Dosyalar
Hz. Peygamber ve Çocuk
 

Kurban Kesmenin Metafizik Temelleri

9 Temmuz 2019 Salı Dosyalar / Kurban ve Hac


İslam'da kurban kesme vakıasını, tarihî menşeinden itibaren günümüze kadarki seyrinde herhalde üç merhaleye ayırmak mümkündür:

1. Hz. İbrahim'in kendi oğlunu Allah'a kurban etme teşebbüsü.

2. Bu teşebbüsün yine bizzat Allah tarafından durdurularak Hz. İsmail'in yerine bir koçun gönderilmesi. Bu ikinci merhalede dikkat edilirse kurban eden aynı kalmış, fakat kurban edilen değişmiştir ki bu da intikal devresidir.

3. Son merhalede, yani bizlerde ise, hem kurban eden değişmiştir ve hem de kurban edilen.

Bilindiği gibi kurbanın tarihi İslamiyette Hz. İbrahim (as) oğlu Hz. İsmail (as)'ı kurban etme teşebbüsü ile başlar. Sonra bu teşebbüs, bizzat Allah tarafından Hz. İsmail'in yerine bir koç kurban edilmesi şekline çevrilir. Daha sonra da bizlerde koyun kurban etme şeklinde devam eder.

Hal böyle olunca, karşımıza halledilmesi gereken yeni bir takım meseleler çıkmaktadır.

1) Hz. İbrahim'in öz evladı olan Hz. İsmail ile olan baba-oğul münasebetine karşılık, Allah tarafından oğlunun yerine gönderilen koç arasındaki benzerlikler, başka bir deyişle baba-evlat ile sahip-koç arasındaki münasebetin ayrı tarafları belli olmakla beraber, bir ve aynı olan tarafları nelerdir?

Hz. İbrahim (as)'ın kurban olarak evladını seçmesi tesadüfi değildir. Bunu, yani bu seçişi sadece sevgi ile değerlendirmek de mümkün değildir. Çünkü insan pekala ailesini de evladı kadar, belki de daha fazla sevebilir. Böyle olabileceği halde, Hz. İbrahim (as)'ın kendi öz evladını seçmesinde daha başka hikmetlerin var olacağı muhakkaktır.

Ana-baba ile evlat arasında sadece manevi bir bağ olan "sevgi" den başka maddi bakımdan da kuvvetli bir bağ mevcuttur. Zira evlat, ana-babanın maddi varlıklarının bir neticesi ve yine onların maddî ve manevî bir devamıdır. Hal böyle olunca, baba ve ananın kendi manevi varlıklarının bir devamı olan evlatlarını kurban etmeye razı olmaları, bir bakıma kendilerini, kendi öz varlıklarını fedaya razı olmaları demektir.

Koç ile sahibi arasında da tamamen aynı münasebetler mevcuttur. Koyun madde, yani para karşılığı alınıp kesilmekte ve eti de bir kısmı evde bırakılmak üzere fakir-fukara, eşe-dosta hediye edilmektedir. Bir insanın zaman ve emek (yani güç ve enerji) olarak kendi ömründen bir parçasını teşkil eden, yani onun geçen ömründen bir kısmı demek olan para ile koyun alarak kesmeye razı olması, zaman ve emek sarf etmek suretiyle kendinden bir parça haline gelen evladını kesmeye razı olması ve daha kısacası kendini kurban gibi feda etmeye razı manasına gelir. Yine insanın kendi maddi varlığından bir kısmını vererek kazandığı para ile arasında maddi bağlantı olduğu gibi, aynı zamanda ömrünün bir kısmı demek olan para ile manevi bir bağlantı, bir sevgi bağlantısı da mevcuttur. Çünkü o para, o insanın ömrünün bir kısmını temsil etmektedir. Kısacası para, insanın evladı gibi, hem maddi ve hem de manevi olmak üzere her iki tarafının da tamamlayıcısıdır ve onlar öldükten sonra da iyi veya kötü olarak tıpkı evlat gibi onların bir devamcısıdır. Bu gerekçeler iledir ki, Hz. İbrahim (as)'ın evladı Hz. İsmail (as)'ı kurban etme teşebbüsü bizlerde kendi alnımızın teri ile helalinden kazandığımız para karşılığı aldığımız koyun, kurban etme şeklinde devam ede gelmektedir.

