“Müslüman Aile” Dağılıyor mu?

23 Eylül 2022

Günümüz toplumunda aile kurumunun bozulduğuna, dağılmaya yüz tuttuğuna dair söylem ve eleştiriler günden güne artıyor. Özellikle İslam/Müslümanlık perspektifinden yapılan bu eleştirilerin farklı şekillerde dile getirildiği, ancak sebep-sonuç ilişkilerine dair genel bir uzlaşıya varılamadığı görülüyor. Bu bağlamda, “Müslüman aile” olarak adlandırılan yapının geçmişe nazaran ahlaki bir bozulmaya uğrayıp uğramadığına dair bir soruşturma gerçekleştirdik. Mahmut Hakkı Akın, Kasım Küçükalp, Necdet Subaşı, Fatma Bayram, Handan Yalvaç Arıcı, Banu Gürer ve Betül Özel Çiçek bu önemli meseleye dair gözlem ve düşüncelerini bizimle paylaştılar.

Toplumdaki yaygın ahlaki durum, aileye ve aile içi ilişkilere de yansımaktadır. Ayrıca doğrudan cinsiyet ve aile karşıtı söylemlerin daha rahat ifade edildiği ve propagandasının pek çok platformda yapıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

Prof. Dr. Mahmut Hakkı Akın

Ailenin değişimi, toplumun genel değişimiyle doğrudan ilgilidir. Kır-köy kökenli bir toplumdan şehirlere ve hatta çoğunluğu büyükşehirlerde yaşayan bir topluma geçiş yaptık. Buna bağlı olarak erkeğin, kadının, çocuğun aile içindeki rolleri değişti. Bu değişimin genelde bireyselliği daha kolay ürettiği iddia edilebilir. Geçmişte yaşayan insanları bir arada tutan bağların önemli bir kısmı şimdi değişmiş haldedir. Bugün aile bütünüyle çökmüştür diyemeyiz. Herhangi bir konuda geçmişte her şey daha iyiydi demek, genelde bugünden yapılan nostaljik bir kurgudur. Olumlu ve olumsuz örnekler dün de vardı, bugün de var. Bu değişimin farkında hareket ederek ahlaki bir temelde görev ve sorumluluk paylaşımı yapabilen ve böylece aile kuran insanlar muhakkak var. Fakat eskiye göre genel olarak boşanmanın daha kolay olduğu, bireyselliğin yaygınlaşması nedeniyle insanların birbirlerine tahammüllerinin azaldığı bir vasat da söz konusu. Toplumdaki yaygın ahlaki durum, aileye ve aile içi ilişkilere de yansımaktadır. Ayrıca doğrudan cinsiyet ve aile karşıtı söylemlerin daha rahat ifade edildiği ve propagandasının pek çok platformda yapıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Müslümanlar için aile, insanlığın ilk babası ve annesi, Hz. Âdem ve Hz. Havva’dan beri var olan ve insan fıtratına en uygun kurumdur. Bu nedenle aile karşıtı propagandalara karşı Müslümanların aileyi savunmaları inançlarının gereğidir. Değişimin farkında olmak, aileyi ahlaki temelde sorumluluklar üzerine tanımlamak ve bu şekilde aile içi ilişkileri sürdürmek, zorluklara rağmen bu dönemde de mümkündür. Daha çok odaklanılması gereken mesele budur.

Modern ve çağdaş dünyada ailede vukua gelen çözülme de söz konusu bütünlük fikrinin kaybı, doğa dışı ve ilahi referanslara müracaat etmeyen modern özne veya bireyin kendi doğasını mutlaklaştırmak suretiyle, adeta narsist bir özgürlük anlayışını benimsemesi olarak görülebilir.

Prof. Dr. Kasım Küçükalp

Yaklaşık üç asırdır, bütün bir dünyanın giderek globalleşen ve radikalleşen bir biçimde, modern diye adlandırılan dünya görüşünün tesirine maruz kaldığı söylenebilir. Soruşturma konusu kılınan husus veya hususların da söz konusu süreçle bağlantılı olduğu kanaatindeyim. Bununla birlikte sonuçlara dair müsbet veya menfi bir tutum almadan önce bütün bir insanlığın maruz kaldığı söz konusu dünya veya dünya görüşünün insanı -varlık, değer ve anlam boyutları bakımından- nasıl etkilediğinin açığa çıkarılması gerekmektedir. Bilhassa özgürlük ve eşitlik idealleri ekseninde serpilip gelişen modern ahlak ve siyaset anlayışının, modern bireycilik ve özne anlayışıyla birleştiği ve her şeyi insan aklına veya doğasına indirgeyen hümanistik düşünce pratiğiyle eklemlenmesi, klasik dünyada toplum ve buna bağlı olarak aileyi mümkün kılan bütünlük fikrinin de dağılmasına yol açmıştır.

