Düşün [yeryüzünü] karanlığa boğan geceyi ve aydınlığı yükselten gündüzü! Erkeğin ve dişinin yaratılışını düşün!
Gerçekte, ey insanlar, siz çok çeşitli hedefler peşindesiniz!
Her kim başkaları için harcar ve Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşırsa ve nihaî güzelliğin/iyiliğin gerçekliğine inanırsa, işte onun için [nihaî] huzur ve rahatlığa giden yolu kolaylaştıracağız.
Cimrilik yapana ve kendi-kendine yeterli olduğunu zannedene ve nihaî güzelliği/iyiliği yalanlayana gelince onun için zorluğa ve sıkıntıya giden yolu kolaylaştırırız.
Bakalım serveti onu koruyacak mı mezarına girdiği zaman?
Bakın bize düşen doğru yolu göstermektir ve hem öteki dünya, hem de hayatınızın bu ilk bölümü üzerindeki hâkimiyet bize aittir.
İşte, sizi alevler saçan ateşe karşı uyarıyorum. Öyle bir ateş ki kimse girmez, en onulmaz azgınlar dışında. Hakikati yalanlayan ve ondan yüz çeviren azgınlar.
Ama Allah'a karşı sorumluluğunun bilincinde olanlar ateşten uzak kalacak.
Arınmak için servetini başkalarına harcayanlar gördüğü bir iyiliğin karşılığı olarak değil ama yalnızca yüce Rabbinin rızasını kazanmak için… İşte böyleleri de zamanı geldiğinde sevinci tadacaklar.
(Leyl )
İki yol var. İki yordam. Nihai iyiliğin ve güzelliğin hayat hali. Olgunun olay, iddianın ispat hali. İyiliği söylemekten çok yaşamak. Değil anlatmak, savunmak değil. Savunmasız yaşamak. Temsilen değil oynanmayan bir samimiyetle. Bağıra çağıra değil sessiz ve saygılı. Şov yaparak değil sekinetle. Ağlamadan. Bir dertten yüksünür gibi değil. En iyiyi en iyi şekilde yaşayarak iyiye ve güzele bizzat tanıklık. Profesyonelce. Liyakat içinde. Üretmenin, varlığı kendi içinden, zihninden, ellerinden, dillerinden ve sair kaplarından yeniden doğurmanın heyecanıyla. Ciddi bir tebessümle... Başkasını beklemeden. İlk olarak. Öncü olarak. Arkasına bakmadan. Bir ben miyim demeden. Bin benim diyerek. “O veya bu şunu yapıyor ve o veya bu hiçbir şey yapmıyor ” demeden. “Ben ne yapıyorum?” diye diye, hatta “Ben şunu yapıyorum” bile demeden yapmak. Ya- şa-mak…
“Ya ya ya. Şa şa şa…” sesini beklemeden ne yalnızlığından, ne sürü sürü insandan.
Rabbin “tahtından” seyrini esas alarak… İnip sahneden toprağı topuklayarak. Ya-şa-mak…
Y-ol sorumluluk bilincinden geçiyor. Sorgulamaktan kendini. Sora sora aslına varmak ve aslından çıkarak çoğala çoğala yolda iken ölmekten.“Inga”sını sonsuzluğa duyurmaktan sonra ve meleklerin müjdesine konu olmaktan geçiyor.
Bir de bunun tam aksi bir yol var. Sorumsuzca. Aramadan kendini, hiç sormadan alınan. Olmadan hiç, olgunlaşma çabası içine düşmeden düşülen.” Serveti” ne ise artık, biriktirdiği, yaslandığı, güvenip kendinden olduğu, şımardığı neyse ona dayanarak, üstün bir güç tanımamak, hesapsız, kitapsız, ilkesiz yaşamak var.
Gece bir yanıyla cehalet, bilgisizlikte inat ve karanlık işleri çağrıştırsa da tam aksi zihin aydınlığı için okumalar, enim konum, sil baştan düşünüp taşınmalar için bulunmaz bir zamandır da. Bulunmaz; çünkü gecelerimizi daha çok renkli televizyonlar, bilgisayarlar, g-öz yorgunlukları alır. Gecenin hırsızları içinde en masumu uykudur. Bir hayat aralığı. Bir moladır hiç olmazsa. Fakat işte uykular yalnızca geceyi çalmaz. Okumayı, düşünmeyi, sırların saçılışını, aydınlanmayı da çalar. Sekineti ertesi günkü, gelecekteki basireti de çalar.
Gündüzse işler, güçler, meşgaleler, telaşlar, koşturmalar, kentteyse hayat, malum “yoğunluklar” zamanıdır.
