Mukaddes bir mekân, mübarek bir zaman… Nurun âlâ nur… Hicretten on yıl sonra, Zilhiccenin dokuzunda, arife gününde Arafat toprakları binlerce inanmış yüreği misafir ediyor. Allah Resulü (sav), öğle sıcağının altında kızıl devesinin üzerinde, mübarek dudaklarından dökülecek her bir kelimeye dikkat kesilmiş ashabının karşısında duruyor. Hüzünlü yürekler, “Belki de bu haccımdan sonra bir daha haccedemem.” (Müslim, Hac, 310) buyuran Allah Rasûlü (sav)’nün sözlerini hafızalarına nakşetmek için dikkatle onu izliyor. O gün, Rebia b. Ümeyye (ra)’nin yüksek sesle tekrarlayarak kalabalığa duyurduğu (İbn Hişam, Siret, II, 605) ve ashab arasında ağızdan ağza nakledilen o sözler, yüzyıllar sonra onun ümmetinin kulaklarından gönüllerine şöyle akıyor:
“(Ey insanlar!) Bu (zilhicce) ayınızda, bu (Mekke) şehrinizde bu (arife) gününüz nasıl saygın ise kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız (şeref ve haysiyetiniz) da aynı şekilde saygındır (dokunulmazdır)...” (Müslim, Hac, 147)
Sevgili Peygamberimiz, bu sözleriyle cahiliye karanlığından henüz kurtulan insanlara, insanın canıyla, kanıyla, mal ve ırzıyla mukaddes bir varlık olduğunu hatırlatıyordu. İnsanların kim olduklarını unuttukları, kendilerine yabancılaştıkları ve adeta aynadaki suretlerini tanımakta zorlandıkları bir zamanda onları içine düştükleri girdaptan O çekip çıkarmıştı. Beşerin yırtıcılıkta sırtlanları geçtiği, insanın kanını dökmenin, malını yağmalamanın, onurunu ayaklar altına almanın fazilet olarak görüldüğü cahiliye zulmüne o son vermişti.
İnsanın atalarından devraldığı soyun, gücün, zenginliğin, asabiyetin ve tüm diğer sahte övünç vesilelerinin hükümdarlığını O bitirmişti. Yirmi üç yıl süren nübüvveti boyunca insanoğluna kaybettiği değerlerini kazandırma mücadelesi veren Allah Resûlü (sav), Veda Haccı esnasında da onun sahip olduğu dokunulmaz haklarına işaret etmiş ve insanın saygın bir varlık olduğunu vurgulamıştı.
Muhataplarının gönüllerine iyice yerleşmesi için de kutsal sayılan diğer değerleri zikrederek sözlerine başlamıştı. Buna göre insanın kanı, malı ve ırzı tıpkı zilhicce ayı, arife günü ve Mekke şehri gibi saygındı. Kur’an’da ilk on günü üzerine yemin edilen, (Fecr, 2) hakkında Hz. Peygamber’in, “Salih amelin Allah katında (zilhiccenin ilk) on gün(ün) den daha sevimli olduğu hiçbir gün yoktur” (İbn Mace, Sıyam, 39) buyurduğu zilhicce ayı, kan dökmenin ve savaşmanın yasaklandığı “haram aylar” arasındadır ve kutsaldır. Hac ibadetinin gerçekleştirildiği, Arafat’ta vakfeye duran hacıların günahlarından arındıkları gün olan arife günü de Müslümanlar için özel zamanlardandır.