Klasik dünyada ön plana çıkan adalet anlayışı her şeyi varlık bütünlüğü içerisinde bir amaçla ilişkilendiren bütünlük fikriyle bağlantılı olduğu gibi, insan da başıboş bir birey değil, yaratılış amacı doğrultusunda bu dünyada bulunan ve varlık misyonu itibariyle söz konusu yaratılış amacına hizmet etmesi gereken bir varlık olarak düşünülmekteydi. Buna göre toplum da söz konusu amacın bir parçası olup, aile de dahil olmak üzere, toplumu mümkün kılan her şey adeta olması gereken bir idealle bağlantılı bir anlama sahipti. Toplum içerisindeki insan gerek Tanrı’ya gerekse topluma yönelik yükümlülüklerini bir yük olarak görmekten ziyade, onları varoluşunun asıl anlamına ulaşmasını mümkün kılan gereklilikler olarak telakki etmekteydi. Kanaatimce modern ve çağdaş dünyada ailede vukua gelen çözülme de söz konusu bütünlük fikrinin kaybı, doğa dışı ve ilahi referanslara müracaat etmeyen modern özne veya bireyin kendi doğasını mutlaklaştırmak suretiyle, adeta narsist bir özgürlük anlayışını benimsemesi olarak görülebilir. Toplum veya toplumsalın çözülmesi veya sonu ile ailenin sonu arasında en kaba haliyle böyle bir bağlantı kurulabilir. Modern özneleşme mantığı, insanı ulvi maksutlarından koparmak suretiyle, bireyleştirdiği ölçüde, bütüne karşı kayıtsız ve hazcı bir insan anlayışı da kaçınılmaz hale gelmiştir.

Sosyal medya unsurları arasında yer alan mecraların her biri doğrudan birey temelli olarak açıp ilerlettiği bir zeminde ilişki ağlarını dönüştürmekte, başta mahremiyet olmak üzere duygusallık, tecrit, gizlilik arzusu, çoğul iletişim ve muhabbet kaybı gibi etkileriyle ciddi bir dönüşüme öncülük etmektedir.

Dr. Necdet Subaşı

Aileyi hem gelenekle sağlam bir irtibat hem de geleceğe karşı ihtiyatlı bir açıklık içinde tasavvur eden İslami muhayyile bugün ciddi bir müdahaleye maruzdur. Bugün çekirdek aile bir çekim gücüne ulaşmış durumdadır. Toplum içinde birey, mahalle içinde atomize aile tercihi uzunca bir süredir devam eden tartışmalardan sonra artık bir dengeye ulaşmış durumdadır.

Sosyal medya dünyasının muhatap olduğu her şeyi dönüştürmeyi önceleyen yapısı, aile başta olmak üzere insanı ve toplumu koruma içgüdüsüyle hareket eden tüm unsurları harekete geçirmiştir. Sosyal medya mecraları ortaya koyduğu imkân ve avantajlardan çok ürettiği hasarlar, neden olduğu sarsıntılar ve çökerttiği duygusal zeminlerle dikkat çekmektedir. Televizyonun sık kullanılan araçlar arasında yer almaya başladığı dönemlerde, özellikle 70’li yılların başında gündeme gelen tartışmalar bugün daha da çeşitlenmiş bir şekilde gündemdeki öncelikli yerini almış durumdadır. Sosyal medya unsurları arasında yer alan mecraların her biri doğrudan birey temelli olarak açıp ilerlettiği bir zeminde ilişki ağlarını dönüştürmekte, başta mahremiyet olmak üzere duygusallık, tecrit (izolasyon), gizlilik arzusu, çoğul iletişim ve muhabbet kaybı vs. gibi etkileriyle ciddi bir dönüşüme öncülük etmektedir. Kişi sosyal medya aracılığıyla bir anda dünyanın bir başka köşesindeki biriyle iletişim kurabilmekte, küresel bir akışa dahil olabilmekte, zaman zaman eksikliğini duyduğu muhabbeti ve duygusal kayıplarını bu mecralar üzerinden telafi etmeye çalışabilmektedir.

