Majidi: Filmlerimde Sırât-ı Mustakim Üzere İlerliyorum

10 Mayıs 2013

Bu filmi film yapmaya nasıl karar verdiniz?

İslam tarihini konu alarak yapılan filmlerle ilgili bir istatistik vermek istiyorum. İslam tarihinde bu konuda çok büyük bir ihmal söz konusudur. Hıristiyanlıkla, Hz. İsa (as) ve havarileriyle ilgili yaklaşık 250 çalışma yapılmıştır. Hz. Musa (as) ile ilgili yaklaşık 120 çalışma yapılmıştır. Bunlar dışında diğer peygamberler hakkında 80 kadar çalışma yapılmıştır. Buda hakkında da 40 çalışma vardır. Hz. Muhammed (sav)’in hayatıyla ilgili ise bildiğiniz gibi bir tek film vardır: Çağrı. Mustafa Akad tarafından çekilen bu film tabii ki büyük bir emekle ortaya çıkmıştır, kendi döneminde değerli bir film olmuştur. Fakat bence İslam ruhunun küçük bir köşesini bile anlatamamaktadır. Bildiğiniz gibi, savaşlarla ilgili bir filmdir ve Hz. Peygamber’in mesajını tam anlamıyla yansıtamamıştır. Yeterli değildir.

Son yıllarda artan İslamofobia ve şahit olduğumuz diğer hareketler sonucunda kendime bir görev biçtim.  “Ne zamana kadar oturup seyredeceğiz, artık bir tepki göstermemiz gerekir” diye düşündüm. Tabii ki bu tepki bir iş, bir proje olabilirdi; bir projeye imza atarak bu tepkiyi gösterebilirdik. Aslında gerçek Peygamber’i İslam dünyasına ve tüm dünyaya tanıtmak, gerçek bir İslam kıraatinde bulunmak istedim; haşin filmlerden, terör algısından uzaklaştırarak gerçek İslam’ı tanıtmak istedim. İslam rahmet dinidir ve tek bir cümlede özetlemek istersek İslam, muhabbet dinidir, sevgi dinidir.

İslam'ın ve Peygamberimiz'in, Bugünün Dünyasına Söylenecek Çok Sözü Var

 

İslam’a bakışımızın altını doldurmamız gerekiyor. Batı dünyasına karşı bu bir gereklilik. İslam’a yüce bir bakış söz konusu. Tüm insanlara söylenecek pek çok söz var: Yani İslam’ın ve Peygamberimiz’in insan haklarıyla ilgili, bugünün dünyasına seslenecek sözleri var.

Peygamberimiz’in, yaptığı savaşlarla ilgili de bir önemli söz var: Bildiğimiz gibi savaş hepimiz için düşman, ölüm ve ateşle ilgili bir kavramdır. Ama siz bakın ki Hz. Muhammed (sav) savaş hukukunu nasıl belirliyor: “Ağaçlara zarar vermeyin, hiçbir ağacın bir yaprağı bile düşmemelidir; nehirler ve denizlere bile zarar vermemelisiniz, onları kirletmemelisiniz. Çocuklara, kadınlara ve ihtiyarlara tek bir eziyet bile yetişmemeli. Esirlere de kendiniz gibi davranın, ne yiyorsanız aynısından onlara da yedirin.”

Böyle bir bakış açısını başka nerede bulabilirsiniz? Bu kadar güzel ve latif bir görüşü hiçbir mektepte bulamayız. O halde “terör dini”, “zulüm dini”, “kızgınlık dini” dedikleri İslam dinine acaba bir cefa söz konusu değil midir? Ben bu algıya en önemli sebep olarak kendimizi görüyorum, biziz bunun asıl sebebi. Çünkü İslam dünyasına ve özellikle Batı dünyasına İslam dinini doğru tanıtamadık. Tabii ki bu durumda düşman da düşmanlığını yapacaktır.

Son zamanlardaki Türk televizyonlarında şahit olduğumuz programların hiçbiri İslami değerlere yakışmıyor. Maalesef ev yıkan ahlaksızlıklara şahit oluyoruz. Ben kendi adıma bu tasvirleri, bu programları gördüğümde utanç duyuyorum. Ve bunun bir Müslüman ülkesi için hiçbir değeri olmadığını düşünüyorum. Bir utanç kaynağı... Bahsettiğim programlarda gerçekten tahrip edici şeylere şahit oluyoruz. Bu programların hepsinin arkasında çok büyük bir amaç var. Bunlara baktığımızda düşmanın evimizin ta içinde olduğunu düşünebiliriz. Bizim uzak zannettiğimiz düşman, ahlak düşmanı, aslında bizim evimizde.

