Nebevi Mesajın Evrenselliği Ne Anlama Gelir?

25 Ekim 2010

Konya Siret Sempozyumundan Notlar

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi tarafından düzenlenen ve  Nebevî Mesajın Evrenselliği alt başlığını taşıyan ulusal Siret Sempozyumu 9-10 Mayıs tarihlerinde Konya'da gerçekleştirildi. Yurtiçinden bilim adamlarının katıldığı sempozyumda Hz. Peygamberin ortaya koyduğu nebevî mesajın evrensel nitelikleri ve insanlığa sunmuş olduğu evrensel değerler, çağımız sorunları karşısında nebevî mesajın konumu gibi konular gündeme getirildi. Hz. Peygamberin ardında bıraktığı nebevî kültür mirasının sadece Müslümanlara değil tüm insanlığa bir umut ışığı olduğu Kur'an, Sünnet ve İslam Tarihi bağlamlarında yapılan analizler sonucu ortaya kondu.


Sempozyumun açılış konuşması Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Önkal tarafından yapıldı. Önkal konuşmasında, değerlerin evrensel nitelik taşıyabilmesi için korunmuşluk, tüm insanlığa hitap edebilme, uygulanabilir ve statiklikten uzak olma şeklinde dört temel özellliğe sahip olması gerektiğini belirtti. Kur'an-ı Kerim'in ilk halinin muhafaza edilmiş olması, ayet ve hadislerin insanlığı kuşatıcı mesajlar içermesi, tarihsel birikim ve her dönemde kendini ifade edebilme gibi yönleriyle de İslam'ın bu dört özelliği haiz olduğu Prof. Önkal tarafından vurgulandı.


Sempozyumda sunulan tebliğler de Prof. Dr. Ahmet Önkal'ın dikkat çektiği bu noktaların detaylı bir biçimde açılımlanmasını sağladı.


Sempozyumun birinci oturumunda Prof. Dr. Ramazan Altuntaş ve Doç. Dr. Fethi Ahmet Polat  tarafından sunulan tebliğlerde nebevî mesajın hangi açılardan evrensel niteliklere sahip olduğu üzerinde duruldu.


Ramazan Altuntaş konuşmasına, evrensellik tartışmalarının ilk çağdan modern döneme kadar insan düşüncesinin temel sorunlarından biri olduğuna değinerek ve tartışmalar hakkında özetleyici bir çerçeve sunarak başladı. Ait olunan toplumun inanç ve kültür değerlerine göre tanımlanamama, görecelilikten uzak ve tarihsel olgulara değil insanın özüne ait olma evrensel oluşun başlıca ilkeleri olarak belirtildikten sonra nebevî mesajı evrensel nitelikli kılan özellikler üzerinde duruldu.


Tebliğin devamında Ramazan Altuntaş, Kur'an'ın  kendisini "bütün insanlar için yol gösterici" olarak tanımlamasını nebevî mesajın evrenselliğini ortaya koyan temel özellik olduğunu belirttikten sonra bu konuda şunları söyledi: "Bütün dinlerde olduğu gibi, İslam'ın da kendine özgü değerleri vardır. Bu değerlerden bir kısmı özel manada Müslümanlar arası ilişkilerde geçerliliğini korurken; diğer bir kısmı da genel-geçerlik vasfını haiz olup bütün insanlığı ilgilendirir.  Hz. Muhammed (sav) önceki peygamberlerde olduğu gibi sadece kendi kavmine değil, tüm insanlığa, şuurlu varlıkların tamamına bir rahmet peygamberi olarak gönderildi. Dolayısıyla nebevî mesaj evrenselliğini Kuran'ın bu kuşatıcılığından alır; çünkü nebevî mesajı insanlığa taşıyan Hz. Peygamberin sünneti Kuran'ın fiili bir yorumudur ve bu noktada birbirleriyle sıkı bir örtüşme içerisindedirler. Kur'an ve sünnet sadece kendilerine tabi olanlar için değil, aynı zamanda Müslümanlar dışında şuurlu tüm varlıklara iyiliği emreden kuşatıcı bir mesajı içerir." 