Nihayet öteden beri dinî ve geleneksel bir formda değerlendirilen aile yapıları üzerine eleştirel bir analiz, geleneği gözden geçirme, artık fiili bir duruma dönüşen din yorgunluğu ve hayatı takip etmekte zorlanan bir varlık talebinin gözden geçirilmesi söz konusudur. Bir kayıptan söz etmek mümkündür, aile kurumunun bildik/alışıldık bir mecrada ilerlemediğinden söz edebilmek için pek çok done var. Ancak bununla birlikte mevcut durumun sıkı bir analizini de ihmal etmeyen yeni bir perspektifle hem bildik müfredat ve müktesebatı hem de ufkumuzu şekillendiren beklentilerimizi hep birlikte ele almak ve tartışmak gerekir.

Aile konusu artık belli bir usul, metodoloji ya da tarihsel gerçekliğin izini sürmekten çok mevcut hareketliliğin bir parçası olarak en çok da tüketilebilir bilgi formatıyla ele alınmaktadır. Bugün artık hepimiz ideal modellerden bizatihi haberdarız. Ne var ki gerçeklik aynasında yüzleşmek için daha başka sorularla da buluşmak ve kendimizi daha bir gözden geçirmemiz gerekmektedir.

Neredeyse hiçbir eylemini metafizik boyuta bağlamayan, mutluluğu bu dünyayla sınırlı algılayan, ahiretteki ödül için şimdiki hazzı ertelemek istemeyen bireylerin kuracağı aileleri “Müslüman aile” olarak tanımlamak doğru olmasa gerek.

Fatma Bayram

Aile bağlarının ve nikâh yoluyla aile kurma eğiliminin özellikle batı dünyasında giderek zayıfladığını biliyoruz. Tarihlerinde ilk kez nikâhsız birlikte yaşayanların oranı nikâhlanarak aile kuranların oranını aşmış durumda. Batı merkezli bir dünya algısı dikkatlerimizi dünyanın büyük çoğunluğunun yaşadığı Afrika, orta ve uzak doğu ülkelerini yeterince dikkate almadan tüm sorunlarımızı Batı üzerinden tanımaya ve tanımlamaya yol açıyor. Bu handikabı unutmadan, toprağa bağlılığın azalmasıyla birlikte geniş ailenin çekirdek aileye dönüşmesi ve giderek çekirdek ailenin de bağlarının zayıflaması gerçeğiyle karşı karşıyayız. Dünya tarihinde ilk kez şehirlerde yaşayan nüfusun köylerde yaşayanları geçtiği bir dönemde bu süreç kaçınılmazdı. Gelecek tahminleri üzerine kafa yoran fütüristler şehirlerde yaşayan insanların da mülksüzleştirilerek atomize edileceğini ve insanların aile evlerinden çok şirketlerin yatakhanelerinde yaşamayı tercih edeceklerini söylüyor. Vahşi kapitalizm insanın son sığınağını da elinden alarak onu kendi karşısında yalnızlaştırıyor.

Dini bakış açısıyla bakmamı beklediğiniz bu sorunun tarihi, sosyal ve ekonomik yönlerini göz ardı ederek, sadece manevi sebeplerle açıklamaya çalışmanın sağlıklı olmayacağı kanaatindeyim. Ahlakla sosyal ve ekonomik koşulların etkileşimini düşündüğümüzde bunları birbirinden ayrı olgular gibi ele almanın yanıltıcılığı ortaya çıkacaktır. Müslümanların hızla bireyselleşmesi ve dünyevileşmesi de bu dağılmayı çabuklaştırmaktadır. Neredeyse hiçbir eylemini metafizik boyuta bağlamayan, mutluluğu bu dünyayla sınırlı algılayan, ahiretteki ödül için şimdiki hazzı ertelemek istemeyen bireylerin kuracağı aileleri “Müslüman aile” olarak tanımlamak doğru olmasa gerek. Demek istediğim şu ki Müslüman aileyi zihin, yaşantı ve ahlak açısından Müslüman olan fertler kurar. Efendimiz’in hayatından gördüğümüz üzere bu aile de krizlerle karşılaşabilir ve dağılabilir. Önemli olan bu süreci de uhrevi sorumlulukları dikkate alarak yönetebilmektir. Bu açıdan baktığımızda asıl problem, ilişkilerin adalet, hakkaniyet ve hürmet çizgisi üzerinde yürütülmemesidir. 

