Muharremin Hatırlattıkları

Peygamber Efendimiz vefat ettiğinde, henüz cenazesi kaldırılmamıştı ki sahabe Peygamber sonrasında yönetimde kimin olacağını tartışmaya başladı. Bu cümleyi okur okumaz -dile getirmesek de- zihnimizde bu tavırdan rahatsız olma eğilimi belirir. Bu, duygusal bir eğilimdir. Oysa hayatın gerçeği (ki kanaatimce hayatın gerçeklerini İslam kadar dikkate alan başka bir din yoktur) yönetimde boşluk kabul etmez. Dolayısıyla bu tavır son derece makuldür. Zaten bu tartışmayı yapanlar arasında Ebû Bekir ve Ömer (ra) gibi bütün ümmet içinde Efendimiz’i (sav) en çok seven, O’na en yakın isimlerin olması da bu tartışmanın zamanlamasında bir problem olmadığını; aksine realist bir şekilde ümmetin yönetim sorumluluğunu o andaki duygularının önüne geçirecek denli sorumluluk sahibi olduklarını gösterir.

Hazreti Ali’nin bu tartışma toplantısına katılmamış (veya çağrılmamış) olmasını değerlendirmek bizim boyumuzu aşar. O nedenle bu konuda susmayı tercih ediyoruz. Ancak kaynakların belirttiğine göre, Beni Saide Sakifesi’nde cereyan eden bu hararetli toplantıda ensar ve muhacirinden her birinin dünya iktidarını önemsemeyerek o konuda zahidane davrandığını, bize göre bu son derece dünyevi olan işi herkesin bir diğerine bıraktığını sanmayalım. Aksine, toplantı son anına kadar çekişmeli geçmiş ve her grup iktidarın kendinde kalması için uğraş vermişti. Dinimize göre işlerin mutlak biçimde dünyevi/uhrevi diye ayrışmadığını; her işin diğer cihete bakan yönü olduğunu bilmez değilim. Bugün çoğunluğa hâkim olan bakışa göre ise siyaset ve ekonomi gibi işler dünyevi çabalardır ve onlarla meşguliyet katıksız dindara pek de uygun değildir. İşte bu bölünmüş, sekülerleşmiş zihniyeti fark edelim diye ümmetin en zahid, en muttaki, en dindar insanları olan ashabı kiramın yaşadığı iktidar tartışmalarını hatırlamakta yarar var.

Müslüman da her insan gibi siyasetle ilgilenir, siyaset yapar, iktidara talip olur, birbirinden farklı siyasi düşüncelere sahip olur. Bu normaldir. Dindarlıkla çelişen bir durum değildir. Fakat aramızdaki siyasi görüş ve düşünce farklılıklarını dine taşıyıp birbirimizi daha az veya daha çok dindar olarak değerlendirmenin ölçüsü yaparsak, tarihten bu yana derinleşerek gelen parçalanmalara yenilerini ekleriz.

Ashabı kiram bu ilk mücadeleyi en az hasarla atlattı. Yine kaynakların ifadesiyle, “ileride yaşayacakları büyük fitnelerin tohumları” bu ilk iktidar mücadelelerinde atılmış olsa da meseleyi iman konusunda kriter haline getirip birbirlerini dışlama noktasına vardırmadılar. Zaman geçti, mevcut rahatsızlıklara yenileri eklendi.

Mutlak iktidar her yöneticinin arzu ettiği şeydir. Ama mutlak iktidar aynı zamanda tartışmasız mutlak sorumluluk demektir.  Olan biten her şey, gücü elinde tutandan bilinir. Hazreti Osman döneminde yaşanan buydu. Onun iktidarından rahatsız olanlar, henüz tadı damaklarında olan Ebu Bekir ve Ömer dönemlerindeki toplumsal ahlaktan kendilerinin ne kadar uzaklaşmış olduklarına bakmadan her şeyden onu sorumlu tuttular ve “dünyayı düzeltmek için” (dile getirdikleri amaç buydu) Hz. Osman’ı katlettiler. Sonrasında yaşanan ve gitgide büyüyerek bugünkü mezhep ayrılıklarının temelini oluşturan siyasi mücadelelerin İslam dünyasına nelere mal olduğunu bilenler bilir. Bilmeyenler için de onları anlatmanın yeri burası değildir. Meraklılar İslam siyasi tarihini ve onun uzantısı olan mezhepler tarihini okumalıdır. İçinde bulunduğumuz Muharrem ayı vesilesiyle şu kadarını dile getirelim ki bu parçalanmalar Peygamber torunlarının katledilmesine ve sayısız Müslüman evladının birbirini acımadan öldürdüğü savaşlara kadar varmıştır.

Müslüman da her insan gibi siyasetle ilgilenir, siyaset yapar, iktidara talip olur, birbirinden farklı siyasi düşüncelere sahip olur. Bu normaldir. Dindarlıkla çelişen bir durum değildir. Fakat aramızdaki siyasi görüş ve düşünce farklılıklarını dine taşıyıp birbirimizi daha az veya daha çok dindar olarak değerlendirmenin ölçüsü yaparsak, tarihten bu yana derinleşerek gelen parçalanmalara yenilerini ekleriz.

Tarihi geri döndürüp düzeltmek imkânsız. Ama ondan ders alabiliriz. Almalıyız. Özellikle, yönetimin herhangi bir kademesinde görev alanlar siyasi rakipleri ile mücadele ederken (etmemeleri kendi varlıklarını inkâr olur) bunu birbirlerini dinsizlikle suçlama yoluyla yapmamayı temel ilke olarak net bir şekilde zihinlerine kaydetmelidirler. Siyasi mücadele program ve yöntem üzerinden yapılmalıdır, inanç üzerinden değil. Yoksa tarihimizin şanlı sayfalarının arkalarına yazılmış ve çok da övünemeyeceğimiz kısımlarında olduğu gibi, siyaseten (veya ticareten) rakip olduğumuz dindaşlarımızı saf dışı bırakabilmek uğruna dini metinlerde malzeme aramaya koyulur, bulamazsak uydurur ve asıl kaybeden biz oluruz.