Mevlid, Hasanpaşa Camii ve Babaannem

Efendimiz'in dünyayı teşrifiyle şenlenmiş bu mübarek günde ben size O'nun kutlu doğumunun insanlığa nasıl muazzam bir hediye oluşundan bahsetmeyeceğim. Her zaman yapmaya çalıştığımızın aksine tavşanın suyunun suyunun suyundan bahsedeceğim.

Babaannem çok huzursuz (ve belki de o yüzden huysuz) bir kadındı. Uzak yakın tanıyanlarından bugüne kadar onu sevgiyle anan hiç kimseye rastlamadım. Benim anılarımda ise o (Allah rahmet etsin) bütün tersliklerinin dışında beni camiye bağlayan kişi olarak kaldı. 

Onun da payıyla evimizin havası hemen her zaman öfke, gerginlik ve kırgınlık dolu olurdu. O ise kendini iyi hissettiği sabahlarda bizi bir koşu camiye gönderir ve caminin tahtasında (kapının girişindeki küçük ilan panosu) o gün için bir duyuru olup olmadığını öğrenmemizi isterdi. Çoğu zaman bir ölünün arkasından okunacak mevlid olurdu eve götürdüğümüz haber. Vakti gelince babaanneyi camiye götürmek, orada onu beklemek ve eve beraber dönmek de bizim işimizdi.

İşte o mevlidlerden bahsetmek istiyorum size.

Kime okunduğunu hiçbir zaman bilmediğim, tek bir kelimesini bile anlamadığım, bir yandan caminin içini dört dönüp bir yandan dinlediğim, kibar büyükhanımların iltifat ve takdirlerine muhatap olduğum ve sonunda dağıtılan şeker külahlarının içindeki akideleri heyecanla beklediğim anları ihtiva ederdi o mevlidler benim için.

Ailemizde bizim kuşağa gelene kadar okur-yazar ve hoca yüzü görmüş kimse olmadığından, ihtimal ki babaannem de pek bir şey anlamıyordu mevlidden. Onu her seferinde oraya getiren; güzel sözün, güzel sesle birleştiği vakit, ruhun en derin kıvrımlarına işleyen etkisi olmalı. İnsanlar arasındaki bütün farkları aşarak onların hepsini birden sarmalayan bu etki o haşin insanları bile diz çöktürmüş, kendilerini olmasa bile biz torunlarını nasıl yetiştirmeleri gerektiğine ışık tutmuştu.

İlgilisine: Hasanpaşa Camiinde hâlâ güzel şeyler oluyor.