Kur’an-ı Kerim’de Allah’a iman ve namaz emri ile beraber “infak edin” emri de sıklıkla tekrarlanır. İçerisinde infak emri geçen ayetler dikkatle okunduğunda, Allah’ın her bir ayetle infakın başka bir yönünü gösterdiğini ve yavaş yavaş hakiki infaka ulaşmak üzere mümini eğittiğini fark ederiz.
İnfak kavramını doğru anlayabilmek için iştikakına baktığımızda kelimenin “n-f-k” kökünden geldiğini görüyoruz. Ragıb el-Isfahânî’nin Müfredât’ında infak kelimesinin “eksilme, bitme, yok olma” gibi anlamlara geldiği yer alır. İnfak kelimesi Kur’an’da yetmiş dört yerde geçer ve sadece bir yerde “yoksul düşme” anlamında kullanılır. Diğer tüm kullanımları mal vermek, hibe etmek anlamında iyi amaçlara yönelik yapılan harcamalar içindir. Dolayısıyla Kur’an’ı Kerim’de infaka kök anlamındaki menfiliğin tam aksi bir mana izafe edilmiştir. İnfak edildiğinde suretâ eksilen şeyin aslında arttığı ve asla kaybolmayacak bir vasfa büründüğü pek çok ayetle açıklanmıştır.
Dikkat celbeden bir diğer husus ise infakla aynı kökten gelen nifak kelimesidir. Nifak ve münafık kelimesinin izah edildiği TDV İslam Ansiklopedisi’nin “münafık” maddesinde, bu kelimenin “tarla faresinin bir tehlike anında kaçmasını sağlamak üzere yuvası için hazırladığı birden fazla çıkış noktasının birinden girip diğerinden çıkması” şeklindeki sözlük anlamından hareketle münafık, “dinin bir kapısından girip diğerinden kaçan çifte şahsiyetli kimse” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanıma göre münafık, her zaman ikinci bir planı olan ve girdiği yolun nereye çıkacağından emin olunamayacak, güvenilmez kişidir. Kanaatimce, ilerleyen satırlarda infakın imanla ilişkisini gördükçe infak ve nifak arasındaki bağlantı da ortaya çıkacaktır.
İnfak kelimesi Kur’an’da ilk defa Bakara suresinin 3. ayetinde geçer. Allah (c.c) Bakara suresinin ilk ayetlerinde “Bu kitap, müttakiler için hidayettir.” diyerek bir anlamda, Fatiha suresindeki “Bizi doğru yola ilet” şeklindeki hidayet duasının cevabını verir ve devamında müttakilerin özelliklerini sıralar. “Onlar (müttakiler) gayba iman ederler, namazı kılarlar ve kendilerine verdiklerimizden infak ederler.” Ayette mümin ve müttaki kulların birbirine atfedilmiş üç özelliğini görürüz. Bunlar gayba iman, namaz ve infaktır. Namaz ve infak mümini bireysel ve toplumsal anlamda en değiştirici ve dönüştürücü ibadetlerdir. Devamlılık sağlamak için çok sağlam bir irade ve karakter gerektiren bu ibadetler ancak ahirete ve hesaba inanan, bu dünyada yapılan her şeyin karşılığının görüleceği inancına sahip olan, yani gayba iman eden kişi tarafından hakkıyla icra edilebilir. Zira ne namaz ne de infak tek seferliktir. Ömür oldukça namaza, imkân oldukça infaka devam etmek gerekir. Bu istikrarı sağlayabilmek için çok sağlam bir motivasyona ihtiyaç vardır. İnancında şüphe, karakterinde zayıflık olanlar namaz ve infak konusunda başarılı olamazlar. Hz. Peygamber’in hadislerinde de imanına nifak karıştıranların yani münafıkların namaz konusunda üşengeç davrandıkları ifade edilmekte, mallarını da ancak gönülsüz bir şekilde infak ettikleri bildirilmektedir.
Bakara suresi 3. ayette harcamanın nesnesi ifade edilirken “mallarından” kelimesinin değil de “onlara verdiklerimizden” ibaresinin kullanılması da dikkat çekicidir. Gayba iman ile başlayan ayette Rabbimiz kullarına sanki şöyle demektedir: “Gözünüzle gördüğünüz, elinizle tuttuğunuz, emeğinizle kazandığınız, şehadet aleminde şahit olduğunuz mallarınızın, rızıklarınızın asıl sahibi ve kaynağı Allah’tır.” Ellerimizdekileri Allah’ın verdiğine inanmak da gayba imandır. Dolayısıyla bu inanç sayesinde O’nun verdiğini, O’nun istediği şekilde harcayıp, karşılığını sadece O’ndan beklemek tatmin edici bir anlam kazanır.
