Her mümin erişebildiği herkese hakkı tebliğ etmekle yükümlü. Akrabalarımızla ya da insani yanı güçlü fakat İslamla buluşamamış arkadaşlarımızla oturup konuşmak isteriz bazen hakikat üzerine. Fakat bu çok azim bir iştir ve bin bir sebep vardır bizi bundan alıkoyan, vazgeçiren. Secde anının güzelliğini, ahirette bizi bekleyen imtihanı sevdiğimiz insanlara anlatmaktan kaçınmak, sürüklendiğimiz felaket hakkında uyarmamak dostluk olabilir mi ?
Peygamberliğinin üçüncü yılında “en yakın akrabanı uyarıp korkut”(Şuara 214) ayeti indiğinde bir an kendini güç durumda hissetmiş eve kapanmıştı Peygamberimiz. Muhammed Esed’in mealinde “Ve en yakınlarından başlayarak erişebildiğin herkesi uyar”olarak yazılır mana. Hiç kolay değildi insanlara atalarının dininin dışında bir teklifle gitmek. Yakın akrabadan başlanması emri ise manidardır Mevdudi’ye göre. Tefhim’ül Kur’an’da ayeti açıklarken, meselenin sadece akrabaları toplayıp emri iletmek olmadığını söyler. İnsanlığa İlahi müeyyideler hakkında hiçbir ayrıcalığın beklenmemesi gerektiğini açık ve net olarak gösterilmelidir. Peygambere yakınlığın bile işe yaramayacağı fayda etmeyeceği o azim günden söz etmektir maksat.
Ayetin devamında (215-216) ise “seni izleyen müminlere kol kanat ger, buna rağmen sana karşı çıkarlarsa, de ki: Ben sizin yapıp ettiklerinizden sorumlu değilim” denilir. 218. ayet de Peygamberimizin halet-i ruhiyesinin nasıl da derinlemesine bilindiğini ortaya çıkarır: “O ki senin (O’nun yolunda tek başına) ayakta kalmaya çalıştığını da görmektedir”. Günümüz Müslümanları da gerek Türkiye’de gerekse de Avrupa’da ve dünyanın her yerinde bir ucundan bu durumu tecrübe etmekte. Başını örten kadınların yaptıkları da görsel bir açıklamaydı ve neler yaşandı bu ülkede.
Peygamberimiz için en iyisi bir yemek daveti verip nazikçe vahyi açıklamak olacağından henüz onüç yaşlarında olan dert ortağı ve sırdaşı Hz. Ali’yi görevlendirdi hazırlıklar için. Küçük bir kap et yemeği ve bir kap sütün onlarca kişiye yetip taşması ayrı bir bahis. Sahih rivayetlere göre önce halalarına amcalarına ve kızına seslendi : Ey ! Abdülmuttalip oğulları, ey Abbas, Ey Rasulullah’ın halası Safiye, ey Muhammed’in kızı Fatıma! Uyanıp kendinizi cehennem azabının ateşinden korumanız için uyarılıp korkutuluyorsunuz. Ben sizi Allah’ın azabından koruyamam, fakat benim malımdan arzu ettiğinizi isteyebilirsiniz.
Üç yıl boyunca sadece çok yakınlarına açıkladığı risaleti artık insanlığa açma zamanıydı. Ya Ali diyordu, “Cenab-ı Hakkın yakın akrabamı azapla korkutmamı emir buyurması bana çok güçlük verdi. Ben iyi biliyorum ki ne zaman onlara bu işi açmaya kalksam onların beni hoşlanmadığım bir şeyle itham etmeye kalkıştıklarını göreceğim”. Bir kişilik et yemeği ve bir küçük kap sütün bütün akrabalara yetip artması amcası Ebu Leheb tarafından büyü ve sihir olarak adlandırılmış, ağır hakaretlere uğramasına sebep olmuştu. Bereket ve ihsan dolu bir ikram bile inayet olarak görüleceğine kötülükle karşılanabiliyor. O gün Ebu Talip’in evinde ikisi kadın kırkbeş kişinin toplandığı bildiriliyor.
Yemeğin ardından o zamanlar adet olduğu üzere Safa tepesine çıkıp tüm Kureyş kabilelerini teker teker saymaya başlamıştı sevgili Peygamberimiz. Herkes toplanmıştı, bize ne söyleyeceksin diyerek. Kan bağıyla bağlı oldukları için onlara en büyük nezaketle davranacağını, kıyamet günü başkaları salih amellerle gelirken günah yüküyle gelmemelerini, orada yardıma çağırdıklarında yüz çevirmek zorunda kalacağını, Allah’a karşı çıkarlarsa bir yardımının dokunamayacağını açıkladı.