Ben kendi çapımda büyük bir projeye imza atmak, İslam dünyası değerini taşıyacak bir film yapmak istedim. Aslında bu projeyle dünya standartlarında bir film yapmaya çalıştık. Burada bir tek İslam dünyasını muhatap olarak görmedik, tüm insanlığa hitap eden bir film yapmak istedik. Hazırlık evresinde üç yıllık bir araştırma söz konusu. Peygamberimiz’in hayatı hakkında araştırmalar yaptık.

Yeniden filminize dönersek… Filminizin hazırlık döneminden bahseder misiniz?

Ben kendi çapımda büyük bir projeye imza atmak, İslam dünyası değerini taşıyacak bir film yapmak istedim. Aslında bu projeyle dünya standartlarında bir film yapmaya çalıştık. Burada bir tek İslam dünyasını muhatap olarak görmedik, tüm insanlığa hitap eden bir film yapmak istedik. Hazırlık evresinde üç yıllık bir araştırma söz konusu. Peygamberimiz’in hayatı hakkında araştırmalar yaptık. Şu var; Peygamberimiz’in çocukluğu hakkındaki kaynaklar çok yetersiz.  Bunun için de tüm İslam dünyasından, ülkelerden, ilim adamlarıyla istişareye girdik ve önemli kaynaklar topladık. Coğrafya, giyim-kuşam alanında da çok geniş bir araştırma alanına sahip olduk.  Hz. Peygamber’in yaşadığı bölgeler, gittiği coğrafyalara seyahat ettik.  Aslında belgesel değerinde bir projeye imza atmak istedik. Ancak çeşitli zorluklar da olmadı değil. Buradaki facialardan birisi Vahabilerin yaptıklarıdır. Maalesef Hz. Muhammed (sav)’den kalan her eseri yok etmeye, tahrip etmeye çalışıyorlar. Bu büyük bir problem.  Bunu nereye şikâyet edeceğimizi bile bilemiyoruz. Örnek olarak ben Halime-i Sadiye’nin kabilesinin yaşadığı yeri bulmak için birçok seyahat yaptım ve en sonunda bulduğumda gerçekten hayal kırıklığına uğradım. Çünkü hiçbir iz kalmamıştı. Her şeyi tahrip etmişlerdi. Ellerinde olsa Mescid-i  Nebevi’yi bile yok edecekler.

Büyük bir çaba söz konusu. Coğrafya, aksesuar, giyim gibi birçok şeyden örnek almaya çalıştık. Farklı örnekler toplayarak büyük bir hazineyi oluşturmaya çalıştık. Bunlardan büyük bir birikim, büyük bir kütüphane olarak bahsedebilirim. Bu birikim ileride de bizim farklı filmler yapmamıza, Peygamber’in siyeri hakkında farklı çalışmalar oluşturmaya da faydalı olacak. Burada kullandığımız dekorlar çok büyük bir çabanın sonucunda ortaya çıkmıştır. Bence dünya sinema tarihi için çok büyük bir eser ortaya koyduk. Şunu söyleyebilirim ki Mekke’yi birebir, Medine’yi ise hikâyemizin kapasitesine göre film için yeniden inşa ettik. Senaryo için dünyanın en iyi isimlerden yararlanmaya çalıştık. İranlı sinemacılar dışında dünyaca ünlü sinemacılardan da yardım aldık. Vittorio Storaro adlı, tüm dünyada tanınan bir kameramanla çalıştık. Tabi dünyaca ünlü bir kameramanın bizimle işbirliği yapması gerçekten büyük bir mucizeydi. Aynı şekilde Almanya’dan Yugoslavya’dan bazı kostüm uzmanları bizimle işbirliği yaptı. Güney Afrika’da, senaryonun fillerle ilgili olan sekansını çalıştık. Hz. Muhammed (sav)’in doğumundan önce Kâbe’ye yapılan saldırıyı çektik. Büyük bir işe imza attık. Ayrıca özel efektler konusunda Scott Anderson’la işbirliği yaptık. Filmin son uygulamaları yapılıyor şu anda. Benim tahminlerime göre bir yıl sonra gösterime girecektir film. Bunun bir yeni hareketin öncüsü olmasını isterim.