Nebevî mesajın sadece Müslümanlara değil bütün insanlığa yönelik olduğunu gösteren bir diğer özelliğinin de söylem dilinde aranması gerektiğini belirten Altuntaş, bu duruma örnek olarak Kuran-ı Kerim ve Veda Hutbesinde özelde Müslümanlara yönelik "Ey iman edenler"'in yanında   "Ey insanlar", "Ey Ademoğulları" şeklinde tüm insanlara yönelik hitap cümleleriyle başlayan bölümleri gösterdi. Öte yandan kapsam alanı ve söylem dili dışında Kuran-ı Kerim'in dogmalar önermemesi ve indirildiğinden bu yana üzerinde herhangi bir değişikliğin yapılmamış olması da nebevî mesajın evrensel kuşatıcılığı konusunda vurgulanması gereken noktalar olarak belirtildi. Bu çerçevede Kur'an dogmatik önermelerle belli tarihsel koşullara bağlı olarak değil, tüm zamanlara hitap eden ilahi bir mesaj olarak olarak değerlendirildi. Altuntaş'ın tespit ettiği üzere Kur'an-ı Kerim indirildikten sonra üzerinde eğer bir değişiklik yapılmış olsaydı kuşkusuz bunlar insanlar eliyle olacaktı ve bu da onun içeriğinin kişiler, dönemler ve mekânlardan bağımsızlığını etkileyecekti. Fakat nebevî mesajın temel kaynağı Kur'an-ı Kerim herhangi bir değişikliğe veya müdahaleye uğramamış, orijinal içeriğindeki evrensel temelli değerler, olduğu gibi muhafaza edilmiştir.


Oturumda ikinci olarak söz alan Doç. Dr. Fethi Ahmet Polat ise tebliğinde Hz. Peygamberin ilahi mesajı Arap dilinde taşımış olmasının, onu yerel kılarak evrensellikten uzaklaştırıp uzaklaştırmayacağı konusunda değerlendirmelerde bulundu. Değerlendirmelerine dindeki evrenselliğin insan merkezli olması gerektiğini vurgulayarak başlayan Ahmet Polat nebevî mesajın evrenselliği konusunda elçi seçimi ve risalet dili konularına yoğunlaştı. Hz. Peygamberin nebevî mesajını Arapça yoluyla iletmesinin, mesajı yerelleştirme gibi bir sonuca sebep olup olmadığı sunulan tebliğde sorgulandı. Ahmet Polat bu konuda Arapça'nın verili olarak yeterli olduğunu belirterek, Kur'an'daki evrensel kodlamaların da ancak Arapçayla anlaşılabileceğini fakat bu durumun mesajı yerel kılmayacağını belirtti.


"Hıristiyan Dünyasında insani haklara riayet bir "görev" sayılırken, İslam Dünyasında, İslam kültüründe bu bir "meziyet" addedilmektedir."

Nebevî Mesaj İnsanlığa Hangi Evrensel Değerleri Sunar?


Birinci oturumda Nebevî Mesajın evrensel niteliklerinin konu edildiği sempozyumun ikinci oturumunda ise nebevî mesajın insanlığa sunduğu evrensel değerler ele alındı.


Nebevî mesajın temel hak ve özgürlüklere bakışı konusunda detaylı değerlendirmelerin yer aldığı tebliğiyle ilk olarak Doç. Dr. Adem Apak söz aldı. İnsanlık tarihinin bir hak ve hürriyetler tarihi olduğunu söyleyerek söze başlayan Adem Apak insan hakları konusunun günümüz dünyasında devletlerin birinci amaçları, siyaseten meşruiyetlerinin birinci şartı olduğunu vurguladı. Tebliğin devamında çağlar öncesinden beri nebevî mesajın bu konuda neler söylediği hakkında değerlendirmelerde bulunan Apak, başlıca şu tespitlere yer verdi: "Batının insan hakları konusunda sicili pek temiz değildir. Oryantalist araştırmacı Bernard Lewis'in belirttiği gibi Hıristiyan Dünyasında insani haklara riayet bir "görev" sayılırken, İslam Dünyasında, İslam kültüründe bu bir "meziyet" addedilmektedir. İslam fıkhındaki "ismet-i âdemiyet" prensibince İslam hukukçuları evrensel bir anlayışı benimsemişlerdir. Âdemin, yani insanın merkeze alınması cinsiyet ve ırk gibi ayırıcı-ötekileştirici unsurların da hukuken etkisiz kılınmasına ortam sağlamıştır.


İslam'a göre insani haklar Batıdaki gibi bireyin sonradan kazandığı değil, bizzat doğuştan sahip olduğu haklardır. Kişinin bu haklara doğuştan sahip olması ise onunla Allah arasında yapılan bir akdin varlığına işaret eder. Yine nebevî mesajda insan hakları politik bir araç olarak değil, insani olgulara dayalı olarak ele alınmıştır. Allah tarafından korunmaya alınmış olan İslam hukuk literatüründeki "kul hakkı" insan hakları anlayışının nebevî kültürdeki özgün halidir. Kul hakkı bağlamında insani haklara sağlanan özerkliğin en önemli göstergesi bu alanı ihlal edenlerin yani kul hakkına girenlerin Allah tarafından affedilmeyeceği, mağdur kişinin burada söz sahibi olacağıdır. İnsan haklarının beş ana başlığı olan hayatın, aklın, dinin, neslin ve malın korunması İslam hukukunda güvence altına alınmıştır ve bu uğurda hayatlarını yitirenlere şehitlik mertebesi layık görülmüştür."


