Oryantalizm ilk çıkışından günümüze kadarki gelişmesi itibariyle Doğu'nun dini başta olmak üzere maddi-manevi kültürü, tarihi ve dilleriyle meşgul olan "bilim dalı"na; oryantalist de bu bilimle uğraşan kimseye denmektedir. Akademik bir disiplin olarak ortaya çıkışı da Fransa'da Napolyon'un Mısır Seferi'nden önce 1795'te Paris'te kurdurduğu Ecole speciale des langues orientales ve Almanya'da da 1845'te Deutsche Morgenlaendische Gesellschaft kurulması ve daha sonra bunları başkalarının takip etmesi şeklinde gelişmiştir. Meşhur Oryantalizm eleştirmeni Edward Said'in deyimiyle Oryantalizm sömürgeciliğin keşif kolu olarak gelişirken; Alman Yayıncılar birliği 2006 yılı Barış Ödülü sahibi sosyolog Wolf Lepenies'e göre de "Rakip Araştırmaları" (Gegnerforschung) şeklinde ortaya çıkmıştır. Oryantalizm'in "dostlara fayda, düşmanlara zarar" zihniyetiyle ortaya çıktığını kurucuları da ifade etmişlerdir. Meşhur Alman Devlet adamı Bismarck kendi girişimiyle 1887'de kurulan Orientalische Sprachen (Doğu Dilleri) bölümünü açarken bunu dile getirmiş, bölüm daha sonra İkinci Dünya Savaşı sırasında "yabancı toplulukların kültür ideolojileri" ile meşgul olan Auslandswissenschaften'a bağlanmıştır. İkinci Dünya Savaşından sonra ABD merkezli olarak gelişen Oryantalizmin, anayurdu Avrupa'dakinden daha farklı bir gelişme seyretmediği, hatta daha fazla siyasi sultanın hakimiyeti ve farklı ideolojilerin tesiri altında geliştiği görülür. Bugün bunun zirvedeki örneğini neoconların fikir babalarından olan meşhur oryantalist Bernard Lewis oluşturmaktadır.
Oryantalizmin bir bilim dalı olarak ortaya çıkmasından çok daha önceden itibaren Batılılar İslamiyet'in ortaya çıkışı, tarihi ve Hz. Muhammed (sav)'in hayatıyla ilgilenmişlerdir. Ancak bu ilgi, her ne kadar istisnaları olsa da, genel itibariyle bilimsel bir araştırma ve doğruları bulmaktan ziyade polemik, karalama ve iftira amaçlı olmuştur. Oryantalistler de yüzyıllar içerisinde ortaya çıkan bu çalışmaları kullanmış, başta Kur'ân-ı Kerîm ve hadisler olmak üzere kaynak İslam tarihi eserlerini bu gözle değerlendirerek "kullanmışlardır". Bunun için oryantalistlerin Hz. Muhammed (sav) hakkındaki görüşlerine geçmeden önce meseleyi kısaca başlangıcından ele almak faydalı olacaktır.
Batı'da Hz. Muhammed (sav) hakkındaki çalışmalar başından itibaren çeşitli ön yargılar ve iftiraya dayalı olarak yapılmıştır. Bu ön yargılar daha ziyade İslamiyet'in hızla büyük topluluklar tarafından kabul edilmesiyle birlikte güç kaybına uğrayan Yahudi-Hıristiyan din adamları ve yöneticiler tarafından kasıtlı olarak yaygınlaştırılmış ve bunun neticesinde İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav) hakkında sağlıklı olmayan bir imaj ortaya çıkarFılmaya çalışılmıştır. Herhangi bir temele dayanmayan görüşlerin özünde Hz. Peygamber'e "hasta", "yalancı peygamber", "deccal" (anti-christ) gibi iftiralar atılmış ve bunlar yüzlerce yıl tekrarlanmıştır. Hatta bu başlıkla uzun bir literatür listesi oluşmuştur (bk. Alphandéry). Ünlü oryantalist Watt, dünyada gelmiş geçmiş büyük şahsiyetler arasında Batı'da Hz. Muhammed (sav)'in kötülendiği kadar hiç kimsenin kötülenmediğini belirtir (Muhammad at Madina, s. 324). Bu anlamda Hz. Peygamber hakkında yazılanların tarihi, bir karalama, yanlış anlama ve anlatmanın tarihi olarak, oldukça ilginç bir içeriğe sahiptir. Hz. Muhammed (sav) uzun zaman Maphomet, Baphomet ve Bafum gibi menfi anlamlarla yüklü isimlerle anılırken, Müslümanların pagan (putperest) oldukları ve Mahomet'in de bu putlardan birisi olduğu yaygın fikirler arasında bulunuyordu.