İslam Dünyasına Saygımızdan Dolayı O'nun Suretini Göstermeyeceğiz

 

Filminizle ilgili en çok merak edilen konulardan birisi de Hz. Peygamber’in suretinin gösterilip gösterilmeyeceği… İzleyeceğimiz filmde Hz. Peygamber’e dair bir suret görecek miyiz?

İslam dünyamıza olan saygımızdan dolayı, Hz. Muhammed (sav)’in çehresi kesinlikle bu filmde hiçbir şekilde görülmeyecektir.

O’nun en önemli mucizelerinden birisi, ahlakıdır. Bu ahlak her döneme hitap ediyor, yalnız o döneme değil. İnsani bereketler, insani kerametler gösteriyor Peygamberimiz. Bu hasletlerden en önemlisi de sadakat ki zaten bunun için de Muhammedü-l Emîn diyorlar kendisine. Biz de daha çok bu mucize üzerinde durduk.

Filmde Hz. Peygamber’in doğumunda gerçekleşen mucizelere yer verdiniz mi?

Filmde Hz. Peygamber’in doğum gecesiyle ilgili olan mucizelere yer verdik. Yıldız düşüşleri gibi tüm tecellilere yer verdik. Ama O’nun en önemli mucizelerinden birisi, ahlakıdır. Bu ahlak her döneme hitap ediyor, yalnız o döneme değil. İnsani bereketler, insani kerametler gösteriyor Peygamberimiz. Bu hasletlerden en önemlisi de sadakat ki zaten bunun için de Muhammedü-l Emîn diyorlar kendisine. Biz de daha çok bu mucize üzerinde durduk.

Filmlerimde Sırât-ı Müstakim Üzere İlerliyorum

 

Filmlerinizi izlerken sanki Kur’ân-ı Kerîm okuyormuş hissine kapılıyoruz. Kur’ân-ı Kerîm’den ayetler insanın aklına üşüşüyor. Acaba bu filmleri yaparken belli bir ayeti yahut dinî bir değeri baz alarak mı yola çıkıyorsunuz, yoksa bir Müslüman film yaptığı zaman bunlar kaçınılmaz olarak filme yansıyor mu?

Filmlerde sırât-ı müstakim dediğimiz, Allah’ın gösterdiği yolda ilerliyoruz. Ve tabii bu yolda ilerledikçe Allah’ın rengi, Huda’nın rengi işlerimize yansıyor. Yeter ki o yolda olalım, gerisi Allah’ın rengidir bence. Kendi inançlarım ve kendi düşüncelerime de yer vererek ve tabii ki içerisinde büyüdüğüm mezhebî ortam ve inançlardan beslenerek  film yapıyorum.

"İşin Sahibi Buradadır"

 

Bahsettiklerinizden yola çıkarak bu filmi bir filmden daha fazlası olarak gördüğünüzü anlıyoruz. Ancak çalıştığınız insanların, gayrimüslim olmaları sebebiyle, bunu yalnızca bir film olarak algılaması da söz konusu. Acaba onların filme olan yaklaşımıyla sizin yaklaşımınız arasında olumlu-olumsuz nasıl bir etkileşim yaşandı?

Bununla ilgili, soruyu tam olarak cevaplayacak kısa bir anı anlatmak isterim: İşimle ilgili bazı araştırmalar için Mekke ve Medine’ye ilk seyahatimde, “nasıl olacak bu iş” diye düşünüyordum, “bu kadar büyük proje nasıl hayata geçecek?” Hâlâ şüphelerim, sorularım vardı. Bir arkadaş, bir büyüğüm oradaydı o sırada. Kendisine bunları söylediğimde “İşin sahibi buradadır, git kendisine sor” dedi. “İşin sahibi, projenin sahibi buradadır” dedi.  O an ben Hz. Muhammed (sav)’in kabri şerifi karşısına geçtim. Kendisiyle bunları paylaştım, konuştum. Ve “sen bana sol göster” dedim. “Eğer hayırlısı ise, maslahat bunda ise ben bu yolda ilerleyeyim” dedim.

