ağır hayat şartlarına maruz bırakılan “yetimler” için harekete geç. Hem kişisel, sivil çabalarla, hem kurumsal planda, hem ilgili konulara karşılık gelen sosyal, kültürel, ekonomik, hukuki, siyasi çabalarla muhtaç, yetim, esir, temel yaşam ihtiyaçlarını meşru ve yeterli olarak karşılayamayan her kesimden insanın hayatlarının iyileştirilmeleri için elinden gelen çabayı sarfet.
Şükreden insan olmak göbeğini şişirerek sofradan geğirme sesleri arasında, biraz da etrafına duyurarak “Elhamdülillah!” lafzını duyurmak değildir.
Şükretmek bunlardır mesela.
Sen karar ver!
Şükreden mi olacaksın.
Küfreden mi?
“Gerçek erdem sahipleri onlardır ki, sözlerini yerine getirirler ve şiddeti yayılıp genişleyen bir Gün'ün korkusunu duyarlar. Ve kendi istekleri ne kadar çok olursa olsun, muhtaçlara, yetimlere ve esirlere yedirirler.” ve kendi-kendilerine konuşurlar: "Biz sizi yalnız Allah rızası için doyuruyoruz: sizden ne bir karşılık, ne de bir teşekkür bekliyoruz. Doğrusu, sıkıntı ve dehşet dolu bir Gün'de Rabbimize vereceğimiz hesabın korkusunu duyuyoruz!” (7-10)
Kaliteli bir gelecek, harika, seçkin bir hayat için; herkese, her insana insanca bir hayat sunmalı dünya. Bunun için her insan sorumlu. Ve bu sorumluluğa sahip çıkmak bir teşekkür biçimi. Herkesin iyiliği, güzelliği için varlığını paylaşmak. Neyi varsa. Yokluğu da hep beraber, varlığı da hep beraber yaşaması insanların. İnsanlık için...
“Ve cennette kendilerine zencefille tatlandırılmış bir fincan içecek verilecek. Oradaki "Selsebil" isimli bir kaynaktan. Ve onları ölümsüz gençlikler bekleyecek: gördüğün zaman saçılmış inciler sanacağın gençlikler... Ve nereye baksan, yalnız kutsanmışlık ve aşkın bir düzen göreceksin.” (17-20)
Sel: sor o sebil’i: yolu. Hem dünyada hem ahirette en kaliteli, en nitelikli hayata giden yolu sor Allah’tan. Bul o yolu, izi. Damlaya deryasını göster ey insan!
“Bütün bunlar bir uyarıdır: öyleyse, dileyen Rabbine giden yolu bulabilir.” (29)