Kolektif yaşama tecrübelerinin bireyciliğe dönüşmesi sonucunda aile kavramı farklı formlarda ortaya çıkmaktadır. Artık gerçeklerin yerini simülasyonların aldığı dünyamızda aile sanal bir birliktelik gibi lanse edilmektedir.

Dr. Handan Yalvaç Arıcı

Modernizm, postmodernizm, kapitalizm gibi yaklaşımlar, teknolojinin ve dijitalleşmenin sunmuş olduğu imkanlar yeni çağın insanının tasavvurunu inşa etmektedir. Postmodern anlayışın ürünü olan günübirlik yaşama, arzuların tatmin edilmesi ve daha fazla haz alabilme üzerine bir dünya kurgulanmaktadır. Tüketimin zirveye taşınmasında medyada ve sosyal medyada ilgi çekici görsellerin, videoların, dizilerin, fenomenlerin, youtuberların önemli şekilde etkili olduğu görülmektedir. İhtiyaçların ve lükslerin ayırt edilmekte zorlanıldığı dünyamızda bazı yerlerde sınırsız tüketim paradigmasıyla yaşanırken bazı yerlerde ise açlık sınırının altında ölüm-kalım savaşı verildiğine şahit olunmaktadır. Her gün yeni bir versiyonu sürülen ürünler tüketim odaklı, fordist anlayışın gölgesinde yaşamayı zorunlu kılmaktadır. Öyle ki bireyler sahip oldukları nesnelerle kısa süreli ilişkileri tercih etmektedirler.

Postmodern düşüncenin temel prensiplerinden olan “Anything goes” her şeyi mubah görme ve “Kullan-at” anlayışı insan-varlık ilişkilerini zayıflatmaktadır. Bireyler kendi bedenlerine dahi yabancı olmaktadırlar. Narsist bir anlayışla kendisinde ufacık bir eksikliğin olmasını kabul edemeyen bireyler sosyal medyada, dizilerde dayatılan güzellik algısı nedeniyle beden imgelerinden rahatsızlık duymaktadırlar. Bireyleri etkileyen birçok akım ve dijital dünyada servis edilen lüks hayat tarzları aileyi de etkilemektedir. Kolektif yaşama tecrübelerinin bireyciliğe dönüşmesi sonucunda aile kavramı farklı formlarda ortaya çıkmaktadır. Artık gerçeklerin yerini simülasyonların aldığı dünyamızda aile sanal bir birliktelik gibi lanse edilmektedir. Anna-babalık çocuklarda travma oluşturan, çocukların yaşadıkları her zor durumun suçlusu gibi ortaya sunulan bir müessese olarak gösterilmekte ve bireyler çocuk sorumluluğunu almak istemez hâle gelmektedirler. Ailedeki sorumluluk dengelerinin değişmesi, anne-baba ve çocuk rollerinin dönüşmesi, sanal medya ile aile mahremiyetinin kamuya açılması ve aile karşıtı olan örgütlerin aileyi özgürlük karşıtı olarak göstermeleri gibi birçok faktör aile bireylerini olumsuz yönde etkilemektedir. Globalleşen dünyada Müslüman aileler de tüm yaşanan olumsuz akımlardan nasibini almaktadır. Sekülerleşen dünya gibi Müslüman aile yapısı da seküler bir zemine doğru kaymaktadır. Netice itibariyle modern dünyanın yeni paradigmaları ve dijitalleşmenin sonucunda Müslüman aile prototipi seküler tipe dönüşmektedir. Bu aile prototipinde aile bireyleri aileyi tek bir birey gibi temsil etmek yerine bireyselleşmiş, bireyci bir anlayışla bireyi temsil eder hâle gelmektedir. Bir an önce Peygamber Aile Modelini tekrar İslam dünyasına kazandırmak için çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Ailenin dağıldığı yerde bireyin huzur ve güveni ayaklarının altından çekilip gidecektir.

Konunun doğrudan ahlaki bozulmaya indirgenmesi yerine, öncelikle değişen şartlara yönelik ahlaki ilkeler üretme problemi olarak değerlendirilmesi, aileye yönelik endişelerin giderilmesi doğrultusundaki çalışmalara yardımcı olacaktır kanaatindeyim.

