Niyet, bir şeyi yapmayı zihinde tasarlamak, o işi yapmak üzereyken kalpte oluşan pekişmiş karardır. Dünya ve ahirete ait bütün işler, kul açısından bu azim ve kararla vücut bulur. Bu sebeple niyet, amellere atılan bir ilk adım sayılabilir.
Böyle merkezî öneme sahip bir olgu iken, tek başına sihirli bir değnek de değildir, dokunduğu her şeyi hayra çeviren. Cahiliye dönemindeki Arapların, kız çocukları toprağa gömme vahşi uygulamasının sebeplerinden biri de "namusu koruma niyeti" idi. Sonucu fecaat olan ferdi ve toplumsal nice eylem vardır ki çıkış noktası iyi bir niyet olmasın. İçine düştüğümüz ve "niyetim temizdi ama!" savunmasıyla kendimizi kurtaramayacağımız haller, doğruluk yolunda, insan olarak hangi vasıtaları gözetmemiz gerektiğini bize bazen acı biçimde öğretir. Bu yüzden niyet, dini ve ahlaki sınırlar içerisinde ve aklın çizgisinden ödün vermeden bulunmalıdır. Halk hikayelerimizden olan "ayının dostluğu" öyküsünü hepimiz biliriz. İyilik gördüğü avcının yanından ayrılmayan ayı, bir gün onu, yüzüne konan sineği, eline geçirdiği taşla kovma "iyi niyetiyle" canından eder.
Niyetin amelin sonuna kadar aynı saflıkla korunup korunmadığının tesbiti de mühümdir kanaatimizce. Ali (r.a)'nın bir savaş esnasında kılıcıyla son darbeyi vuracağı hasmının onun yüzüne tükürdüğü ve Hz. Ali'nin de bu yüzden onu öldürmekten vazgeçtiği rivayet edilir. Zira onun deyimiyle, "İlk başta mücadelesi dini uğrunayken, sonra araya "Ali'nin nefsi" girmiştir."
Hukuk alanında da "kasıt-maksat"anlamını koruyan "niyet" kavramı, insani ilişkilerde "olayın dış görünüşüne göre davranma"yı gerekli kılan bir yapıya sahiptir. Zira kalbin ve zihnin gizli irtibatıyla ve elbirliğiyle ortaya çıkan bu mamülün kimyasını, bazen insanın kendisi bile çözemez. Bu yüzden "samimi ve iyi niyet" olarak "ihlas"ı ölçecek tek mercii, Allah-u Teâlâ'dır. Allah (c.c.) amellerimizin öncesini (niyetimizi) ve sonrasını (eylemimizi) rızasına muvâfık kılsın...