Konuyla ilgili diğer ayetlere baktığımızda infak sahibinde, infak edilecek malda birtakım özelliklerin bulunması ve infak sonrasında da bazı hususlara dikkat edilmesi gerektiğini görmekteyiz. İnfak edilecek şeyde bulunması gereken en bilinen özellik, infakın kişinin sevdiği şeylerden yapılmasıdır. Ali İmran suresinde Rabbimiz “Allah yolunda sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça iyiliğe erişemezsiniz.” buyurmaktadır. (Ali İmran, 92) Allah yolunda infak etmek, sevdiği şeyleri seve seve ihtiyaç sahibiyle paylaşabilmek öncelikle infak eden kişinin kârınadır. Teğabün suresi 16. ayette “kendi iyiliğiniz için” ibaresi yer almakta ve “kim nefsinin cimriliğinden korunmayı başarırsa asıl kurtuluşa erecek olanlar onlardır.” buyrulmaktadır. Nefsin meyli her zaman cimriliğedir. Fakat Allah (c.c) insanın fıtratına, elinde olanlardan vermekle manevi anlamda doyuma ulaşma duygusunu da yerleştirmiştir. Bu sayede veren kişi önce kendisini iyileştirir.
Tasavvuf psikolojisi alanında önemli çalışmalara imza atmış Psikiyatr Dr. Mustafa Merter, Dokuz Yüz Katlı İnsan isimli kitabında “hayır terapisi” isimli bir yöntemden bahsetmektedir. Psikolojik rahatsızlıkların en ağır dönemleri atlatılıp düzelme aşamasına geçen kişilerde öncelikle duyarlılık kazandırma şeklinde daha sonra da somut uygulamalarla tatbik edilen bu yöntem sonrasında benmerkezci tavırdan uzaklaşıldığını ifade eden Merter, kişide meydana gelen değişikliği şu şekilde anlatır: “Hayır terapisi, varoluş tarzımızda 180 derecelik bir dönüş gerçekleştirdiği için, bizi özgürleştirmenin yanı sıra, farkına varmadan o dokuz yüz katlı nefs binasının bir üst katına çıkmamızı sağlayabilir. Bu yükselmenin bir adı da “felah/yarıp öteye geçme”dir.” Felah, yani -ayette geçtiği şekliyle- nefsin cimriliğinden korunup kurtulmak. Bu açıdan bakıldığında düzenli olarak infak etmek, elindekileri paylaşmak iyileşmenin yanı sıra bir nevi koruyucu hekimlik gibi psikolojik iyilik halini muhafaza etmek için de kişiye yardımcı olur.
İnsanın doğasında cimrilik ve eli sıkılık vardır. (İsra, 100) Kişi, ticareti kâr amacı güderek gerçekleştirir. Verip aldıklarından bir menfaat elde etmek insanın tabi arzusudur. Lakin ticarette kâr ihtimali olduğu kadar zarar etmek de muhtemeldir. Zarar riski olmaksızın kâr elde etmek bir tâcir için çok büyük bir kazançtır. Allah (c.c) Fatır suresinin 29. ayetinde hiçbir zararın olmayacağı bir ticaretten söz ederek infakın bir sırrını daha öğretiyor bize. Allah’ın verdiği rızıktan Allah yolunda gizli ve açıktan ihtiyaç sahiplerine verenler, asla zarar etmeyecek bir ticaret yapmışlardır. Allah Rasulü ile Hz. Aişe arasında geçen şu diyaloğu yeniden hatırlayalım. Peygamber efendimiz bir kurban bayramında Aişe validemize sorar; “Ey Aişe, kurbandan bize ne kaldı?”. Hz. Aişe cevap verir; “Sadece bir kürek kemiği kaldı”. Bunun üzerine Efendimiz akıllardan çıkmayacak şu sözleri söyler; “Desene ey Aişe, bir kürek kemiği dışında hepsi bizim oldu.” (Tirmizi, Kıyâme, 33) İşte bu bilince sahip olanlar zarar riski olmayan bir ticaret yapmış olurlar.