Doç. Dr. Banu Gürer

Dünyadaki değişimlere paralel olarak toplumumuzda meydana gelen değişimlerden etkilenen en temel kurumlardan biridir aile. Sanayileşme ile birlikte üretim biçimlerinin ve rollerinin değişmesi, göç ve kentleşmenin artışı, teknolojik gelişmelerin sonucu iletişim biçimlerinin değişmesi ve haberdar olma imkanının artması, dünyada olduğu gibi toplumumuzda da aile yapısında birtakım değişmelere sebep olan başlıca etkenlerdir. Söz konusu değişimlere bağlı olarak ailede evlilik biçimleri ve yöntemlerinden, kadın ve erkeğin aile içi konumlarına ve rollerine, akrabalık ilişkilerinden çocuk eğitimine kadar birçok alanda geleneksel aile yapısının farklılaşmaya başladığı, bahsi geçen değişimlere ayak uydurabilme probleminin ortaya çıktığı görülmektedir.

Söz konusu değişimi “Müslüman aile” kavramı çerçevesinden değerlendirdiğimizde, değişimin doğrudan ve kısaca ahlaki bir bozulma olarak nitelenmesinin indirgemeci bir yaklaşım olacağı kanaatindeyim. Zira bana göre meselenin en önemli boyutlarından birini, dine dayalı olarak üretilen geleneksel bazı bilgi ve değerlerle değişime ayak uydurabilme problemi oluşturmaktadır. Bunun en önemli örneklerinden birini, kadının çalışması konusuna getirilen bazı olumsuz yorumlarda görmekteyiz. Bu yorumlara göre, Müslüman ailenin yaşadığı problemlerin nedenlerinin belki de başında kadının çalışma hayatına girmesi gelmektedir. Ancak günümüzün üretim ve ekonomik şartlarında, birçok ailede hem kadının hem de erkeğin çalışmasının genel bir zorunluluk olarak ortaya çıktığı da bir gerçektir. Nitekim evlilik aşamasındaki birçok dindar gencin de kuracakları aile birliği çerçevesinde kadının çalışmasını tercih ettiklerini gözlemlemekteyiz. Bu duruma bağlı olarak karşımıza, geleneksel aile yapısı içerisinde kadın ve erkek için belirlenen rollerin günümüz şartlarında yerine getirilmesi problemi çıkmaktadır.

Hakların elde edilmesinin ödevleri yerine getirmekle ilgili olduğu gerçeği düşünülürse, geleneksel aile profilinde kadın ve erkeğin yerine getirdiği ödevlerle günümüz şartları içerisinde kadın ve erkeğin yerine getirdiği ödevlerdeki değişimi dikkate almak, hak dağılımını da buna göre düşünmek, günümüz aile kurumunda söz konusu olan bazı problemlerin çözümünde önemli bir adım olacaktır kanaatindeyim. Nitekim bu adımın İslam’ın adalet ilkesi çerçevesinde de gerekli olduğunu söylemek mümkündür. Bunun yanında bahsi geçen değişimlerin aile içi eğitimi de etkilediği, çocukla iletişim biçimini değiştirdiği, buna bağlı olarak çocuk eğitiminin Müslüman aile kavramı çerçevesinde bir problem alanı ifade edildiği de görülmektedir. Bu konuda da problemin doğrudan ahlaki bir bozulma olarak değerlendirilmesi sakıncalı bir genelleme olacaktır diye düşünüyorum. Zira bu meselenin altında da öncelikle değişime uyum probleminin yattığını söylemek mümkündür. Buna göre mesela günümüz iletişim imkanları, çocukların sorularını ve bu sorulara sahip olma yaşlarını etkilemekte, çalışma hayatının yanı sıra bu durum da ebeveynleri çocuk eğitimi konusunda kurumsal destek alma yoluna sevk etmektedir. Kurumsal desteğe verilen ağırlığa bağlı olarak da çocuğun üzerinde aile içi eğitimin etkisi değişmektedir. Bu durum ailede din eğitimi açısından da önemlidir. Kurum desteği almak ile eğitimi kurumlara teslim etmek arasındaki farkı bu noktada gözetmek gerekir. Zira ailenin, en iyisi dahi olsa, herhangi bir kurumun karşılaması adeta imkânsız olan psiko-sosyal işlevleri söz konusudur ve din ve değerler eğitimi açısından bu işlevlerin yerine getirilmesi oldukça önemlidir.