Gerek Hz. İbrahim'in evladı Hz. İsmail'i kurban etme teşebbüsü ve gerekse bizlerin koyun kurban etme gayretlerimiz, madde üstü olup manevi sahaya giren sevgiyi de kademelere ve merhalelere ayırmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'in kıssasıyla kendi sevgisinin insanlara saadet ve selamet getireceğini ve ancak kendi sevgisinin insanlığı, düştüğü girdap ve felaketlerden kurtaracağını anlatmak istemektedir.

Hz. İbrahim'in evladı Hz. İsmail'i kurban etme teşebbüsünde Hz. İbrahim'in hareket noktası Allah aşkı idi. Allah aşkının Hz. İbrahim'deki tezahür ve tecellisi idi. Allah aşkıyla başlayan kurban kesme vakıası, bizlerde Allah  aşkına  teveccüh etme (yönelme) şeklinde  devam etmektedir. 2) Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail ile olan münasebetine karşılık, bizlerin koyun ile olan münasebetimiz arasında ne gibi benzerlikler ve ne gibi bir ve aynı olan hususiyetler vardır?

Gerek Hz. İbrahim'in evladı Hz. İsmail'i kurban etme teşebbüsü ve gerekse bizlerin koyun kurban etme gayretlerimiz, madde üstü olup manevi sahaya giren sevgiyi de kademelere ve merhalelere ayırmaktadır. Allah Teâlâ, Hz. İbrahim'in kıssasıyla kendi sevgisinin insanlara saadet ve selamet getireceğini ve ancak kendi sevgisinin insanlığı, düştüğü girdap ve felaketlerden kurtaracağını anlatmak istemektedir.

Hz. İbrahim'in, evladı Hz. İsmail'i kurban etme teşebbüsünde hareket noktası, kemaliyle sahip olduğu ilahî sevgi idi. İşte bunun için evladını kurban etmeye lüzum hasıl olmadı ve bu aynı sevgi, bir kurtarıcı olarak tecellî etti. Buna karşılık bizlerde ise, layıkı veçhile sahip olmadığımız ilahî sevgiye nail olabilmek için para, mal, mülk gibi ikinci-üçüncü dereceden bir takım sevgilerimizi bu ilahî sevgiye feda edebilmek gayretinden başka bir şey değildir. Bu da pekala göstermektedir ki, ikinci, üçüncü veya daha aşağı dereceden de olsa herhangi bir sevginin gayret, çalışmak ve fedakarlık sonucu en üst sevgi, ideal sevgi, yani ilahî sevgiye inkılap edip dönüşeceğini göstermektedir.  Yoksa Allah Teâlâ kestiğimiz veya keseceğimiz kurbanların kanından ve etinden müstağnidir. Bu kestiğimiz kurbanların, Allah Teâlâ'ya   karşı beslediğimiz sevgi ve muhabbetin artmasına hizmet etmekten başka hiç bir değeri yoktur.                   

Bunlara ilaveten koyun, hem bizzat kendi varlığıyla ve hem de alındığı karşılık itibariyle maddedir, maddeyi temsil etmektedir.                  

1- Onu almak için para kazanmak gayesiyle sarf ettiğimiz enerji-güç-kuvvet itibariyle maddedir.    

2- Enerji karşılığında kazandığımız ve alırken de vermek mecburiyetinde olduğumuz "para" itibariyle maddedir.                       

3- Ve nihayet sırf kendi varlığı itibariyle maddedir. Hal böyle olunca, Kurban bayramının gelmesiyle, Allah  rızası için  kurban kesmemiz, maddeyi üç haliyle, enerji-para-varlık olarak  kendi nefsinde toplamış olan koyunu, yani maddeyi Allah rızasına, yani manaya tamamen feda etmemizden başka bir şey değildir. 