Filmdeki en önemli problemlerden birisi görüntü yönetmeni konusundaydı. Görüntü yönetmenimiz Vittorio Storaro, 70 yaşının üstündedir ve kendisi sinema dünyasının en iyilerdendir, hatta en iyisidir diyebilirim.  5 defa Oscar adayı olup 3 defa kazanmıştır ödülü. Arkadaşlarıma, onunla çalışmak istediğimden bahsettiğimde herkes böyle bir şeyin mümkün olamayacağını söyledi. “Böyle bir şey olamaz, bu kadar büyük bir görüntü yönetmeni İran gibi bir yere, teröristlerle doluymuş gibi tanıtılan bir ülkeye gelemez.” Fakat ben bu isimle çalışmakta çok ısrarcıydım. Kendisinin, Writing with Light (Işıkla Resim Çizmek) adlı bir kitabı vardır. Gerçekten görüntülerine baktığımızda hepsini resim gibi çizmiştir.

Storaro şöyle dedi: “Ben bu projeye davet edildim.” Ben de “benim bu projeye davetinizden hiç şüphem yok, fakat nasıl oldu bu?” dedim. Şöyle anlatayım; Vittorio Storaro peygamberlerin yeryüzündeki ışığıyla ilgili bir kitap yazıyor. Hz. İbrahim’den başlayarak bu konuları işleye işleye Hz. Peygamber’e kadar devam etmekteymiş, benim e-postamı aldığında da yaklaşık üç aydır Hz. Muhammed (sav) üzerine çalışıyormuş. Mesaj attığım sırada ise Hz. Muhammed (sav)’in miracı hakkında okuyormuş.

Ben Ravza’da Hz. Muhammed (sav)’e şöyle hitap ettim: “Ben bu kişinin bu projede olmasını istiyorum, eğer siz de bunu hayırlı görüyorsanız, lütfen böyle olsun” dedim. Daha sonra İran’a döndüğümüzde kendisinin ajansıyla iletişime geçtik. Ajans bize: “Kendisi şu anda bir başka proje için yurt dışında ama siz senaryonuzu bize gönderin, geldiğinde bakması için kendisine ileteceğiz.” Biz kendilerinden rica ettik, “En azından bunu iletiniz, yurt dışındadır ama bu projenin varlığından bahsedin ve bize bir cevap verin” dedik. Birkaç gün sonra iletişimle ilgilenen arkadaşlarımızdan çok büyük bir haber geldi.  Vittorio Storaro’nun gönderdiği e-postayı haber verdiler.

Bu mesajda benden bilgi istemişlerdi. Ben hemen bir cevap yazarak filmden bahsettim kendisine. Tabii ki o arada bazı sevgi dolu cümlelerle ısrarımıza devam ettik. Ertesi gün bana bir e-posta daha geldi. İlk sayfada Yüce Rabbimizin ismi, “Allah” yazıyordu. Altında da Allahu nuru’s semavâti ve’l ard. Çok şaşırdım, nasıl böyle bir şey göndermiş diye. “Ben Yüce Rabbimizin gönderdiği Son Peygamberi ile ilgili bir projede yer almaktan gurur duyarım. Bir an önce sizinle görüşmek istiyorum, ajansı araya sokmadan direkt sizinle irtibata geçmek istiyorum” diyordu devamında.

Bir ay sonra Roma’da görüştük. Sabahtan akşama kadar film hakkında uzun uzun sohbet ettik. Fakat ben hep şunu düşünüyordum, hep şu heyecan içerisindeydim: Vittorio Storaro nasıl bu filmi kabul etti? Gözlerinde hep bir sır görüyordum ama bu sırdan hiç bahsetmiyordu. Kendisinden rica ettim: “Ne oldu da kabul ettin, bunun sırrını bana anlatır mısın?” Şöyle dedi: “Ben bu projeye davet edildim.” Ben de “benim bu projeye davetinizden hiç şüphem yok, fakat nasıl oldu bu?” dedim. Şöyle anlatayım; Vittorio Storaro peygamberlerin yeryüzündeki ışığıyla ilgili bir kitap yazıyor. Hz. İbrahim’den başlayarak bu konuları işleye işleye Hz. Peygamber’e kadar devam etmekteymiş, benim e-postamı aldığında da yaklaşık üç aydır Hz. Muhammed (sav) üzerine çalışıyormuş. Mesaj attığım sırada ise Hz. Muhammed (sav)’in miracı hakkında okuyormuş.