Hıristiyanlar arasında Hz. Muhammed (sav) hakkında iftira kampanyasına yazılı olarak başlatanların başında Hıristiyan din adamı Yuhanna ed-Dımeşkî (John of Damascus, ö. 750) gelir. Yuhanna, De haeresibus başlıklı kitabının son bölümlerinde ele aldığı Hz. Muhammed (sav)'i bütün ortaçağ boyunca kendisini takip edenlerin yaptığı gibi yeni bir dinin peygamberi olarak görmekten ziyade Ari bir rahibin yol göstermesiyle hıristiyan kaynaklarını kullanarak görüşlerini ortaya koyan bir "sapkın", "yalancı peygamber" olarak gösterir. Ayrıca Hz. Muhammed (sav)'in evlenmesi ve cihatları bu kitapta eleştiri konusu olmuş ve bunlar daha sonra yazılanlar tarafından sürekli tekrar edilmiştir.
Peygamberimiz'in hayatıyla Bizans coğrafyasında yaşayan din adamları da meşgul olmuşlardır. Bunların başında Nicetas Byzantium'un IX. Yüzyıl'da kaleme aldığı Refutatio Mohammedis (bazı kaynaklarda Refutation du Coran, Confutatio Alcorani olarak da geçmektedir) başlıklı eseri ve Theophanes the Confessor'un (758-816 civarı) kaleme aldığı ve Anastasius Bibliothecarius tarafından ortaya çıkarılarak istinsah edilen Chronographia bulunur.
Diğer taraftan İspanya'daki Yahudi ve Hıristiyanlar da Hz. Muhammed (sav) ve İslamiyet hakkındaki olumsuz görüşlerin Batı'da yayılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Bunlar Müslümanların idaresi altında yaşamaları itibariyle Hz. Muhammed (sav) hakkında doğru bilgilere ulaşma imkanına sahip olmalarına rağmen İslam'a olan düşmanlıklarından ötürü uydurma hikayeler, yalan ve iftiralara dayalı yazılı bir külliyat ortaya çıkarmışlardır. Eulogius of Cordova'nın IX. Yüzyılda latince bir yazmayı kullanarak yazdığı Liber Apologeticus Martyrum'u bunlar arasında sayılabilir.
İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav) hakkındaki yanlışların Batı'da daha fazla yaygınlaşmasında etkin olan unsurlardan birisi de Haçlı seferleridir. Bu minvalden olmak üzere Cluny başrahibi Petrus Venerablis'in (ö. 1156, Peter the Venerable veya Peter of Montboissier olarak da tanınır) İslamiyet'e karşı yazılan reddiyeleri sağlam bir temele oturtmak amacıyla yaptığı çalışmalar "Toledo-Cluny collection" adıyla meşhurdur. Alanında ilk sayılabilecek bu koleksiyon arasında Liber generationis Mahumet, Doctrina Mahumet ve Summa totius haeresis Saracenorum başlıklı çalışmalar ile Kur'ân-ı Kerim'in Latince bir çevirisi ve Abdülmesih b. İshak el-Kindî'nin III/IX. Yüzyılda hıristiyanlığı savunmak amacıyla yazdığı bir Risâle'nin Latince tercümesi (Epistola Saraceni veya Rescriptum Christiani) bulunmaktadır. Vincent de Beauvais (ö. 1264) Hz. Muhammed (sav)'le ilgili olarak çeşitli manastır kroniklerinde kayıtlı bulunan ve nesilden nesile aktarılan hikayeleri Speculum Historiale'de (Book XXIII, Chapters XXIV-LXVIII) bir araya getirirken bu Risale'den de istifade etmiş ve çalışması Batı'da çok tesirli olmuştur. Aşağıda kendisinden bahsedeceğimiz misyoner oryantalist Sir William Muir bu Risale'yi The Apology of al-Kindî başlığıyla İngilizce'ye tercüme ederek yayımlamıştır (London 1882).
