Neşeli Hüzün

09 Mayıs 2011
Başlangıçtan beri her adımımız ilahi adımların o karşılıksız korunaklı takibinde atabilmiştir kendisini bir ileriye. Yüce Merhamet’in evrensel gölgesinde…

Mutluluk az da olsa dokunduğunda, çoğu zaman şımararak sorumluluklarımızdan özgür kaldığımız hissine kapılırız. Bu bize ister istemez bir uçarılık verir. Mutluluk ilk adımda sorumluluklarını yerine getirmiş bir insanın haklarına ulaşması olabilir. Ya da kendisine dokunduğu insana daha sonra yeni ödevler yükleyebilir. Önceden hak edilmiş veya hak edilmesi-ödevi sonraya kalmış ta olsa, o gelip kapımızı çaldığında yaşam masalımız bir tavşan ataklığında hızlanır. Hoplayan bir kuyruğun tüyleri kadar hafifler içimiz. Soytarı yanımız saklandığı yerden çıkar ve bütün marifetlerini gösterir. Bir an için ne ödev gelir akla, ne de sorumluluklar. Bir unutkanlık basar hafızamızı. Pek rastlanmayan bu iklimin yorgunluğu altında uyur kalır bazen bilincimiz.

Mutluluğun bize gelişini tetikleyen adımlarımız gözümüzde büyür sonra. Düşünürken bulut üstünden çok toprak seviyesini hesaba kattığımız için, garip bir kasıtla hep “yalnız” olduğumuzu sanmak isteriz. O anki mutluluğumuzu -nasıl da bir başına elde ettiğimiz o zor günlerin içinde- kendimize uzaktan acıyarak bakarız. Kocaman adımları –nasıl da yalnız başına- attığımızı düşünürüz. Çok çalıştığımızı. Çok yorulduğumuzu. Sanki bir savaş sonrası mızıkçılık yaparak bütün ganimeti kapmaya çalışır bir haldeyiz. Mutluluğu nasıl da hak ettiğimiz konusunda kimseyi değil, en başta kendimizi ikna etmek durumundayız çünkü. Böylece eğer biz hak etmişsek, “bir başına” bunu yapmışsak birilerine teşekkür etmemize de gerek kalmayacaktır. Bir de dişimiz, tırnağımız, süpürge ettiğimiz saçlarımız geçer ya gözlerimizin önünden…Tamamdır. Bir teşekkür edilecekse ancak bize edilmelidir. İşte o da yaşadığımız şu veya bu mutluluktur!

Oysa etle tırnak gibi tenimize sarılmış doğamızla ve uykusuz vicdanımızla biliriz ki, başlangıçtan beri her adımımız ilahi adımların o karşılıksız korunaklı takibinde atabilmiştir kendisini bir ileriye. Yüce Merhamet’in evrensel gölgesinde…Bütün ömrümüz boyunca aslında kocaman bir rahimdeyiz ve hayat elden, imkan gölden yaşıyoruz bir bakıma. Bize aklımızı kullanarak değerlendirmek kalıyor. Bütün ömrümüz boyunca, yetmişimizde bile tay tay yaparak yürüdüğümüz sorumluluklarımızda elimizden tutan En Büyük O!...Bir bakıma şu elimizdeki hayat, değerlendirme yeteneğimizin ölçümleneceği yeterli süre.

Mutluluk ilahi bir teşekkürdür insana. Ve şükür de insanın taa toprağının en derininden sızım sızım buharlaşan gönül borcudur.

İtiraf edelim ki eğer bir şeyi başardı isek, O da istemiştir bizim istediğimizi. İstemese olmazdı. İsteklerimizi ne olursa olsun dikkate alandı. Elde etmek için çabalarımız konusunda bize yol gösteren, yöntem öğretendi. İmkanlarla ardı ardına sürprizler yapandı. Çabalarımızın kolaylaşması için armağanlarla destekleyen… Fakat işte armağanlar paketsiz ve açıktadır. Hemen her gündür. Artık sıradanlaşmıştır. O yüzden hiçbiri armağandan sayılmaz öyle kolay. Saymaktan vazgeçeceğim. Çünkü sayımsız bir şey bu. Ne üçe ne yediye sığmayacaktır. Her şey bir yana, nihayet soluk alıp vermemiz; sağlığımız olmasa idi bu kadar çok bile değil, hiç çalışamazdık. Dişimizi tırnağımıza takamadığımız gibi, saçlarımızı süpürge etme şansımız da asla olmazdı…Bir hiç olurduk. Öyle kocaman da değil!

