“O son müthiş sarsıntıyla yeryüzü ağırlıklarını attığı ve insan: "Neler oluyor?" diye bağırdığında, o gün yeryüzü Rabbinin vahyettiği şekilde bütün haberlerini ortaya dökecek.” (Zilzal 1-5)
Yeryüzünde ağırlığı, değeri nedir insanın? Neyin kefesine konulur, nasıl tartılır insan? Mizanı nedir?
Ağır mıdır? Hangi ağırlığı ağırdır?
Kilosu, imajı, parası, pulu, diploması, titri, popülerliği maddi gücü, yetkileri kadar mıdır?
Cürmü, günahı ya da sevabı; iyiliği, güzelliği kadar mıdır?
Demir bir külçe kalbi tartabilir mi?
Bir kefesinde ağırlık kalbiyse, kalbi ağırlayan mizan nasıldır?
Yer/topraktan kalkıp gelen insan, yeniden yere/toprağına dönüyorsa, biz hayattayken bizi besleyen toprak öldüğümüzde bizimle besleniyorsa, onunla birbirimizi yuttuğumuzu, birbirimize dönüştüğümüzü, sırayla birbirimiz olarak varlığın devamına vazifeli olduğumuzu, dahası bu doğurgan döngüyü aslında nihai olarak Yaradan’a borçlu/verecekli olduğumuzu biliriz.
Toprağın sofrasından doyduk elhamdülillah. Toprak da bize doyduğunda yer sofrası kalkacak… Bir ayaklanma, bir kıyamet...
Gün gelip çattığında dünya gebeliklerinden kurtulacak.
Gecenin ortasında mışıl mışıl bir uykudan, rahat yataklardan, bir rüyanın yarısından kulakların yabancısı olan korkunç çığlıklarla fırlamak zorunda kalışını hayal et kalabalıkların…
İnsanlık bu günleri yaşayacak. Çok da küçük olmayan örneklerini sadece tabii afetler olarak değil; ahlaki, siyasi, ekonomik, kültürel, sanatsal alanda çokça felaketler olarak da yaşıyor. Fakat bu bambaşka. Bu dünyanın kıyamı olacak!
Çok geçmeden toprak sancılanacak ve insanlık höyüklerden, tepelerden, ovalardan, mezarlardan, tarihini doğuracak; yaşanmışlıklarını, bütün birikimlerini, gömülerini… Üst üste şehirlerini, medeniyetlerini, uygarlıklarını, kronolojisini, özgeçmişini, yığdıklarını, diktiklerini, yıktıklarını, bütün hatıralarını… İyisiyle kötüsüyle albümlerini, çeyizlerini, kilitlerini, kasalarını, zenginliklerini ve yoksulluklarını, geçmişinin içinden geleceğini, bir anlamda geçmemiş olanını, arta kalanını…
Yeni bir dünya, yani ahiret için bu. Son kez bir hayat, sonsuz bir hayat için.
Ahiret, dünyadaki yaşanmışlıkların bize -ileri dönüşü- olacak. Geçmişimizden ne kadar kalabildiysek, kalan yanımız bize gelecek olacak. Yaşanmışlıkların birazı yaşadığımız şu hayatta, yaşarken, kalan bütünü de öldükten sonra, yaşamın ve ölümün ahirinde, ertesinde bizi karşılayacak…
Yerin çivisi çıktığında, yeri emanet alan sorumlu insan sorumluluklarını dünyayı çekip çeviremeyeceği kadar/dünyanın anlamsızlaşıp dönmek istemeyeceği kadar terk ettiğinde bütün kurulu düzen ayaklanacak… İsyan çıkaracak adaletsizliğe.
Kıyamet; Yaratıcının emriyle büyük dünya devrimi gerçekleşecek.
“O Gün bütün insanlar, geçmiş fiillerini görmek üzere birbirlerinden ayrılmış olarak ortaya çıkacaklar.