Tam bu noktada karşılık beklemeden iyilik yapmak mı daha kolay ve gerçekçi yoksa karşılığı ahirette misliyle alacağından emin olarak iyilik yapmak mı sorusu akla geliyor. Karşılık beklemeden iyilik yapmak, kanaatimce eksik ifade edilen bir tabirdir. İnsan suresi 9. ayette kendileri ihtiyaç sahibi oldukları ve infak edecekleri yiyeceği yemek istedikleri halde yoksul, yetim ve esire ikramda bulunanların dilinden bir cümle aktarılır: “Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz.” Burada karşılık beklememekten ziyade karşılığı iyilik yapılan kimselerden değil yalnızca Allah’tan beklemeye bir vurgu yapılmıştır. Yapılan iyiliği başa kakmama emrinin yer aldığı Bakara suresi 262. ayette de gönül kırmadan iyilik yapanlara Rableri katında özel mükafatların verileceği bildirilir. Hatta öyle ki onlar için korku ve üzüntünün olmadığı bir hayat müjdesi verilir. O halde infakın Allah katında, çok büyük bir karşılığı vardır.
Bire yedi yüz misline kadar (Bakara, 261) kârla yapılacak bir ticarette sermayeyi kaybetmeden kazanç sağlayabilmek için hem infak öncesinde, hem infak anında hem de infak ettikten sonra uyulması gereken kurallara dikkat etmek gerekir. Bu kurallardan bir tanesi de kişinin kendisine verildiğinde gözünü kapatmadan alamayacağı şeyleri hayır diye vermemesidir. Bakara suresi 267. ayette Rabbimiz bu konuda kullarını uyardıktan sonra “Bilin ki Allah zengindir, her türlü övgüye layıktır.” buyuruyor. Bir ayet Allah’ın esmasından bir ya da bir kaçıyla bittiğinde, bu isimlerin ayette geçen mevzuyla mutlaka ilgisi vardır. Bu ayette bir bakıma “Allah’ın sizin verdiklerinize ihtiyacı yoktur, o tüm övgülere layık olandır. Dolayısıyla kazandıklarınızın iyilerinden vermeniz Allah’ın buna ihtiyacı olduğu için değil, bilakis sizin vermeye ihtiyacınız olduğu içindir.” denilmektedir.
99 Esma Sonsuz Mana isimli eserinde Fatma Bayram, ayet sonlarındaki isimlerle ilgili farklı bir bakış açısıyla bir tespitte bulunuyor. Allah’ın isimlerinin insanlarda farklı oranlarda tecelli ettiğini ifade eden Bayram, bir ayette ele alınan konuda muvaffak olmanın o ayetin sonunda zikredilen ismin kişinin ahlakında tecelli etmesine bağlı olduğunu söyleyebiliriz diyor. Bakara suresi 267. ayete bu tespit ışığında baktığımızda kazancının iyi tarafından verebilmenin, gözünü kapatmadan alınamayacak şeyleri hayır adı altında ihtiyaç sahibine vermemenin Ganî ve Hamid esmasının tecelli ettiği bir kimse için mümkün olacağını söyleyebiliriz. Ayette geçtiği şekliyle infak edebilecek olan kimse -Anadolu’da da söylendiği gibi- gani gönüllüdür ve övgüye layık bir ahlakın sahibidir. Kendisinin her daim Allah’a muhtaç olduğunun ve elindekilerin kıymetinin farkında olan, hamd sahibi bir kimsedir.
İnfak emrinin geçtiği ayetler ışığında infak eden kimseyi, infak edilecek malın vasıflarını ve infakın usûlünü ele almaya çalıştığımız bu yazıda, hakkını vererek infak edebilmek için özellikle gayba kuvvetli bir şekilde iman etmek gerektiğini gördük. Hal böyle olunca -yazının başında da ifade ettiğimiz gibi- münafık, kurallarına uygun şekilde infak edemez. Ahirete ve hesaba imanında zaafı olduğundan yapıp ettiklerinin karşılığını bu dünyada bekler. Elindekilerin sahibinin bizzat kendisi olduğunu düşündüğü için -ola ki muhtaca malından verse bile- ihtiyaç sahibine yardım ediyor oluşu münafığın ancak kibrini arttırır. Teşekkür bekleyerek, üstenci bakışıyla eza ve minnet vererek muhatabının gönlünü kırmakla kalmaz elde edeceği bütün kazancı da heba etmiş olur. Küçük hesapların peşinde büyük kârlardan mahrum kalır. Bir kimse infak edebildiği nispette nifaktan korunmuş olur. Bu anlamda nifak bir hastalıksa ilacı infaktır. Nifak bir zehirse, panzehiri Allah için harcayabilmektir. Nasıl ki altın, içindeki diğer maddelerden arındıkça saflaşır ve kıymet kazanırsa insan da infak ede ede nifaktan uzaklaşır, imanı saflaşır ve kıymeti artar. İnfak nifakın miyarıdır, müminin -altın misali- ayarı da nifaka bulaşmaması nispetindedir. Kişi münfıkîne dahil oldukça münafikînden uzaklaşır. Allahu alem.