Mutluluk ilahi bir teşekkürdür insana. Ve şükür de insanın taa toprağının en derininden sızım sızım buharlaşan gönül borcudur. İyilikle, güzellikle çabalamışsa hele “körpecik topraklar”, gökten iyilikler, hakiki mutluluklar düşer üstlerine ve yeryüzü ona minnetle sarmaşır. Armağan kibretmez hiç öyle, yüceliğine rağmen. Muhtaçlık utandırılmaz o an boyundan posundan. Şükretme anında…

Telaş edecek bir durum yoktur. Hayat bu defa mutlulukla akmaktadır. Hala bir sınavda olduğumuzu unutmamak, böyle mutlu anlarda kağıdını öğretmenine teslim etmiş de kantine koşan bir genç haylazlığına kapılmamak iyi gelecektir bize. Mutluluklar, duyarsızlığa neden olabilecek tehlikeli hayat sorularıdır  öte yandan. Güzel bir teşekkür bu tehlikeyi sessizce ortadan kaldıracaktır. 

Verilenin verilme nedeninde bir bakıma kullanım amacı da yazılıdır zaten. Okuyabilenler için…Geriye tasarrufun şekli kalır. O da Mushaf’ta yazılı. Hayatta da…Anlayabilenler için.

Üstelik verilen her nimet, her mutluluk kaynağı bir anlamda sorgulama gününde bizi zora sokacak bir külfet olma potansiyelini de korumaktadır. “İki siyahtan bile sorulacaksınız!” derken Hz. Peygamber (sav), hurma, su veya ayağımızdaki sandalet gibi basit gördüğümüz bir varlığımızdan, kısaca sahip olduğumuz her şeyden sorulacağımızı bildirir. Sorulacak olmak sorumlu olmaktır. Yani sahip olduğumuz her şeyin elde edilmesinden tutun da, yararlanma amaç ve şekilleri, sarfedilmelerini içine alacak her tür tasarruf/kullanımı da ilahi ilkeler çerçevesinde olmalıdır ki, son noktayı ifade eden o bestesi özgün şükür serenadı bir yalana dönüşmesin.

Her nimet, her mutluluk kaynağı bir anlamda sorgulama gününde bizi zora sokacak bir külfet olma potansiyelini de korumaktadır. “İki siyahtan bile sorulacaksınız!” derken Hz. Peygamber (sav), hurma, su veya ayağımızdaki sandalet gibi basit gördüğümüz bir varlığımızdan, kısaca sahip olduğumuz her şeyden sorulacağımızı bildirir.

İnsan asıl nimetler/armağanlar karşısında  asla layık olmadığının mahcubiyeti ile, layık olma zorundalığı arasında, şükür, yani sorumluluklarını en üst düzeyde yerine getirme telaşını düşürür içine. Bu durumda şımarmaya hazırlanan anlar bir güzel çekilip alınır zamanın elinden. O vakit daha dingin bir sevinç uzun vadeye yerleşir. Şükürler olsun!

Hayat hep böyle gitmeyecektir zaten. Sevinçler çok geçmeden kederlere bırakacaktır yerini. Bırakır da…Yol yokuşa sarar. Küfelerimiz ağırlaşır. Sırtımız çatırdar. Sorun değil! Sevinince boynunu daha da sorumluluğa eğen akıllı insan, üzülünce dik duracaktır. Gereksiz yaygara koparıp dengesini kaybetmeyenler, ağıt ta yakmayacaklardır. O halde şükür; hep daha mükemmel kul/insan olma azmi, sabır ise zorluklara rağmen kul/insan kalma direncidir.

Hep dert ya da ardı ardına sevinçler yaşamayı sorun edebilirdi şu sol kabarcığımız. Mutluluklarla dinlenip dinçleştikçe dertleri ayakta karşılayabiliriz. Mutluluğun o ele avuca sığmayan tadı, dertlerin acısıyla demlenmiş  olabilir. Hem derdin katlanılabilirliğinde faniliğin bağışladığı umut da var.

Ne yapalım ki hayat dört mevsimli. Papatya toplarken habersiz, aniden kara, fırtınaya dahil olabiliyoruz. Ya da çığ düşecek derken emeğimiz ayağa kalkıyor ve nereli olduğu belli olmayan bir meltem kucaklıyor bizi o ılık tahtına koyuyor. Nereli olduğu belli olmayan her şey, belli olanlarla birlikte oralıdır aslında! Bunun farkındalığıdır bizi mümin kılan. İşte şükür (daha iyi olmak için ilerleyiş) ve sabırdır (her şeye rağmen iyi kalma)  farkındalığın iki boyutu.

İnsan ötesi değiliz hiç birimiz. İnsan aşırı olmamak belki de yapmamız gereken. Ne sevincini dile getirmemek, ne de hüznüyle ağlamamak değil aslında. Başımız göğe değince kolun kanat, ellerin kuş olmasıdır. Uçarken bir yandan sorumluluklardan da kaçmamaktır. Baş öne eğilince ise vazgeçmemektir. İlla ki insan kalmaktan.

Böyle böyle olgun bir hayatı onurla verebiliriz ölümün eline…Bir istirahat iyi gelir zira. Şükrüyle de sabrıyla da bir yorgunluktur ömür.