Mülk olmadan devlet olmaz, devlet gittiğinde mülk de gider.
Günlük hayatın daha sıradan konularını işlediğimiz bu köşeye böyle tumturaklı sözler hiç uygun değil. Zaten hem boyumuzu aşar hem de ilgi alanımıza girmez(di). Ne zamandır sokakta en ilgisiz (burada yetersiz anlamında) insanın bile otoriteden şikayet etmeye başladığını ve yaşadığımız her sorunu otoriter yönetime bağladığını işittikçe ve hem aşırı otoriteden hem de bilir bilmez herkesin bu konuda ahkam kesmesinden rahatsız olmaya başladım. Çünkü okuduklarıma göre otorite insanın en temel ihtiyaçları arasındaydı ve çevremizde yaşanan sıkıntılar da (bana göre) aşırı otoriter tutumlardan (ki onun da her türlüsüne karşı olmak doğamızın bir parçası) ziyade otorite boşluğundan doğmaktaydı.
İşte bu düşünceleri zihnimde evirip çevirirken katıldığım bir çalışma nedeniyle Elmalılı’dan Fatiha Tefsiri’ni özetlemem gerekti. Orada Rabbimizin Malik/Melik sıfatını yorumlarken söyledikleri özetin de özeti olarak şöyle:
Yüce Rabbimizin esma-i hüsnasından biri de Melik ismidir. “Melik” şeklinde okunduğu gibi “Mâlik” diye de okunur. Nitekim Fatiha’da öyle okuruz. Mâlik Rabbimizin mallar üzerindeki hakimiyetini vurgularken Melik canlar üzerindeki tasarruf yetkisini ifade eder.
Elmalılı Hamdi Yazır Fatiha Tefsiri'nde Mâlik ismini bu iki yönüyle ele alır ve melik olmanın toplumun menfaatine olmak üzere insanın ilişkilerini tanzim edecek hükümleri koyma hak ve yetkisini, mâlikiyetin ise her türlü mal varlıkları üzerinde kişinin faydasını temin için yetkili olan özel velayeti ifade ettiğini belirtir ve der ki; “Bu kelimenin iki türlü okunuşu, bu iki manada hükümranlığın bizzat Rabbilalemin’e ait olduğunu gösterir. İnsanın melik ya da malik oluşu izafidir. Buna rağmen onu bencil ve gururlu yapan da bu izafi ve vekaleten olan otorite ve mülktür.”
Bu noktayı tespit ettikten sonra insanın dünyadaki hayati varlığının ve mutluluğunun en mühim temelini mülk üzerindeki bu tasarruf gücünün oluşturduğunu, dolayısıyla hayatın ve mutluluğun öncelikle bir memlekete sonra da kişisel mülkiyete bağlı olduğunu söyler.
Onun tespitlerinden asıl vurgulamak istediğimiz kısım ise otoriteyi ifade eden melikiyet ile mali gücü temsil eden malikiyetin her birinin yekdiğerinin desteğine muhtaç oldukları ve aralarında tenasübü kuramadığımız zaman ikisinin de varlığının tehlikeye gireceğini söylediği kısımdır.
En küçük topluluk olan aileden tutun da koca koca memleketlere varıncaya kadar her toplumu ayakta tutacak olan şey kamu yararını esas alan otorite ile yaşamın mutlak şartı olan mülkün bir arada devamıdır. Elmalılı’nın ifadesiyle “Otorite ve mülkten her birinin yok olması bir felakettir. Bunların bir kısmının yok olması ise kamu yararının o oranda eksilmesi demektir. Çoğunlukla birinin sona ermesi diğerinin de sonunu getirir.”
Şimdi daha iyi anlaşılıyor değil mi Efendimiz’in Mekke’de kendi halinde, içlerine kapalı, ibadet ve taatla meşgul bir topluluk olarak kalmakla yetinmeyip bir mülke (vatan) ve bir devlete (otorite) sahip olmak için arayış çabaları…