Ve kim zerre kadar iyilik yapmışsa, onun karşılığını görecek, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun karşılığını görecektir.” (Zilzal 6-8)
Fasl / ayrışma günü geldi çattı. İyilikle kötülük kol kola olamaz. Olamazdı.
İyilikle kötülük bir-lik olamaz. Olamazdı.
Sıkı fıkı olamaz. Dost olamaz. Ömür boyu, ölüm boyu, diriliş boyu yaşayamazdı…
Ayrıl o vakit kötülüklerden şimdiden.
Seyreyle geleceğini.
O vakit yerin yüzü senin iyiliklerinle gülsün. İyi haberlerin yankılansın. İpliği ipektenmiş denilsin mahşer pazarında.
İşte o vakit senin servetin iyiliklerin olsun. Takın, süsün, değerin ve ağırlığın… Yapıp denize, bilinmezliğe, ünsüzlüğe, riyasızlığa atıverdiğin… Hakiki hatır için unutuverdiğin.
Mesela yakınından uzağına çevrende arkasız, sahipsiz kimse kalmadığı anlaşılsın o gün. Yakınında arkalanan yetimler, sahipsizler gülümseyerek girsinler koluna.
Yürüdüğün yollarda dilenci kalmadığı da ortaya çıksın. İhsan, geçici ilk yardım kadar, ondan daha fazla ıslah / kalıcı son yardım, tamamen iyileştirmeler yapmış olduğunu gör o gün sen de… Şaşır; iş imkânı oluşturup insanca yaşamasına katkıda bulunduklarının mutluluklarını ve ürettiklerini gördüğünde. Şaşır; basit bir iyilik besmelesinin, başlangıcının, nasıl hamd edilesi sonuçlara, sürpriz hedeflere doğru ilerlediğine tanıklıkla…
O gün kolay kolay hiçbir kalbi incitmediğini öğrenince ağlamaklı ol. İncitmiş olduğunu da gidip bir güzel onarmış olduğunu…
Çocuklara oyuncak, yaşlılara kitap olduğunu…
Kürsüde kitap, kalem tutan elinin, evde kendi işini kendi gören, gerekirse bir işin ucundan tutan, sahilde, parkta çöp toplayan bir el olabildiğine sevin. “İyi ki!” de tartıdaki ağırlıklarına. Zamanında hafif, küçük gördüğün, azımsadığın iyiliklerin nasıl kocaman olduğuna sevin.
Sokağındaki pisipisilerin, köpeklerin gözlerine damla, açlığına ekmek, kuyruğuna sevinç olduğunu gör.
Güvercinleri ürkütmemek için yolun kenarından yürüdüğünü hatırla ve gülümse.
“Meğer sen ne imiş” olduğunu sadece o gün gör. Daha bu gün burada ben ne imişim demeden, bir hiç gibi yaşadığını ve iyi ki öyle yaşamış olduğunu anla.
Ve o gün dünyadayken yaşatılan tecridin aslında hakikatle kaynaşmandan, sıkı fıkı olmandan kaynaklanmış olduğuna da tanık ol.
Maruz bırakıldığın sürgünün hakikate göç etmek olduğuna da…
Nasıl da gözaltında yaşadığını bir kez daha bütün açıklığıyla anla! Yaptığın her şeyin, en ufak bir eylemin bile kaydedildiğini, silinmediğini, geçmişin bir ileri dönüşüm olduğunu idrak et!
Yer ağırlıklarını fırlattığında…
Hiçbir iyiliği küçümseme. Bütün iyilikler büyüktür.
Hiçbir kötülüğü de azımsama. Bütün kötülükler de “büyük”tür.
Küçük bile olsa kötülüğe bulaşmamak için çaba harcamış olduğunu gör ne olur, yer ağırlıklarını fırlattığında. Bulaşsan da yeniden bir iyilikle arınmaya çabaladığını gör.
Ne olur…
Yer ağırlıklarını ortaya çıkardığında…