Her şeyin bu dünyada olup bittiğine inanan insanların, bu dünyada yapılan kötülüklerin yapanın yanına kar kalacağına inananların hiç hazzetmeyeceği bazı cümleler:
“Sizi O’ndan başka ilah olmayan Allah’a imana davet ediyorum. Ben de O’nun, hususen size ve umumi olarak da bütün insanlığa gönderdiği Peygamberiyim. Vallahi siz, uykuya daldığınız gibi öleceksiniz, uykudan uyandığınız gibi de diriltilecek vebütün yaptıklarınızdan hesaba çekileceksiniz. İyiliklerinizin karşılığında iyilik, kötülüklerinizin karşılığında da ceza göreceksiniz. İnsanlardan ahiret azabıyla korkuttuğum ilk kimseler sizlersiniz”.
Kol kanat germe meselesi üzerinde durmak gerekiyor. Akrabalara verilen yemekte çok büyük itirazlar yükselmemiş Ebu Leheb dışında herkes olgunlukla dinlemişti. Bazıları da inanmış ama hemen gereğini yerine getiremeyeceğini belirtmişti, mesela amcası Ebu Talip. Muhammed Esed’in dediği gibi ılımlı bir yaklaşım vardı ayetin özünde, müminler içinde ruhen ve zihnen daha ilerde, din yönünden daha tecrübeli olanlar ötekine karşı sevgi şefkat ve sorumlulukla hareket etmek zorunda. Günümüzde Müslümanların birbirlerine karşı sert ve eleştirel yaklaşımları, sen dili kullanılarak yapılan kimi onur kırıcı uyarılar bu ayetin ışığında yeniden gözden geçirilmeli. Üzücü ki çoğu kez şefkat bizden çok uzaklarda.
Rachel Corrie’nin annesi Cindy Corrie ile sohbet etme fırsatı bulmuştum İHH’da, kızlarının daha önce yabancısı oldukları fikirlerine yaklaşımı beni etkilemişti doğrusu. Daima anne babaların çocuklarına bir şeyler öğretebileceklerini düşünürüz ama bizde tersi oldu, kızımızdan çok şey öğrendik, o bizi yetiştirdi, insanlığın durumu hakkında gözümüzü açtı diyordu. İnsan kalbini zihnini hakikate açık tutunca sonsuz bir alan açılıyor önünde, herkesten öğrenebiliyor hayati bilgileri.
Sevgili dostum Rabia Brodbeck de büyük açıklamasını yapınca güzel karşılanan bahtlılardan. Ünlü bir dansçı olarak Newyork’da çalışırken İslam’a intisap etmiş ve bu durumu anlatmak için biraz da kaygıyla İsviçre’ye annesinin yanına gelmişti. Annenin tepkisi sarsıcı. ‘Öyle güzel olmuşsun, yüzünde o kadar güzel bir hal var ki, seni böyle yapan her ne ise ve kime inanıyorsan hep öyle kal, devam et bırakma’ diyor kızına.
Herkes bu kadar şanslı değil elbette, peygamberler tarihi Hakkı açıklayıp da kavimleri tarafından akılalmaz işkencelere uğrayan elçilerin sabır ve fedakarlık tarihidir bir bakıma. Dışlamalar, ambargolar, bitmez tükenmez düşmanlıklar.
Hatay’da Habibü’n Neccar’ı ziyaret edince bu durumun nasıl resuller silsilesi içinde devam edip gittiğini bir kez daha müşahade ettim.
Hataylı öğretmen arkadaşım Firdevs götürdü beni huzura. İsa aleyhissselam tıpkı Peygamberimizin yaptığı gibi Allah’ın emriyle havarilerinden ikisini Antakya’ya gidip oradaki insanları tevhide davet etmeleri için görevlendirmiş. Kral bu elçileri hapsettirince Hz. İsa bu sefer de baş havarisi olan Şem’un Saba’yı yollamış. O daha temkinli davranma yolunu seçmiş, kendini tanıtmadan kral dahil birçok kişiyle dost olup onların iman dairesine girmesine sebep olmuş. Kral diğer elçileri de serbest bırakıp hep birlikte tebliğlerini yapmalarına izin verince halkın ileri gelenleri, duruma el koymak üzere kalabalığı peşlerine takıp gelmişler. Elçiler söylediklerini yalanlayıp çekip gitmezlerse öldürüleceklerini duyan Habib-i Neccar (neccar marangoz demek) şehrin en uzak ucundaki marangozhanesinden ayağına terliğini bile giymeden koşarak can havliyle gelir. İlk gelen iki elçiyi dağda koyunlarını otlatırken dinlemiş, hatta onların yatalak oğlunu iyileştirmelerine tanık olmuş ve iman etmiştir. Yalın ayak koşarak gelen adamın amacı hakikati bilmeyenlere duyurmak, imanını açıklamak ve onları elçileri öldürmek gibi büyük bir günahtan sakındırmaktı. Kur’anda hiçbir açıklamaya mahal bırakmayacak şekilde anlatılır MS. 33-40 arasında geçen bu hadise. Buraya aynen almak istiyorum bu mübarek olayı doğrudan kaynağından anmak için.
