İnsan doyumsuzdur. Ancak kanaat doyurabilir.
“Bir aç-gözlülük saplantısı içindesiniz, mezarlarınıza girinceye dek süren.”
Doyumsuzluğunu haber verir insana, bu ilahi cümleler. Her şeyi çoğaltmak için ihtirasla çırpınışına ayna tutar. Gerçek veya hayali, taşınır-taşınmaz, maddi manevi kazançlar peşinde kendini nasıl da –böyle- kaybedişini… Tutkusunun başka her şeyi dışlayarak ruhsal kavrayışını eritip yok edişini... Kontrolü kaybedip her şeyi tüketişini... Dünya kadar hırsın kocaman ayaklarıyla hayatının asıl anlamı olan her değerin üstüne üstüne nasıl bastığını... Yolun ve izin insandan utanışını ve kendini unutturuşunu... Haber verir insana.
Doyumsuzluğunun mezarında soluk soluğa yaşamaktır bu. Nicelik dertlisi, nicelik şımarığı olup niteliğin yetimliğini seyre dalmaktır. Çamurun ihmale kalmasıdır. İnsanlığa geçememesidir bir türlü...
Düşmandır niteliğe nicelik, amacından koptuktan sonra. İçten içe kemirir durur sahibini. Sayısal çokluk, nadir olana, az-özlülüğe, değerlerine saygısız kalmayı önerir edepsizce. Kıymet bilmemeyi öğretir. -Nasılsa bundan bizde çok var- demeyi. Değersizleş(tir)menin hikayesini yazdırır . Hep -daha çok olsun- arzusuyla ‘azın özlülüğü’nü bir güzel unutturur.
Kanaatin asıl varsıllık olduğunu bilmez. Niteliğin bolluğu olduğunu bereketin... Bilmez.
Bu sürükleniş insanı o kadar meşgul eder, o kadar yoğun kılar(!) o kadar alır götürür ki -daha çok harcamak için daha çok kazanmak- yaşam biçimi oluncaya kadar. Çok tüketmek için tüketim gücünü artırmak... Yani tüketenin tükenişi. Tüketim devinin kaçınılmaz cüceliği.
Biriktirdiklerini yaşamaya zamanı kalmayacak kadar... Biriktirdikçe eksilecek kadar... Hayatı ağır ağır, çiçeği koklayamadan, rüzgâra dokunamadan, gemiye el sallayamadan, bebeği doya doya öpemeden, nihayet cenazesine dek ağır ağır -el üstünde tutmadan- kendini, eşini-dostunu, hayatını... Iskalayacak kadar... Yığar kendi enkazını.
Tekasür... Bir aldanıştır. Birliği öteleyen bir çokluk. Bir yanılsama. İnsanın kalkıp kendini ezmesidir kesretin izdihamında.
Her insanın doyumsuzluk noktaları var. O noktayı yaşamı kadar büyütüp, ömrü kadar uzatıyorsa ne kötü... Hayatı boyunca onu doldurmaya çabalıyorsa... Oysa o hiçbir zaman dolmayacaktır. Doyumsuzluk doymaz. Doyarsa ancak kanaat doyabilir; yetinme doyabilir.
Fakat hamurundaki bu doyumsuzlukla başa çıkamayan insan, artık somut ve maddi değerlerin doyum ve mutluluk getirdiğine iman ediyor. Kendisine ego ideali olarak ruhsal sefayı değil bedensel zevkleri seçiyor. Doyurulması gereken temel ihtiyaçların ne listesi bitiyor, ne oranı bir ölçüde duruyor. Hakikaten ihtiyaç olanı tespit etmesi iyiden iyiye güçleşiyor. Lüks ihtiyaç olalı çok zaman oluyor. Temel ihtiyaçlar değil, temelsiz lüksler devri kapanmak bilmiyor. Bütün dünya ihtiyacı haline geliyor. Bu yüzden dünya nüfusunun yarısı çok az bir gelirle “yaşıyor”. Buna karşılık dünya nüfusunun yüzde onu toplam gelirinin yüzde yetmişini alıyor. Birilerinin çoğu diğerlerinin azı, yoğu oluyor. Birileri tokluktan “ölürken” diğerleri aç açıkta “yaşıyor”.
“Zamanı geldiğinde anlayacaksınız! Evet, zamanı geldiğinde anlayacaksınız! Hayır, bilseniz mutlaka -önseziyle- görürdünüz cehennemin yakıcı ateşini...”
Bu tecrübenin insanın / insanlığın en acı tecrübelerinden biri olduğunu anlayacak insan. Aşırı hırsların, sözgelimi ekonomik büyüme hedefinin doğal çevreyi, insanın kendi doğasına olan tahribini anlıyor, daha da anlayacak. Bu nedenle bütün ruhsal yönelişlerin izlerini tamamen kaybetmek üzere olduğunu görüyor. Bir düş kırıklığı, yaşamak için gönderildiği bu bahçeden, bu dünya cennetinden de düşüşünü yaşıyor.
Tekasür; çok para, çok giysi, çok ev, çok araba, çok bilgi, çok sevgi, çok eşya, çok arkadaş, çok eş, çok fikir, çok din -çok tanrı- anlamına geliyor. Daha güzeli, daha iyisi, daha pahalısı, daha markalısı derken sonu gelmiyor. Peki, şimdi ne olacak. Her şey ne kadar çok… -ken ne yapacak insan?
Çokluğa dayanamaz insan. Azlık özlüktür. Dinginliktir. Sadeliktir. Ne yaptığının, ne yaşadığının farkında olmak, bu bilinçle yaşamaktır. Tadına varmaktır. Hâkim olmaktır. Telaşsızlıktır. Düşünebilmektir. Şaşırabilmektir. Mutlu olabilmek...
Aç gözlülükse insanı yiyip bitiren, doymayan bir şey. Ağlayıp zırlayan bir tutku. Yutkunup duran bir ateş.
“Sonunda onu keskin bir gözle –nasıl olsa- mutlaka göreceksiniz”
Bir türlü doyurulamayan açlıkta sürünür insan. Gözleri açık gider insan(lığ)ın böyle giderse; mezarına varıncaya değin… Ki yığma eşyalarla devasa kurganlarında, bir nevi nekahattadır insanlık.
“Ve o Gün hayatın nimetlerine karşı yaptıklarınız için mutlaka sorguya çekileceksiniz!”
Nimet, yeteri kadar yararlanılan her şeydir. Ve arttığınca da yararlandırılması gereken... Biriktirerek atıl, kullanım dışı bırakılan ve çürümeler cumhuriyeti için kenara yığılıp saklanan değil.