“Vay haline ölçüyü eksik tutanların...
Onlar, öteki insanlardan haklarını eksiksiz isterler. Ama borçlarını ölçüp tartmaya gelince, onu azaltmaya çalışırlar. Hak yemeye gelince ölçüsüz, hak vermeye gelince ölçü düşkünü… Onlar bilmez mi ki tekrar diriltilecekler. Ve korkunç bir Gün'de hesaba çekilecekler. Bütün insanların âlemlerin Rabbi huzuruna varacakları Gün'de... Gerçek şu ki kötü ruhluların kaydı, kayıpsız/ kaçaksız bir şekilde tutulmuştur!” (1-7)
Ölçüsüzlüğe...
Kendisi için haklar çoğaltıp, ödevleri bir bir silen, sıra başkalarına gelince hakları eksiltip, sayısız ödevler yükleyene... Kendi ödevlerini başkalarına, başkalarının haklarını kendisine saklayana... Hak ve ödevler dengesizliğinin krallarına. Adaleti bir kendine ayıranlara, kayırımcılara yazıklar olsun!
Sınıfsal ayrıma dayanarak her zaman haklı olanlara... Bir kendileri haklı olanlara... Sınırsız haklılığa... Sorumsuzluğun yoz özgürlüğüne... Yazıklar olsun!
Başkalarına sınırsız ödev yükleyenlere... İnsanlık ödevini, ahlaki ödevleri, dini/kulluk ödevlerini, mesleki ödevlerini hep ve adaletsizce karşıdakine, karşı cinse, karşı fikre, karşı sınıfa, başkasına, ötekine yükleyenlere...
Ölçüsüzlüğe yazıklar olsun. Günlük hayatta, sosyal hayatta, sokakta, çarşıda, pazarda, insani, mesleki, resmi, gayr-i resmi ilişkilerde temel ahlaki ölçülere ve ilkelere göre bir duruş sergilemeyenlere... Yazıklar olsun! Yazık buna maruz kalanlara.
...
Kötü bir ruhsan eğer. Başa çıkmak istemiyorsan kendinle. Boşvermişsen ya da. İlahi bir gözaltındalık bilincin yoksa. Huzur’da hissetmiyorsan kendini. Huzur’u hiçe sayıyorsan... Gözlerden saklı, gizlice, buralarda, haksızlıklar, kayıplar, kaçaklar, kaçamaklar yapabilirsin. Gözler’den kaçabilirsin, insan gözlerinden. Hesapları gizleyebilirsin. Kayıt dışı kalabilirsin dünyada. Fakat o gün; o kimsenin adaletten kaçamayacağı muhteşem günde kayıpsız kaçaksız tutulacak, tutuklanacaksın.
O günü uzak bilme. Yakındır. O gün daha bugünden başlar. Yaşadığın her ölçüsüzlük, yaptığın her haksızlık daha şimdiden ayak bağın olmaya, göğsünü daraltmaya başlar. Yapamazsın. Yakalanırsın günün birinde kendi ettiklerine. Bulma dünyasında...
Yalnızca ticari hayatta eksik tartmaz insan. Kendinden başlar eksik tartılara. Mesela kendini ikiye böldüğünde bedeni ona daha ağır bir parça, daha göz önünde ve dikkate alınması gereken bir şey gibi gelebilir. İnsanlar oradan ölçüp biçiyor, değerlendiriyor diye kendini, o da fiziğini, imajını iyi tutmaya adanır. Ruhu ise hafif ve g/öz ardı edilebilen bir yanıdır. Bir ağırlığı olmayan. Bu tartıya göre öncelikle ve sadece bedensel ihtiyaçları muhakkak gözetilmesi gerekir. Lüksleri bile. Hazların çok başlılığı, aşırılıkları, şımarıklıkları mesela, bir insan kalbinin en temel muhtaçlığını, yoksulluğunu, açlığını ezer geçer. Ruhsal ihtiyaçları çok gözetilmese de olur sanabilir insan. Böylece en başta kendini eksik tartar. Eksiltir. Mutaffifin/ eksik tartma, en başta kendisini bütüncül ele alamama, eksik değerlendirme, kendine karşı sorumluluğunu bilememe, aslını göz ardı etme ve haklarını da hak etmeden, hak etmediği kadar almaya kalkışmayı getirir.