Burada dikkat edilirse, potansiyel halindeki enerjiyi harekete geçirip ona istikamet veren, şekil veren Allah rızasıdır, Allah sevgisidir. Canı et isteyen bir kimsenin bir koyun alıp kesip yediğini düşünelim. Burada ilk hareket noktası, yani et ihtiyacı, fizyolojik (bedenle ilgili) bir ihtiyaçtır, yani maddi bir ihtiyaçtır. Bunu alıp kesip yemekle de, bu ihtiyaç giderilmiştir. Halbuki kurban vakıasında durum, hiç de böyle değildir. Başlayış ve bitiş madde değildir, bilakis madde üstüdür. Maddenin manaya feda edilişi, zannedildiğinden çok daha fazla değer taşımaktadır. Zira İslam'dan önce müşrikler, putları uğruna yaptıkları kurbanları, putlarının dibinde keserlerdi. Böylece her ikisi de maddenin birer temsilcisi olarak bu insanların beş duygusuna hitap ederdi. Fakat bu insanlar, maddeyi kendi aralarında kademelere, sıralamalara ayırdıklarından, madde olan kurbanın yine madde olan puta kurban edilişinde hiçbir fevkaladelik görmezlerdi. İşte İslam'ın gelmesiyle, bu maddeden kurtuluş bir anda gerçekleşmiş ve insanlar maddenin dar sınırını bir anda aşabilmişlerdir.

İslam'dan çok önce, daha binlerce yıl önce, insanları maddenin dar sınırlarından ve belirli kalıplarından kurtarıp onları fikren ve ruhen yepyeni ufuklara yöneltmek için en büyük atılımı, insanı dehşete düşüren en büyük fedakarlığı, insanların bu hususa dikkatini çekmek için Hz. İbrahim (as) ve O'nun saygıdeğer oğlu Hz. İsmail (as) yapmıştır. Yapılan bu fedakarlık, insanları gözün dar zaviyesinden kurtarmış ve insanları daha büyük âlemler aramaya teşvik etmiştir. Bu da bir çok yeni keşiflerin, yeni buluşların ve modern ilmin nüvesini teşkil etmiştir.

İlave edelim ki, mananın maddeye tercihi, namazda da mevcuttur. Maddeyi temsil eden başın en büyük mana olan Allah Teâlâ'nın karşısında eğilmesidir. İzah edilmediği takdirde, bir yabancının bu hali anlayamaması da bundandır. Çünkü secde eden bir insanın karşısında madde olarak hiçbir şey, ama hiçbir şey yoktur. Fakat namaz kılan bir Müslüman gözleriyle görmediği, inandığı bir tek varlık önünde rahat rahat eğilebilmekte ve secde edebilmektedir. Bunu da gayet tabii, gayet normal görmekte ve hiçbir şekilde yadırgamamaktadır. Bu da aliminden cahiline kadar herkesin bu metafizik meseleleri ne kadar iyi kavradığını çok iyi bir şekilde dile getirmektedir.

Bunlardan başka yine bu kurban vakıasının cemiyet içerisinde pek çok tarafı vardır. Etinden ve yününden konu komşunun, fakir fukaranın istifade etmesi gibi. Göze ilk bakışta cüzî gibi görünen bu kurban etinden fakir fukaranın istifade etmesi meselesi, ciddi olarak hesaplanırsa, hiç de küçümsenmeyecek neticelerin alınacağı muhakkaktır. İşte bu küçücük bir vakıa bile, ilahî sevginin her yerde herkese iyilikten başka hiçbir şey getirmeyeceğini gösterir. Nitekim canı et istediği için bir koyun alıp da kesen bir kimsenin bu koyunun etini kendi boğazından keserek fakir fukaraya dağıttığı pek görülmüş hadiselerden değildir. Bu kimsenin hareket noktası fizyolojik ihtiyaçtır. Halbuki kurban kesen bir kimsenin hareket noktası ise Allah sevgisidir.