Papaz Konrad'ın XII. Yüzyılın ortalarında yazdığı Şarlman'ın 778'de Endülüs'teki Müslümanlara karşı giriştiği bir savaşta yeğeni Roland'ın yakın bir adamının ihaneti sonucu öldürülüşünü anlatan ve bütün Avrupa'da Chanson de Roland (Almancası Rolandslied) başlığıyla yaygın olarak tanınan binlerce mısralık şiir Avrupa kültür tarihi açısından çok önemlidir. Burada Müslümanlar aleyhinde gerçek dışı birçok şey anlatılmakta ve Müslümanların Muhammed, Apollin ve Tervagant adlarında putlara taptıkları iddia edilmektedir.
Meşhur İtalyan yazar Dante Alighieri 1306-21 yıllarında yazdığı İlahi Komedya (La divina commedia) adlı eserinde Hz. Muhammed (sav)'i Hz. Ali ile birlikte cehennemin 9. katında gösterir.
Rönesans dönemi Avrupa'sındaki literatürde İslamiyet Türklerin dini olarak ön plana çıkar ve Hz. Muhammed (sav) bu bağlamda gündeme gelir. Protestanlığın kurucusu Martin Luther Türkler ve bunların inançları hakkında çok sayıda vaaz ve eser kaleme almıştır. 1529'da kaleme aldığı Eine Heerespredigt wider den Türken başlıklı çalışmasında Türkleri Tanrı'nın papayı cezalandırmak üzere gönderdiği bela ve "şeytana tapıcılar" olarak görür. Bu dönemde yazılan diğer eserlerde de Hz. Muhammed (sav) Türklerin peygamberi ve Kur'ân müellifi olarak ele alınır.
XVII ve XVIII. yüzyıl Avrupa'sında İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav)'i ele alan kitapların sayısında hızlı bir artış gözlemlenmekle birlikte bunlar o güne kadar yapılan, çoğunluğu iftira mahiyetindeki eleştirilerin tekrarından ibarettir.
Batı'da Ortaçağ boyunca Müslümanları "putperest" gösteren ve Hz. Muhammed (sav) hakkında aşağılayıcı hakaretlere varan iddia ve iftiraları Kilise tarihi, Batı siyasi ve sosyal tarihini göz önünde bulundurmaksızın açıklamak oldukça güçtür. Büyük bir zaman dilimini içine alan Ortaçağ Avrupa'sı için putperestlik (pagan) yabancı bir durum değildi, zira Avrupa'nın önemli denebilecek bir kısmı XII. Yüzyıla gelinceye kadar hala Hıristiyanlıkla tanışmış değildi. Endülüs Emevileri'nin yıkılarak İspanya'nın tekrar Hıristiyanlaştırılması anlamındaki reconquista süreciyle birlikte İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav) aleyhine yazıların arttığı ve Haçlı Seferleriyle birlikte Hz. Peygamber'i antichrist (deccal) ve Müslümanları putperestlikle suçlayan literatürün iyice yaygınlaştığı görülür. Müslümanlara karşı gösterilen düşmanlık o dereceye varmıştır ki Hıristiyanların kendi aralarındaki çatışmalarda veya diğer pagan topluluklar tarafından öldürülenler dahi Müslümanlardan bilinmekteydi. XII. yüzyıl Avrupa'sında Müslümanları yazılı ve sözlü edebiyatta putperest olarak göstermek özellikle kilise babaları tarafından uydurulup, yaygınlaştırılan bir durumdur. Ortaçağ Hıristiyan Batı ve Bizans literatüründe Müslümanların putperest olarak karakterize edilmeleri sosyal ve siyasi neticeler de doğurmuştur. Müslümanların öldürülmeleri ve topraklarının ellerinden alınması dini olarak meşrulaştırılmış, reconqista hareketinde olduğu gibi İspanya'daki Müslümanlar (Moriskolar) üzerindeki dini, sosyal ve siyasi baskılar arttırılmış sonu sürgün ve ölümlere varan muamelelere maruz bırakılmışlardır. Ayrıca Hıristiyanlar kendi içlerindeki husumetleri de dışarıdaki "pagan düşman" imajının yardımıyla çözme yoluna gitmişlerdir. Bütün bu literatürde Hz. Muhammed (sav) çoğunlukla "Müslümanların putu", bazen de "heretik" olarak gösterilmiştir.