Sevgili Peygamberimizin “Allah’ın en hayırlı ve Allah’a en sevimli olan beldesi” (Tirmizi, Menakıb, 68) olarak nitelediği Mekke, harem, yani dokunulmaz bir mekândır. Mukaddes şehir Mekke’de kan dökülmez, Mekke’nin otu koparılmaz, ağacı kesilmez, hayvanı ürkütülmez, yitiğine el konulmaz. (Buhari, Cenaiz, 76) Hadiste zikredilen tüm bu kutsal değerler gibi maddi ve manevi kişiliği ile insan da saygındır. Zira o, en güzel biçimde yaratılan (Tin, 4), türlü nimetlerle rızıklandırılan (İsra, 17/70), kâinatın hizmetine sunulduğu (Lokman, 20) yeryüzünün en değerli varlığı, Rabbinin yeryüzündeki halifesidir. (Bakara, 30) Bu yüzden insanın yaşama hakkını elinden almak, haksız bir şekilde onun kanını dökmek, büyük günahlar arasında zikredilmiştir. (Nesai, Vesaya, 12) Haksız yere bir insanı öldürenin, bütün insanları öldürmüş gibi olacağı bildirilmiş (Maide, 32) ve bu fiili işleyenler için dünyevi ve uhrevi birtakım yaptırımlar belirlenmiştir.
Allah Resulü (sav), Veda Hutbesi’nde Cahiliye Dönemi âdetlerinden olan kan davalarını ayaklarının altına alıp geçersiz kıldığını ilan etmiştir. (Müslim, Hac, 147) İnsanın yaşama hakkının yanında hayatını idame ettirebilmesi için mülkiyet edinme hakkı da bulunmaktadır ve tıpkı canı gibi malı da dokunulmazdır; her türlü haksız müdahaleye karşı koruma altına alınmıştır. Bu yüzden İslam hukukunda hırsızlık, gasp, faiz, kumar gibi haksız kazanç şekilleri yasaklanmış, helalinden kazanılan malın helal yollarda harcanmasına dair çeşitli hükümler konulmuştur. Hadiste zikredilen, insanın saygı gösterilmesi gereken dokunulmaz değerlerinden biri de “ırz” kavramıyla ifade edilen manevi kişiliği ve onurudur.
İnsanoğlu, sırf insan olma vasfını taşıdığından dolayı saygındır; ırkı, rengi, dili ne olursa olsun tüm insanlar bu hususta eşittir. Sevgili Peygamberimiz, Allah’ın kulu olmaları yönünden insanlar arasında bir fark bulunmadığını, üstünlüğün ancak takvada olduğunu bildirmiştir. (İbn Hanbel, V, 411)
İnsan, bizatihi saygın bir varlık olduğundan dolayıdır ki onun kanını dökme, ona maddi, manevi şiddet uygulama, iftirada bulunma, gıybetini yapma, alay etme, küçümseme, taklidini yapma, hatta onunla ilgili eyleme dökülmemiş kötü zanlara sahip olma dahi onun onurunu inciteceğinden yasaklanmıştır. Zira o, kâinatın gözbebeği, âlemin zübdesidir. Onun gönlünü hoş tutmak, onu incitmemek en değerli ibadettir. Çalab’ın tahtı olan gönlü yıkma, nazargâh-ı ilahî olan kalbi kırma Kâbe’yi yıkmak kadar büyük bir suçtur. Haksız yere bir insanın onuruyla ilgili ithamda bulunmak, büyük günahların en büyüklerindendir. (Ebu Davud, Edeb, 40) Allah, kulun her türlü hatasını bağışlar, ancak kul, ne zaman ki kardeşinin şeref ve şahsiyetine dokunacak bir iş yaparsa, işte asıl günah bu olur. (İbn Mace, Tıb, 1)
Sevgili Peygamberimiz, yeryüzündeki en mükerrem varlığın kendi değerini muhafaza edip onurlu bir şekilde yaşamasına dair hayatın en ince noktalarına varıncaya kadar tavsiyelerde bulunmuştur. İnsanın Rabbine nasıl kulluk edeceği, insanlarla kuracağı ilişkileri, kalbini hastalıklardan nasıl koruyacağı, konuşma, yeme-içme, giyinme adabı ve daha pek çok hususta yol gösterici olmuştur. İnsanın onurlu bir varlık olarak hayatta duruşunun, bakış açısının nasıl olacağı ve onurunu kaybetmeden nasıl mücadele edeceğiyle ilgili tüm ilkeleri insanlığa sunmuştur. İnsanlığın bu ilkeleri hatırlamaya en çok da mukaddes değerlerinin çiğnendiği, dokunulmaz haklarının ihlal edildiği ve çetin bir onur imtihanından geçtiği bugün ihtiyacı vardır.