"Hz. Peygamber Aramızda, Arabamızdaymış Gibi Uzatıyorlardı Ellerini"

 

Film için çalışma yapmaya başladığında, herkes bu filme maddi-manevi katkı sunmak için sıraya girmiş. O destekten biraz söz eder misiniz? Hâlâ sürüyor mu?

Bu değerler, inançlardan kaynaklanıyor.  Gittiğimiz her yerde insanların ilgisiyle karşılanıyorduk. Büyük bir ilgi ve heyecan vardı. Bunu, projenin bereketi sayıyorum ben. İnsanlar bizim bulunduğumuz yerlerde kurbanlar kesiyorlardı ve bunları hiçbir karşılık beklemeden yapıyorlardı. Hatta şunu söyleyebilirim, Hz. Peygamber aramızda, arabamızdaymış gibi uzatıyorlardı ellerini. Garip olaylarla karşılaştık. İran’ın güneyinde yaptığımız çekimlerde, oradaki figüranlar içerisinde hasta bir kadın bulunuyordu. Ben yanına gittim ve “istemiyorsan burada bulunmak zorunda değilsin, hastasın sen” dedim. “Hayır, ben burada bulunacağım” dedi.  Tabii ki bu figüranlara az bir meblağ tahsis ediliyordu. Ben “bu meblağı alacaksın sen, tamam git, hastasın” dedim. O, “ben hasta olduğum için buradayım” dedi, “burada bulunmamın sebebi şifa bulmam için Hz. Muhammed (sav)’den şefaat istemektir.” Ben bu hikâyeden çok etkilendim, akşam o bölgenin valisiyle görüştüğümde meseleyi anlattım. Kendisi bana o kadının ismini, hastalığını sordu. Ve ertesi gün o kadını birkaç doktorla evinden alıp tüm masraflarını karşılayarak tedavi ettirmek için hastaneye kaldırdılar. Çok ilginç, çok güzel anlara şahit olduk bu projenin içerisinde; Hz. Muhammed (sav)’in tecellisini gördük diyebilirim.

Dünya bugün de o günkü Cahiliye’den farklı değil. Ölümler, tecavüzler, zulümler, savaşlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Hâlâ bir cehlin içerisinde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Bence herkes, özellikle İslam dünyası bu cahiliyeden kurtulmak için bir başka tecelliyi bekliyor.

Filminiz Hz. Peygamber’in çocukluk dönemini anlatıyor, bu dönemde Mekke’ye ve dünyanın pek çok yerine batıl inanışlar hâkim, siz filminizde bunları gösteriyor musunuz?

Tabii ki film, Mekke’nin Cahiliye döneminde geçiyor ve biz aslında Hz. Muhammed (sav)’in nasıl bir dönemde yaşadığını, o dönemdeki Cahiliye üzerine bir peygamber tecelli etmesinin zaruretlerini konu ettik. Şuna inanıyorum ki dünya bugün de o günkü Cahiliye’den farklı değil. Ölümler, tecavüzler, zulümler, savaşlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz. Hâlâ bir cehlin içerisinde yaşadığımızı söyleyebiliriz. Bence herkes, özellikle İslam dünyası bu cahiliyeden kurtulmak için bir başka tecelliyi bekliyor.

Son olarak filminizle ilgili neler söylemek istersiniz?

Son olarak betimleme üzerine konuşmak istiyorum. İşin dramatik tarafı konusunda bir referansımız yoktu; yani önceden betimlenmiş hiçbir sima yoktu elimizde. Tabi ki biz yeniden inşa etmeye başladık bunu ve bir referans düzeyine getirmeye çalıştık. Diğer dinlerde her zaman farklı alanlarda şahit oluyoruz bu betimlemelere; resim heykel ve sinema alanlarında hep bizden öndeler ve ellerinde birçok referans mevcut. Doğal olarak da film için oluşturduğumuz çalışma grubuyla bu konuları konuştuğumuzda herkesin aklı Hz. İsa, Hz. Meryem’le ilgili referanslara gidiyordu. Ama biz şunu düşündük, biz yeni bir şey yaratmalıyız, o referanslarla değil, Doğu’ya, İslam dünyasına ait referanslarla çalışmalıyız. Yani orijinal bir örnek yaratmaya çalıştık. Bunun ne kadar başarılı olduğunu film ortaya çıktığında göreceğiz.