Çalışıp didinip alnının teri ile ayda 1.800 Lira alan ve Kurban bayramının gelmesi ile bu aldığı paranın yarısını teşkil eden 900 Lira karşılığında bir koyun alıp Allah rızası için kurban eden bir Müslüman düşünelim. Tabiidir ki, böyle bir kimse bu koyunu kestikten sonra, bir kısmını çoluk çocuğuna, bir kısmını ise akraba ve taallukâtına ve diğer kısmını da fakir fukaraya vermek üzere üç kısma bölecektir. Koyunu 900 Lira'ya almış olduğuna göre, 300 Lira'sı eve çoluk çocuğuna, 300 Lira'sı akrabalarına, eşine dostuna, nihayet son 300 Lira'sı da fakir fukaraya gidecektir. Dikkat edilecek olursa, bu kimse, sırf akrabalarına hediye ettiği etin karşılığı olan 300 lira için tam beş gün sabahtan akşama kadar yaz kış, soğuk sıcak demeden çalışmış çabalamıştır ve bu parayı kazanmıştır. Sabahleyin evinden çıkıp işine giden ve işinde akşama kadar bıkmadan usanmadan çalışan ve bu emeği karşılığı aldığı para ile aldığı koyunun etini akrabalarına gönderen bu kimse, onları hatırlamış, onlara olan sevgi ve bağlılığını isbat etmiş ve nihayet onları ziyaret etmiş durumdadır.İslam'da sıla-i rahim, akrabaları ziyaret esası vardır. Burada dikkat edilecek olursa, gerek akrabalarını ziyaret eden kimse ve gerekse onlara kurban eti gönderen kimsenin tâbi oldukları formüller aynıdır. Yani, bu iki çeşit insan da akrabalarına aynı şeyleri vermişlerdir.

Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; 900 Lira'ya bir koyun alarak bunun üçte birini akrabalarına hediye eden bir kimse ömründen tam beş gününü zaman ve enerji olarak onlara adamış,  onlara feda etmiş, dolayısıyla kendi varlığından onlara bir şeyler vermiş ve böylece hem onları hatırlamış hem onlara sevgi ve bağlılığını göstermiş ve hem de onları ziyaret etmiş, onları yoklamış ve bir sıkıntıya düşerlerse onlara elinden gelen yardımı yapacağını, her fedakarlığı göstereceğini ima yoluyla hissettirmiş durumundadır.

Fakir-fukaraya dağıtılan son üçte bire gelince: Böyle bir kimse, bu son üçte bir için de yine yukarda anlatıldığı gibi, bütünüyle ömrünün tam beş gününü bu fakir-fukaraya adamış, feda etmiş durumdadır. İnsanlar hizmet ettikleri varlıklara tepeden bakamazlar. Bunu isteseler de yapamazlar, daha doğrusu beceremezler. Zira hizmet sevgi getirir, yoksa boş bir gurur değil. Bunlardan başka, bu fakir-fukaraya dağıtılan bu etlerin onların gıdaları, beslenmeleri ve geçimleri üzerinde de fazlasıyla müsbet yönden tesirli olacağını ve birçok faydalar sağlayacağını belirtmek kurbanın diğer faydalarını görmek açısından herhalde kâfi gelecektir.

Yine bu kurbanın gelişigüzel olmayıp senenin muayyen günlerinde kesilmesi de, diğer ibadetlerde olduğu gibi, bu ibadette de Müslümanlar arası birlik ve beraberlik içinde olmanın lüzumunu göstermektedir.

İslamiyet, bütün canlılara karşı bizlere daima şefkat ve merhamet emreder. Kurbana gelince, bizlerin şefkat ve merhamet üzerine dikkatimizi daha fazla çeker ve bu hususta bizlere daha fazla tavsiyelerde bulunur. Bu da bizlere açıkça göstermektedir ki, canlı varlıklar ve hatta cansız varlıklar gayeleri kadar değerlidirler. Nitekim gerek eti için ve gerekse kurban için olsun, her iki halde de koyun kesilmektedir. Yalnız bunları birbirinden ayıran ve birini diğerinden daha üstün kılan şey, kesilişlerindeki gayedir. Kaldı ki, bu gaye de koyunun bizatihi kendinden gelmemektedir. Bilakis insanların niyetleri bu kendi malları olan koyunlar üzerinde bu kadar farklılık doğurursa, bu niyetleri taşıyan insanların bizzat kendilerinde ne derece farklılık doğuracağını bu küçücük misalden hesap edip çıkarmak herhalde mümkündür ve yine de, bu misalden hareket ederek kendi niyetlerimiz üzerine eğilerek, onlara en mükemmel şeklini vermeye çalışmamız da her halde şarttır.