Bu temel tespitlerinin ardından nebevî kültürde yer alan "Dinde zorlama yoktur" düsturunun din ve vicdan hürriyetinin korunması hakkında konulmuş açık kural olduğunu belirten Adem Apak, Medine Vesikası'nın da insan hakları açısından tarihte yapılan en önemli sözleşmelerden biri olduğunun altını çizdi. Muhtevası itibariyle Veda Hutbesi'nin ise insan hakları konusundaki ilk evrensel bildirge niteliğini taşıdığının belirtildiği tebliğde son olarak Osmanlı'daki bir arada yaşama tecrübesi, nebevî kültürün somut bir uygulama örneği olarak verildi.


Hz. Muhammed (sav)'in Örnek Oluşunun Evrenselliği

 

Prof. Dr. Celal Kırca ise tebliğine farklı bilim dallarına mensup araştırmacılar tarafından Hz. Muhammed (sav)'in farklı yönleriyle ele alınıp tanıtılmaya çalışılmasının O'nun bütünlüklü ve tam olarak tanınıp anlaşılmasında sağlıklı bir yol olmadığını belirterek başladı. Bu parçalı yaklaşım yerine Kur'an merkezli ve bütünlüklü bir peygamber tasavvurunun O'nun evrensel nitelikteki örnekliğinin anlaşılmasında gerekli olduğu devamla belirtildi. Bu bağlamda Hz. Peygamberin örnekliğinin kimlik ve kişilik bağlamlarında yeniden değerlendirilmesini öneren Celal Kırca'nın şu özgün tespitleri Allah Rasulü'nün evrensel örnekliği hususunun açıklığa kavuşmasında son derece dikkat çekiciydi:


"Hz. Peygamberle ilgili olarak Kur'an'da onun rasul kimliğini belirten ayetlerin yanında kişiliğine yönelik ayetlerin içeriği ve vermek istediği mesaj dikkate alındığında, verilmiş bir unvanın öneminden ziyade, sahip olunan kişilik özelliklerinin değerinden söz edildiği görülmektedir. Kuran'da yer alan bilgilerden ve Hz. Muhammed (sav)'in yaşayış tarzından anlıyoruz ki, onun kim olduğunu ifade eden biyolojik ve fizyolojik varlığına bağlı kimlikleri değil, nasıllığını ifade eden kişilik özellikleri örnek gösterilmiştir. Kim sorusunun cevabı olarak verilebilecek her cevap, büyük oranda yerelliği; nasıl sorusunun cevabı olarak verilebilecek her cevap ise daha ziyade evrenselliği ihtiva etmektedir. Kuran'da kimliğinden ziyade, kişiliğinin öne çıkartılması O'nun örnekliğini yerel boyuttan uzaklaştırıp evrenselliğe doğru yönlendirmek içindir. Bu konuda teşebbüh yoktur. Çünkü teşebbühte yerellik, modellikte ise evrensellik vardır. Bir başka ifade ile, onun kimliğine uygun kişilik özellikleri, bizim için örnek bir davranış olmakta ve bu örneklik de evrensel bir mahiyet arz etmektedir.


Hz. Peygamberin örnekliği; nasıl bir kul, nasıl bir insan, nasıl bir baba, nasıl bir koca, nasıl bir komşu, nasıl bir müşteri, nasıl bir arkadaş, nasıl bir yönetici, nasıl bir müjdeleyici ve uyarıcı, nasıl bir ışık v.s. gibi evrensel olma potansiyeline sahip nitelikleri yönüyledir. Bir başka deyişle, o kul oluşu ile değil, nasıl bir kul oluşu ile; insan oluşu ile değil, nasıl bir insan oluşu ile; baba oluşu ile değil, nasıl bir baba oluşu ile; koca oluşu ile değil, nasıl bir koca oluşu ile bize örnektir. Yoksa fizyolojisi, yerellik ifade eden sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik, sosyo-politik araç ve gereçler veya formların onun tarafından bir şekilde kullanılmış olması yönüyle değil."


