Kur'ân'da kıyamet sahnelerinin ne kadar canlı anlatıldığını bilirsiniz. Göklerin-yerlerin, dağların-denizlerin alacağı haller gözümüzün önünde şimdi oluyormuş gibi canlanır. Bu dehşet verici tablonun içinde çeşitli insan gruplarının halleri de hem dış görünüşleriyle tasvir edilir hem de iç dünyalarıyla. Gözler kaymış, saçlar aniden ağarmış, gebeler düşük yapmış, çocuklar ihtiyarlamış, ayaklarda derman kalmadığından diz üstü çöküp kalınmıştır. Kalpler ağızlara gelmiş gibi sıkışmış, yüzler kapkara kesilmiş, emzikli anneler bebeklerini fırlatıp atmış, diller tutulmuş, organlar konuşmaya başlamış, herkes kendi derdine düşüp en yakınlarını kendi yerine fidye vermek istemiş, dostlar birbirine düşman olmuştur. Bu hakikatler yüzlerce ayette detaylı olarak anlatılır. Biz bugün sizinle bu kıyamet sahnelerinden sadece ikisinin üzerinde duracağız.
Bunlardan birincisi Müddessir Suresi'nin 40-47 ayetlerinde anlatılan bir manzara. Burada cennetlikler uzaktan uzağa cehennemliklerle konuşuyor ve onlara "Sizi bu yakıcı ateşe sokan nedir?" diye soruyorlar. İşte bu noktada verilen cevaba dikkat kesilmemiz gerekiyor. Çünkü burada cehennemliklerin ağzından insanı ateşe sokan sebepler sıralanıyor. Cevap şöyle: "Biz namaz kılanlardan değildik, yoksulu doyurmuyorduk, batıla dalanlarla birlikte dalıyorduk, ceza gününü de yalan sayıyorduk, sonra bize ölüm gelip çattı."
Şimdi ikinci manzaraya geçiyoruz. İnsan Suresi 5-12. ayetler arasında ise cennette pınarlar başında, kafûr katılmış bir kadehten cennet şarabı içen bir topluluktan ve bu ödüle nasıl ulaştıklarından bahsediliyor. Ayetlere göre onlar kıyametten korkarak verdikleri sözleri yerine getiren, kendi canları çekmesine rağmen ellerindekini yoksula, yetime ve esire yediren ve bu yaptıklarına karşılık da teşekkür beklemeyen insanlardır. Dünyada kendilerine hakim olup bu hayırları başarabildikleri için Allah da onları kıyametin dehşetinden korumuş, yüzleri sevinçten pırıl pırıl olmuştur.
Bu iki manzaradaki ortak nokta cehennemliklerin dünyadayken yoksulların açlık gibi en temel ihtiyaçlarına bile ilgisiz kalmalarına karşılık, cennetliklerin -kendileri muhtaç kimseler olmalarına rağmen- ellerindekini kendilerinden daha muhtaç olanlarla paylaşmaları ve bu konuda Allah'ın hoşnutluğundan başka bir karşılık beklememeleridir.
Bir de kendisi muhtaçlara yardım etmediği gibi ülkelerine sığınan muhacirlere yardım edilmesinden rahatsız olanlar var ki onların Kur'ân'daki örnekleri de münafıklardır. (Münafikun 63/7) Kendisi de bir mülteci olan Efendimiz ve O’nun Medine'ye göç eden sahabesinden rahatsız olanlar "onlara yardım edip durmayın ki buradan dağılıp gitsinler" demişlerdir. Şimdi kendimize sorma zamanı: Bu üç gruptan hangisine mensubuz?