İşimiz sinemayla ilgili olduğu için ön planda tasvirler vardır, diyaloglardan ziyade tasvirler, imajlar önemlidir bizim için. Burada Hz. Muhammed (sav)’in doğayla ilişkisi, çocukluğundan beri olan kâinatla ilişkisi söz konusuydu. Hepsini tasvirlerle yürütmeye çalıştık. Kendimize ait, İslam dünyasına ait bir iş yapmaya çalıştık.

Bunu biraz açar mısınız?

Daha açık anlatabilmek adına filmin bir sekansından bahsetmek istiyorum. Hz. Muhammed (sav)’in 6 yaşında olduğu bir sekans var: O dönem Hz. Muhammed (sav) büyükbabası Abdülmuttalib ile beraber Hira taraflarına doğru gidiyor. Yolda giderken Hz. Muhammed (sav) küçük olduğu için daha hızlı yürüyor ve bir süre sonra büyükbabasını kaybettiğinin farkına varıyor. Etrafa bakıyo ama Abdülmuttalib’i bulamıyor; yoluna devam ediyor. Taşların arasından bitkiler çok latif bir şekilde görünüyor. Buradaki yeşillik sanki Hz. Muhammed (sav)’in ayağında serilmiş bir halı gibi görünüyor. Hz. Muhammed (sav) buradaki bitkilere zarar vermemeye, onları ezmemeye çalışarak yürümeye devam ediyor. Bir rüzgâr esiyor, Hz. Muhammed (sav)’in üzerindeki kıyafeti uçuşmaya başlıyor ve  dikenli bir bitkiye takılıyor. Biliyorsunuz; bir dikenle karşılaştığımızda onu ortadan kaldırmaya çalışırız ki başkalarına zarar vermesin. Bakın Hz. Muhammed (sav) nasıl davranıyor: Hz. Muhammed (sav), kıyafetine takılmış bu dikeni çok yavaş bir şekilde, bitkiye zarar vermeden çıkarmaya çalışıyor. Bunu yaparken Hazret’in kıyafetinden bir ip çekiliyor ve bitki aşağıya doğru eğilmeye başlıyor. Burada şöyle bir izlenim var, bitki sanki Hz. Muhammed (sav)’in karşısında eğiliyor ve onun kıyafetinden bir ip onu almaya çalışıyor. Hz. Muhammed (sav) de kıyafetinden bu ipi koparmaya çalışıyor. Eğilen bitki, ip koparıldığında hızlıca yukarı doğru dönüyor ve titremeye başlıyor. Bitkinin üzerindeki çiçeklerin hepsi ayrışmaya, havada uçuşmaya başlıyor, sanki hepsi o ân özgürleşiyorlar. Karahindibalar uçuşuyor. Hz. Peygamber onlarla oynuyor. Farsçada karahindibaya “haberci” denilir; sanki burada bir haber, bir mesaj getirmiş gibi oluyor bitki. Hz. Muhammed (sav) uçuşan karahindibaları takip ediyor ve sanki Hira’ya sürükleniyor. Tüm karahindibalar Hira’nın önüne toplanıyorlar. Karahindibalar, Hira’nın önüne öyle bir toplanıyorlar ve sanki yerle gök arasında bir bulut oluşturuyorlar. Gökler yerlere inmiş gibi oluyor. Burada çok şiirsel bir boyut söz konusu. Hz. Muhammed (sav)’in doğayla olan ilişkisini görüyoruz burada. Betimlemelerden birisi de budur, çok garip bir şey yok, çok basit aslında. Ama Hz. Muhammed (sav)’in varlıkla olan ilişkisini çok zarif ve şiirsel biçimde göz önüne seriyor. Garip ve zor şeyleri değil, tam tersine doğadaki bu basit ve güzel olan kavramları kullanmaya çalıştık filmde. Çünkü bana göre Hz. Muhammed (sav)’in Kur’ân’dan sonra en büyük mucizesi ahlakı yaşatmak olmuştur, biz de bu filmde tüm bu kerametleri göstermeye çalıştık. Gerçekten bu ahlak konuları ve boyutları her şeyden daha değerlidir.