Hıristiyan din adamlarının Hz Muhammed (sav) ve İslamiyet hakkında olmadık isnatlarda bulunmalarının başka bir nedeni İslamiyet'in rakip bir din olarak algılanması olmuştur. İslam coğrafyasının hızla genişleyerek insanların İslamiyet'e geçmeleri, hatta İslam coğrafyasını işgal eden Moğolların bile Müslüman olmaları Hıristiyan din adamlarını endişeye sevketmiş, dindaşlarını İslamiyet'ten uzak tutmak için İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav) hakkındaki iftira ve karalama kampanyalarını İslamiyet'in rafızî, uydurma bir din olduğu noktasında yoğunlaştırmışlardır.
Oryantalizmin 19. ve 20. yüzyıllarda bir "bilim dalı" olarak ortaya çıkıp gelişmesiyle birlikte İslam tarihinin temel eserleri olan İbn Hişam, Vakıdî, İbn Sa'd ve Taberî gibi ilk dönem siyer ve megazi müelliflerinin eserleri de Batı dillerine tercüme edilmiştir. Oryantalistler çalışmalarında bu eserleri temel alıp kullanmakla birlikte, İslamiyet ve Peygamberimiz'in hayatıyla ilgili çok önemli konuları da çarpıtmaktan geri kalmamışlardır. Bunlarda ilk dönem siyer, hadis ve tefsir eserleri bir tenkit adı altında, aşırı yorumlara tabi tutulmaya başlanmıştır. Bunun neticesinde Hz. Muhammed (sav)'in "telif eseri" olarak görülen Kur'ân-ı Kerim bazen bir otobiyografi kitabına indirgenmekte, hadislerin de çoğunlukla Hz. Muhammed (sav)'e ait olmayıp sonraki dönemlerde "uydurulmuş" sözler olduğu iddia edilmektedir. Burada hezeyan derecesine varan bu görüşleri tek tek saymak yerine genel olarak özetlemeye çalışacağız.
Oryantalistlerin eserlerinde her şeyden önce Hz. Muhammed (sav)'in İslamiyet'i Yahudilik, Hıristiyanlık, hatta Sabailik'ten pek çok şey alarak oluşturduğu iddia edilir. Abraham Geiger "Muhammed Yahudilik'ten neler üstlendi?" (Was hat Mohammed aus dem Judenthume aufgenommen?, Bonn 1833) başlıklı eserinde Peygamberimiz'in Yahudilikten kavram, inanç ve kıssa gibi pek çok konuyu üstlendiğini iddia ederek Kur'ân'ı Kerim ile Yahudi metinleri arasında karşılaştırmalara gitmiştir.