“Onlara elçilerimizi gönderdiğimiz o şehir halkının hikayesini örnek olarak anlat. Biz onlara iki elçi gönderdik, ikisini de yalanladılar, bunun üzerine onları üçüncü biri ile destekledik ve bu elçiler ‘bakın biz Allah tarafından size gönderildik’ dediler. Berikiler ‘siz de bizim gibi ölümlü insanlarsınız’ diye cevap verdiler, ‘ayrıca Rahman, herhangi bir vahiy de göndermiş değil, siz sadece yalan söylüyorsunuz’. Elçiler Rabbimiz bilir ki dediler, ‘biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz, fakat bize emanet edilen mesajı size iletmekten başka bir şey ile yükümlü değiliz’. Ötekiler doğrusu dediler, ‘bize uğursuzluk getirdiniz! Eğer bundan vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlayacak ve başınıza bir bela saracağız’. Elçiler şöyle cevap verdiler : ‘Kaderiniz iyi de kötü de olsa sizinle birlikte olacaktır. Hakikati can kulağıyla dinlemeniz isteniyorsa bu sizce kötü bir şey mi? Hayır, fakat siz kendinize yazık etmiş bir toplumsunuz’. Şehrin en uzak ucundan bir adam koşarak geldi ve Ey kavmim dedi: bu elçilere uyun! Sizden hiçbir karşılık beklemeyen ve kendileri doğru yolda olan bu kimselere uyun! Bana gelince beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah’a kulluk etmeyeyim? Neden ondan başka ilahlar edineyim? O zaman Rahman bana bir zarar vermek isterse ne onların şefaati zerre kadar fayda getirir, ne de bizzat kendileri beni koruyabilirler, işte o zaman ben apaçık sapıklığa düşmüş olurum”. Yasin 13-24). Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, 1996.
Ve taşlayarak öldürdüler üç elçiyi de Neccar’ı da. O bölgede ilk iman eden kişiydi. Bu konudaki ayetlerde bahsi geçen kişilerin sembolik olduğunu ya da çeşitli şehirlere nispet edildiğini söyleyen müfessirler var ama tarihin akışı ve birçok kaynak da “şehrin bir ucundan koşarak gelen adam”ın Neccar olduğunu kuvvetle gösteriyor.
Antakya MS. 636 da Hz. Ömer’in komutanı Ebu Ubeyde b. Cerrah tarafından fethedilerek İslam topraklarına katılınca fethin alamet-i farikası olarak Habibün Neccar Camii inşa edildi. Muaviye tarafından 40 civarında Müslüman aile buraya yerleştirilmişti. Şimdiki Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde inşa edilmiş ilk cami. İlk kez İbni Batuta Seyahatnamesinde söz etmiş Neccar’dan, camiden ve külliyeden.
Caminin avlusunda ilk gönderilen elçiler olan Yahya (Yuhanna) ve Yunus (Pavlos) kardeşlerimiz medfun kalbimizi sevgileriyle doldurarak. Caminin içindeyse dört metre kadar aşağıda baş havari Şem’un Saba (Barnabas) ve onların iz sürücüsü, müdafii Habibin Neccar yatmakta mütevazı sandukalar altında. İşte bizim kültürümüz. Hristiyan şehitlerle iç içe bütün bir tevhid silsilesini nehir gibi içimizden akıtarak namaza duruyoruz bu mübarek camide. Hayatımda beni en çok alıp götüren namazlardan birine duruyorum burada. Firdevs bu mekanda ibadet etmenin manevi hazzını, bu yüce insanların şehre kattığı yüceliği anlatıyor hüzünle. Caminin her yanını saran Arapça kitabelerden, sadelikten, derinlikten etkilenmemek ne mümkün.
Peygamberimizin başına gelenleri hal kardeşlerinin öyküsüyle buluşturuyorum zihnimde, büyük açıklama var ve bedeli ağır, bunu bir kez daha görüyoruz dünya gözüyle. Şehrin bir ucundan koşarak gelen adamın telaşı, tevekkülü, yürekliliği sarıyor ruhumuzu. Ya Baki Entel Baki!