Gece dinginlik. Gündüz yorgunluk zamanı. Gece uzanır zaman. Ağırlaşır. Gündüz ayaktadır. Durmaz. Yürür. Koşar. Şaşar. Zıtlaşmanın danışıklı nöbetleri. Farklılığın ellerinin zamanda, geçip gitmede, fenada birliği. Aynılığın farklılık paydasına kaçışı…
Yaratılıştaki çifterlik, zıtların gizemli dostluğu, adeta birbirini yok ederek varlık dayanışması içinde oluşları, kadını, erkeğiyle çift kutupluluk nasılsa, insanların da, -senin benim onun da- yaşam seçimleri, eğilimleri, tercihleri, hatta tercihlerine giden yol, yordam ve yöntemleri, ulaştıkları hedefleri de farklı farklıdır. Hepsi de insan. Hepsi de birer tercih. Bir bir tercih. Hepsi birer, ikişer, beşer sebebe tutunan. Ve bir sonuca varan, varacak olan… Hepsi kendine özgü birer bahane. Hepsi özgün, gelişigüzellikte, iğretilikte olsa bile bir sonuç. Bir bir sonuç. Son. Hedef…
Aynılık ortak bir kökendir. Farklılığı doğurur durur. Farklılıklar da bin başka farklılıkları. Böyle böyle asılda, kaynakta aynılıktan başlayan benzerlik, farklılıkların o kendini gerçekleştirme, öz varlığını bir fark oluşturarak ortaya koymasıyla sonlanır. Zorlu bir koşu bu. Herkes birincisi olabilir kendisinin. Ya da sonuncusu olur yine kendisinin.
Gerçekten de ne kadar farklıyız. Birimiz yaşamını akıllı bir yürütmeden, bir noktadan sonra gözlerini yumup her şeye, büyük bir güvenle, aslında görmediğine imanla başlatır. Gördüklerine o kadar güvenmez hatta. İnanmaz. Bir başkamız ise beş duyunun körlüğünden görmedikçe bir şeyi asla kabul etmez.
Kimimiz namaza durur. Kimimiz zamansızdır. Kıblelerimiz, yönelişlerimiz zıt. Birbirimizin sırtına bakamayız hiç. Yüzüne, kişiliğine de… Ufkuna da…
Kimimiz daha çok harcayabilmek için daha çok kazanır. Kimimiz mal mülkün kendisini, hayatını harcayıp gitmesine izin vermez. Kimimizin eli açıktır. Kimimiz savurgan. Kimimiz tutuk. Geceye benzeriz kimimiz. Karanlıktır zihnimiz. Hayatımız biraz karanlıktır. Cahilizdir. Bilincimiz uykulu. Duyarsızlığı yeğleyenizdir. Bencillik iyidir kimimize göre. Kendisi kazansındır. Bize nedir. Kimimiz deniz gibi serer gönlünü. Kıyılarında kalınır. Durmaz cömertliği. Bir oltaya bakar vermeleri. İnsanı sever. Merhametinden yerinde duramaz. Eğilir. Uzanır. Öper. Okşar. “Bir ihtiyacın var mı?” der. Tutamaz kendini başkalarına verir. Verir. Verir. Almayı unutur.
‘Neden böyle olduğunu bir düşün’ der Leyl insana. ‘Farkını başlatan nedenleri bir gözden geçir. Ve geldiğin noktayı. Yakaladığın veya seni yakalan hedefini bir düşün.’
‘Nasıl ve hangi nedenlerle başladın ve geldin bu sonuçlara? Geldiğin yer güzel mi? Memnun musun seçimlerinden. Tercihin senden memnun mu? Seçtiğini beğeniyor musun? Seçtiğin seni beğeniyor mu? Seçtiğin hayatın bakış açısına, ilkelerine göre iyi durumda mısın? Layık mısın seçtiğin hayata? Seçtiğin hayat sana layık mı? Yakışıyor mu insanlığına?’ sorularını diker insanın Leyl’ine…
İnsanlar seçtiklerini yeniden seçmeliler. Çünkü çoğu zaman seçimlerinin ayırdında değildirler. Seçmemişlerdir. Seçtirilmişlerdir.
Herkesin farkındalık zamanı aynı zamana denk düşmez. Farkındalığın özel bir zamanı da yoktur zaten. Zamansızdır. Her zamandır. Leyl, insanın yolunu adımlayıp dururken onu durdurup “Bu yolu gerçekten sen mi seçtin, bu adımlar sana mı ait, iyi mi etmişsin seçmekle bunu? Bir düşün…” der. Yolun sonundan haber eder. Yolu adımlamış ve sonunu bilmiş bir alim/ bilen henüz yolcu olana koşar ve sonunda bir yangın, bir hüzün, bir mahcubiyet, bir pişmanlık varsa bunu ona dürüstlükle bildirir.
Yolların sahibi bilir. Yolcuların sahibi bilir. Bilmesi senin mecburluğun değildir. Bilmesi ve bildirmesi O’nun şefkatidir.
Bir aşkı, yıldırımı, bir sevgiyi, çarpılmayı, çarpışmayı, görücü usulünü veya beşik kertmesini bahane ederek seni dünya avlusunda terk etmeyişinin izahıdır bu satırlar. Seni bir kenara, bu “dar”a atmayışının…
Leyl insanın yolculuğunda sabahlamasıdır. Sabaha ermesi. Kendini ve gittiği yolu apaydınlık bir düşünceyle, yeniden ve yeniden irdelemesidir. Yol sorma gibidir Leyl. Yolunu sorgulama. Dönme veya devam etme. Daha iyiye dönme. Daha az iyiden ve daha az güzelden... Daha güzele, daha güzel devam etme. Artık hangi sonuca, hedefe varmak istiyorsa…
Bunu bir kendisi bilmedir. Yol bilincidir. Adımların yalnızca atanın adımı olması… Neye adım atıyor adam, nasıl atıyor… Nereye varacak? Bilmesidir.