Alois Sprenger ise Peygamberimiz'in adını bile polemik konusu yapmış, "Muhammed" isminin O'na doğduğunda verilmediğini, bu ismi kendi kendine hicretten sonra edindiğini iddia etmiştir. Ayrıca peygamberliğinin ilk zamanlarında yaşadığı olayları da yorumlamaya kalkışmış, Hıristiyan din adamlarından pek çok şey öğrendiğini ve bunları da ileride kullandığını ileri sürmüştür. Peygamberliğinin ilk dönemlerindeki titremelerini diğer birçok oryantalist gibi sara hastalığı ile açıklamaya çalışmış, psikologların bu duruma "psikolojik dini delirme" teşhisinde bulunduğunu ileri sürmüştür. Peygamberimiz'e insan kılığında vahiy getiren Cebrail (as)'ı da onu işleten veya kullanan birisi olarak bütün yorumlamaya kalkışmıştır.
Sprenger, Peygamberimiz'in 40 yaşlarına geldiğinde rahiplere özenerek inzivaya çekildiğini; Nur sûresi 35. âyeti de Hz. Muhammed (sav)'in seyahatleri sırasında gördüğü kiliselerdeki ışıkları göz önüne alarak "yazdığı"nı ileri sürebilmiştir. Ayrıca Hz. Muhammed (sav)'in peygamberliğinin ilerleyen yıllarında Hz. Musa ve Firavun hikayesini detaylı bir şekilde öğrendikten sonra Kur'ân'da zikrettiğini, fakat bazı noktaları eksik bildiğini vs. ileri sürmüştür.
Hz. Peygamber hakkında yazdığı dört ciltlik biyografi eseriyle Batı'da 19. yüzyılın ortalarından itibaren etkili olan Sir William Muir, Oryantalizmi "rakip araştırmaları" olarak icra eden tipik oryantalistlerdendir. İngiltere'nin sömürgesi altındaki Hindistan'da misyoner bir diplomat olarak görev yapan Muir'in en büyük hedefi Müslüman halkı dinlerinden uzaklaştırmak, onları Hıristiyanlaştırmaktı. Bu amaçla Allahabad şehrinin adından esinlenerek Muirabad isimli yerleşim birimi kurmuştur. Hz. Muhammed (sav) hakkında büyük ölçüde klasik İslam tarihi kaynaklarına dayanarak kaleme aldığı eserinde (The Life of Mahomet, I-IV, London 1858-1861), daha önce Peygamberimiz'e atılan iftiraları tekrarlamıştır. Peygamberimiz'in güvenilirliği, adil oluşu, Arabistan'daki putperest inanca karşı verdiği mücadele gibi gözden kaçıramadığı bazı müspet taraflarını zikretmişse de, asıl amacı O'nu karalamak ve peygamber olmadığını ispat etmek olduğu için, özellikle peygamber olduktan sonraki dönemi için ağır suçlamalarda bulunmuştur. Peygamberimiz'in kendi kendine konuştuğu, sara atakları geçirdiği vs. gibi O'nu küçültmeye yönelik iftiralara devam etmiştir. İkinci cildin son sayfalarında Kur'ân müellifi olarak gördüğü Peygamberimiz'in Hıristiyanlık hakkındaki bilgilerinin kaynaklarını araştırmaya kalkışarak kendince yorumlarda bulunmuştur. Muir'in Peygamberimiz'in özellikle Medine dönemini kötü göstermek için bütün yolları denediği görülür.
Özellikle Sprenger ve Muir söz konusu olduğunda, onların tarihi olarak önemli tespitlerinin olduğunu da burada zikretmek gerekmektedir. Sprenger eserinin başında İslamiyet ile ilgilenmenin evrensel cihetten ehemmiyeti üzerinde dururken, İslam'ın doğuş süreci bilinen yegâne evrensel din olduğunu ve bu yönden bir dinin nasıl ortaya çıktığını bilmek isteyen herkesi ilgilendirdiğini ifade etmiş; Müslümanların yaptıkları çalışmalarla insanlık kültürüne ne kadar önemli katkılarda bulunduğunu ifade etmiştir. Benzer bir şekilde Muir de Kur'ân-ı Kerim'in rivayetinin sıhhati konusunda kimsenin şüphe edemeyeceğini ifade ederek, bu konuda şüphe izhar edenlerin şüphelerini çeşitli delillerle çürütmüştür.