Prof. Dr. Kırca'nın ortaya koyduğu bu görüşler nebevî mesajın sadece muhtevası itibariyle değil de aynı zamanda onu insanlığa taşıyan Peygamberin kişiliği ve uygulamaları bakımından da evrensel nitelikli olduğunu ortaya koyması bakımından oldukça önemliydi. Öte yandan Prof. Kırca'nın bu değerlendirmelerde bulunurken özgün, bütünlüklü ve konuya göre özel diyebileceğimiz bir metod kullanması siret araştırmaları için de kuramsal açıdan ayrı bir anlam taşımaktaydı.


"Ahlâk zaaflarını temele inerek çözümlemek konusunda, Efendimizin kullandığı en etkili yöntemlerden biri, düşünce kalıplarını değiştirmedir."

"Sözgelimi ‘kölenin ikinci sınıf insan olduğu' kalıbını alt üst eden yepyeni bir kalıp getirmiştir: "Köleleriniz sizin kardeşlerinizdir!"


Sempozyumun ikinci gününde ise nebevî mesajın ahlaki çöküntü ve aşırı şiddet başta olmak üzere çağımız sorunları karşısında neler söylediği, bir başka deyişle çağımız sorunları karşısında nebevî mesajdan nasıl yararlanabilceğimiz konusu üzerinde duruldu. Özellikle güzel ahlak sahibi olması yönüyle gerek Allah, gerekse de gayr-ı müslimler tarafından övgülere mazhar olmuş Hz. Peygamberin evrensel ahlaki mesajlarının  küreselleşme olgusuyla karşı karşıya olduğumuz şu günlerde ele alınması oldukça anlamlıydı.


Dr. Huriye Martı tebliğinde Hz. Peygamberin ahlaki çöküşü engellemede nasıl bir yöntem izlediğinin çözümlemesini yaptı. Hz. Peygamberin iyi ve güzel ahlakı yaymada tekil davranışlar ve kötülükleri yasaklama değil de, zihin kalıplarını kırma yolunu benimsediğini belirten Huriye Martı, Efendimizin düşünce kalıplarını değiştirerek ahlaki tutarlılığın devamlılığını esas aldığını ortaya koydu. Bu konuda sadece belli bir zaman dilimi içerisinde değil de risalet döneminin tamamında her zaman ahlaki kaidelerin yerleştirilmesine ayrı bir önem verdiğinin altını çizen Martı tebliğinde özetle şu  noktalara değindi:


"Ahlâk zaaflarını temele inerek çözümlemek konusunda, Efendimizin kullandığı en etkili yöntemlerden biri, ‘düşünce kalıplarını değiştirme'dir. Sözgelimi kölelere insanca muamele edilmesine ahlâkî beklentisine cevap bulabilmek için öncelikle zihinlerde yer alan ‘kölenin ikinci sınıf insan olduğu' kalıbını alt üst eden yepyeni bir kalıp getirmiştir: "Köleleriniz sizin kardeşlerinizdir!" Burada görüldüğü üzere Efendimiz bir konuda tek tek ahlaki davranışları önerme yerine, ahlaki bir zihin yapısı oluşturacak, bütünlüklü bir hüküm ortaya koymakta ve bu hükmün köle ile sahibini dahi kardeş kılacak kadar ileri düzeyde olduğunu görüyoruz.


Öte yandan sünnetin hukuka dair verilerine son derece önem verilirken ahlaka dair verileri göz ardı edilmektedir. Oysa bugün özellikle İslâm ülkelerinde yaşanan ahlâkî çöküşün altında yatan sebeplerden birisi de, sünnetin ahlâka dair tavsiyelerini ‘yapılsa iyi olan ama yapılmayınca ceza gerektirmeyen öğütler' şeklinde algılayan yanlış zihniyet kalıbıdır. Bu sebeple daha çok ‘sünnet' bağlamında yer alan Hz. Peygamberin ahlaki öğütleri pek dikkate alınmıyor. Hal böyle olunca zamanla iman ve ahlak arasındaki bağ da kopmaktadır. İman-ahlak-ibadet şeklinde sıralanması gereken halkada yerler değişiyor ve "iman-ibadet-ahlak" şeklini alıyor. . Günümüzde ahlaki sünnetler ikinci plana itilmekte, söz gelimi namazın sünnetlerine riayet edildiği gibi ahlaki sünnetlere riayet edilmemektedir. Oysa ibadet alanına dair sünnetler ne kadar önemliyse ahlak alanına dair sünnetler de o derece önemlidir. İnanan insan ibadetini yerine getirmek kadar ahlaklı olmak zorundadır. Zira Hz. Peygamberin, ‘güzel ahlâkın imanın olmazsa olmazı' olduğuna dair bir düşünce kalıbı yerleştirmeye çalıştığı son derece aşikârdır. Maalesef bu durumun göz ardı edilmesi sonucu günümüzde ibadetini yerine getiren ama ahlaki zaaflarından kaçınamayan Müslüman tipiyle sık karşılaşmaktayız."