Sıra ilk sosyalleşmede, ailesi, yakını olsa bile başkası ile birlikte olmaya gelir. Onları değerlendirme ve onlarla olan ilişkilerindeki haksızlıklarda da ortaya çıkar mutaffifin. Baba ve anne olma, kan bağına dayalı ilişkiler, akrabalık ilişkileri, sevgi ve saygıda yaşanan ölçüsüzlükler, abartılı, aşırı veya cılız geleneksel, toplumsal rollerdeki mutaffifin de apayrı bir sorundur.
Sonra sosyal hayata ilk çıkışında kalabalıkları şu ayrım başlıkları altında tartmaya kalkar insan. Elitler. Sıradanlar. Seçkinler. Kalabalık halk kitleleri. Çok zaman karşısına çıkan herkesi zengin veya yoksul, iyi giyimli veya pejmürde, güzel veya çirkin, marka ya da değil gibi hep maddi değer ölçümlerinden yola çıkarak tartar. Tartının ölçü birimi baştan sorunludur. Yazıklar olsun eksik tartılara! Yazıklar olsun hakikatli tartmayan her somut ya da soyut ölçüye, biriminine, her ölçüsüzlüğe...
Yazıklar olsun maddi değerlerle insanları, hayatı ölçüp biçen ve maddi değer olmadığında o şeyi değersiz addeden, bir kenara fırlatan, önemsiz gören, ilgilenmeyen, haksızlık yapanlara!
Ekonomide, ticarette haksızlık yapanlara ise ayrıca yazıklar olsun. Onlar ticari hayatın inceliklerini iyi bildikleri için kişisel çıkarlarını çok hassas bir titizlikle korurken, bu konuda son derece cevvalken, sıra ortaklarına, müşterilerine gelince aynı titizliği göstermezler. Nedense karşılıklı güzelce kazanalım, kazancı paylaşalım düşüncesi yoktur kolay kolay iki tarafta da. Böyleleri malum bir kaç kuruş için servetini kaybedecekmişcesine didinir durur. Kimi iş adamları dünyayı alabildiği kadar almaya, satabildiği kadar da satmaya çalışır gibidir. Çalışma hayatının prensipleri, kazanmanın sınırı yok gibidir. Kaliteli üretmez. Fahiş fiyat koyar. Stoklar. Alıcıysa abartılı bir şekilde pazarlık delisidir.
Devletin hakları konusunda halkını bilinçlendirmemesi, halkı bilinçleninceye değin devlet adına halkın haklarını kendi menfaatleri için kullanacak çıkarcı kesimler, kalite, marka, özgünlük baskısıyla fahiş fiyatı dayatan büyük ticari markalar, sözüm ona seçkin, elit tabakaların bunu bir üstünlük olarak alıp nasılsa maddi güçleri var diye sorgusuz sualsiz zengin pazar olmaya, sınırsız tüketime devam etmeleri, gelir düzeyi düşük halkın doğru dürüst iyi gıda, giyim, eğitim ve diğer başlıklardan yararlanamayışı ve bunun gibi pek çok konu hep o eksik tartmaların, hayata, insana bakış açısındaki ölçüsüzlüğün, sahip olunan değerleri bilmezlik ve bilinç eksikliğinin, uygulamalardaki yetersizliğin, olgun bakamayışın, hakk ile yaşayamayışın sonuçlarıdır.
Fakat bu “geçmişin masalları, çağdışı kalmış sayfalar, çok çok eski bir kitap, eskilerin yaşanmış bitmiş hikâyelerini anlatan ve halkları uykuya, bilinçsizliğe çağıran bu Kitap'ta bunlar yazıyor.
Sizi yazıyor bu kitap. Yaşadığınız günü, gündemi, sabahtan akşama haberlerinizi, gün ortasını yazıyor.
Silinmez kayıtlara alındığını yazıyor yaptığınız tüm haksızlıkların: kahramanların nice masallarını, yaşadığınız ve yaşattığınız tüm ölçüsüzlüklerin, özgürlük adı altındaki sınırsızlıklarınızın, had bilmezliklerinizin... Tek tek ve silinmemecesine... Hepsinin...
Kayıt altına alındığını yazıyor bu “masal kitabı”.
“Bilir misin nedir o kayıpsız/ kaçaksız olan? O, silinmez şekilde tutulan bir kayıttır! Vay haline o Gün hakikati yalanlayanların. Hesap Günü'nün geleceğini yalanlayanların: Oysa hak ve adalet sınırlarını ihlal edenler ve günaha batmış olanlar dışında kimse onu yalanlamaz. İşte böyle, ne zaman mesajlarımız onlara iletilse, hep "Geçmişin masalları!" derler. Hayır, onların kalpleri, yaptıkları kötülükler ile pas tutmuştur!” (8-14)