Tüm sanal etkilere rağmen ebeveynlerin çocuklarıyla birebir iletişim yollarını canlı tutmaları, onlarla konuşabilmeleri ve onların da kendileriyle konuşabileceklerini hissettirmeleri, söz konusu değişime ayak uydurabilme açısından gereklidir. Bunun sağlanabilmesi için ise, çocukların soru ve problemlerine ebeveynlerinden yeterli cevabı alabileceklerine dair güven sahibi olmaları lazım gelir. Bu gibi hususlarda yaşanan problemlerin ahlaki meselelere zemin açtığını söylemek mümkündür. O nedenle konunun doğrudan ahlaki bozulmaya indirgenmesi yerine, öncelikle değişen şartlara yönelik ahlaki ilkeler üretme problemi olarak değerlendirilmesi, aileye yönelik endişelerin giderilmesi doğrultusundaki çalışmalara yardımcı olacaktır kanaatindeyim.

Hiç kimsenin ailenin tesisi ve sağlıklı devamı hakkındaki sorumluluğu, itham, suçlama, karalama ve şikâyet etmekle üzerlerinden gitmez. Başkalarını suçlamaktansa bizler fert fert ailenin sağlıklı devamı için neler yapabiliyoruz, öncelikle kendimize onun hesabını verebilmemiz gerekir.

Dr. Betül Özel Çiçek

Bu gerekli ve önemli sorulara cevap vermek için öncelikle “Müslüman aile hangisiydi?” sorusunu sormak gerekiyor. Müslüman aile derken tam olarak neyi kast etmekteyiz? Müslüman aile, Müslüman bir toplumdaki Müslüman olduğunu söyleyen bireylerin evlilik bağıyla bir araya gelerek oluşturduğu yapının otomatik olarak konulmuş ismi midir? Modern aile yapımız ne kadar bizden ve ne kadar değerlerimizin özüne sahip şekilde düzenlenmiş? Hâlihazırdaki bu yapıya Müslüman aile deme hakkımız var mı? Bu sorular üzerinde yüzleşerek dürüstçe konuşmak bizi ailenin dağılmasını olarak görülen arazlar hakkında bilgi sahibi edecektir diye düşünüyorum. Çünkü şunu sanırım artık açıkça görmekteyiz ki mevcut düzenin sürdürülebilmesi için şekillendirilmiş bir aile yapısının sadece bireyleri Müslüman olduğu için Müslüman aile olarak tanımlanması beraberinde birçok sorunu da getirmektedir. Bu sebeple aile tanımımızı yaparken geçmişten bugüne bir süreklilikle gelmiş ve bir şekilde yolda saldırılara uğrayarak dağılmış gibi bir yapı olarak görmenin kandırılmacanın en gizlisi olduğunu düşünebiliriz.

Aile kavramının sahihliğini bozduğunu düşündüğümüz hallerin aslında mevcut sistemin devamı için dizayn edilmiş aile yapısının doğasının gereği olduğunu gözden kaçırmamak bir gerekliliktir. Şunu da ilave etmeli ki bazen, ailenin bozulduğunu söyleyerek feveran edince, hatta bazı şahıs ve kurumları suçlayıcı ifadeler kullanınca ailenin sürdürülmesine dair sorumluluğunu yerine getirdiğini düşünen kimseler de olduğunu görüyoruz. Hiç kimsenin ailenin tesisi ve sağlıklı devamı hakkındaki sorumluluğu, itham, suçlama, karalama ve şikâyet etmekle üzerlerinden gitmez. Başkalarını suçlamaktansa bizler fert fert ailenin sağlıklı devamı için neler yapabiliyoruz, öncelikle kendimize onun hesabını verebilmemiz gerekir.

O zaman bize düşen Müslüman fertler olarak önce kulluk bilinci ile görev ve sorumluluklarımızın farkına varmak, ardından fert fert Müslümanlar olarak Allah ve Resul’ünün murad ettiği aile yapısı içindeki görev ve sorumluluklarımızın hakikati ile yüzleşmektir. Müslüman erkeğe eş ve baba olarak düşen nedir, sorumluluklarına karşı günümüz sistemi ona nasıl rahatlık ve konfor alanı teklif ederek gözünü boyamaktadır; Müslüman kadına eş ve anne olarak düşen nedir, varlığına dair nasıl yüzleşmelerden geçmeden, hakiki fert olmadan anneliği, eşliği yapabilir? Ancak bu soruların cevabını halis bir şekilde vererek, tabiri caizse ateşten geçerek, bu niyet ve istekle hareket etmek üzere birleşmiş fertlerin bir araya gelerek oluşturduğu yapıya Müslüman aile denilebilir.