Huriye Martı'nın bu tespitleri İslam Dünyasında günümüzde yaşanan ahlaki çöküntü konusunda çözümün nerede aranması gerektiğini açık bir şekilde işaret etmekteydi. Diğer yandan ahlaki erdemleri aşılamada zihin kalıplarını kırma yönteminin kullanıldığı tespiti de, nebevî kültürdeki ahlaki ilkelerin yerel değil, genel-geçer ve evrensel nitelik taşımaya yönelik olduğunu göstermekteydi. 


"Müslümanlar atom bombasını icat etmezdi"


Hz. Peygamberin hayatını doğru öğrenmenin evrensel barış açısından önemine değinen Prof. Dr. Adnan Demircan ise Müslümanlarla diğer medeniyetlere mensup insanların Hz. Peygamberin mesajını doğru anlamaları, ilişkilerinin onun yol göstericiliğinde daha barışçıl bir çerçevede gelişmesine katkıda bulunacağını vurguladı. Batılı bazı yazarların günümüzde medeniyetlerarası çatışmayı körüklediğine dikkat çeken Demircan bu önyargılı davranış kalıplarının Müslümanları tahrik ederek iradeleri dışında bir çatışmaya sevk etmeye yönelik olduğunu söyledi. Alev Alatlı'nın "Müslümanlar atom bombasını icat etmezdi" görüşüne de değinen Demircan, atom bombasının topyekün yok edici bir özelliğe sahip olduğunu, Müslüman bilginlerin bilimde ne kadar ilerlerse ilerlesin hiç bir zaman böylesine yok edici bir icada imza atmayacaklarını belirtti. Demircan sözlerine devamla, İslam Medeniyetinin hiçbir zaman ötekini tahakkümü altına almadığını ve nebevî mesajın dikkate alındığında bundan sonra da böylesine bir tahakkümün  söz konusu olmayacağını, dolayısıyla Hz. Peygamberden alınan ışığa tüm insanlığın muhtaç olduğunu söyledi.


Tarihten Bugüne Nebevî Mesaj

Sempozyumun genel değerlendirme bölümünde ise Prof. Dr. Mustafa Fayda konuşmasına nebevî mesajın evrenselliği konusunda bir tartışma olmadığı, bizim onu nasıl anlayabileyeceğimizin asıl önemli nokta olduğunu belirterek başladı. Bu çerçevede İslam Medeniyetinin zengin bir tarihsel tecrübeye sahip olduğu, Osmanlı'nın dervişler aracılığıyla Balkanlar'a yönelik sürdürdüğü iskan politikasının ve Asya'ya giden Müslüman tüccarlar aracılığıyla Malezya-Endonezya gibi ülkelerde İslam'ın yayılması olayının da  bu konuya örneklik teşkil ettiği Prof. Fayda tarafından belirtildi.


Prof. Dr. Celal Kırca ise Kur'an ve sünnetin tek başına yeterli olmadığı, uygulama bağlamının evrensellik iddiası açısından önemli olduğu şeklinde bir değerlendirmede bulundu. Öte yandan nebevî mirasın muhtevasındaki evrensel mesajların yayılabilmesi için Müslümanların düşünce biçimlerini değiştirip kalıp yargılardan kurtulması gerektiği ve kategorik Aristo mantığı yerine analitik düşüncenin benimsenmesi gerektiğini söyleyen Kırca, Muhafazakarlık konusunda da önemli tespitlerde bulundu. Töre gibi yerel ve örfi değerlerin tutuculuk olgusunu ortaya çıkardığı, muhafazakarlığın ise aslında iyi ve güzel değerlerin muhazafasına dayalı bir düşünce sistemi olduğu vurgusuyla  bu iki olgunun birbirinden ayrı değerlendirilmesi gerektiği tespitinde bulunuldu. Prof. Kırca konuşmasının devamında, nebevî mesajın evrensel düzeyde uygulanabilirlik kazanmasının da  kendisine sonradan dahil olmuş gibi gözüken bu tutucu öğelerden arınmasına bağlı olduğunu dile getirdi.


Gerçekleştirilen Sempozyumun oldukça başarılı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Hüseyin Algül ise gelecek yıllarda Konya'da bu çalışmanın ikinci bir basamağı olarak uluslararası bir Sîret Sempozyumunun düzenlenmesi temennisinde bulundu.