Batı'da alışılmışın dışına çıkarak Hz. Muhammed (sav) hakkında insaflı bazı çalışmalar da yapılmıştır.
Batı'da Hz. Muhammed (sav) hakkında olumlu fikirler serdettiği bilinen ilk eser İngiliz tıp doktoru Henry Stubbe'nin "İslam'ın doğuşu ve gelişmesinin Muhammed'in hayatıyla birlikte bir dökümü ve Hıristiyanların iftiralarına karşı O'nun ve dininin savunulması" (An Account of the Rise and Progress of Mahometanism with the Life of Mahomet and a Vindication of Him and His Religion the Calumnies of the Christians, neşr. Hafız Mahmud Khan, London 1911, sayfa numarları eserin Lahore 1954 baskısındandır) başlıklı eseridir. Ünlü filozof Thomas Hobbes'ın bir arkadaşı olan Stubbe, eserini Avrupalıların birbirlerine düştükleri otuz yıl savaşlarından kısa bir süre 1671'de kaleme almış, fakat hayatta iken çeşitli nedenlerden yayımlayamamıştır. Böylece İslamiyet ve Hz. Muhammed (sav)'i Hıristiyanların iftiralarına karşı savunmak amacıyla hazırlanan kitap uzun süre gün yüzüne çıkmamıştır. Stubbe, eserin ilk iki bölümünde Yahudilik ve Hristiyanlığın ilk dönemleri hakkında bilgiler verdikten sonra üçüncü bölümde Arabistan'ın tarihi, coğrafi yapısı ve Sarazenler (müslümanlar) hakkında bilgi verir. Geri kalan diğer bölümlerde de (IV-X) "Muhammed'in doğumundan itibaren gelişmeler"; "Medine'ye Hicret"; "Savaşlar"; "Muhammed'in Veda Haccı ve vefatı"; "Muhammed'in karakteri ve Hıristiyanların uydurmaları"; "Kur'ân ve Muhammed'in mucizeleri"; ve "Müslümanların savaşlarının haklılığı" (veya adaleti-justice) gibi başlıklar bulunmaktadır. Stubbe, Hz. Muhammed (sav)'in olağanüstü bir şahsiyet olduğunu ifade ettikten sonra fiziki özelliklerini de klasik İslam kaynaklarında olduğu gibi tasvir eder (s. 149 vd.). O'nun savaş ve barış sanatında, idarecilikte üstün bir kabiliyete sahip olduğunu, bunların Hıristiyanların O'nun hakkında o güne kadar iddia ettikleriyle uyuşmadığını ifade eder. Ayrıca Hz. Muhammed (sav)'in soyu hakkında da bilgiler verir ve O'nun isminin yanlış okunmasıyla ortaya çıkan yanlış anlayışlardan bahseder (s. 151). Stubbe Hz. Muhammed (sav)'in öğretilerinin tabii kanuna (law of nature) tamamen uyduğunu ve bunların eskiden yahudi ve hıristiyanlarda da mevcut olduğunu ifade etmektedir (s. 183). Ayrıca "Muhammed'in öğretilerini kılıçla yaydığına" dair iddianın büyük bir yalan olduğunu, O'nun savaşlarını "yeni bir din getirmek için değil, eskisini restore etmek" amacıyla yaptığını ifade eder (s. 192). Stubbe'ye göre Hz. Muhammed (sav) kendisini takip edenlere putperestliği nerede olursa olsun sona erdirmek gerektiğini, bütün dünyanın bu gerçekliğe itaat etmesi gerektiğini, Tanrı'nın tek olduğunu ve ortağı olmadığını vs. öğretmiştir. Ona göre Muhammed putperestliği ortadan kaldırmak için uğraşmış, ancak kimseyi İslam'a girmesi için zorlamamıştır. Bizzat kendisi Arabistan'daki Yahudi ve Hıristiyanları koruyan mektuplar göndermiştir (s. 193).
Peygamberimiz hakkında olumlu görüşlerinden bahsedeceğimiz ikinci şahıs büyük Alman şairi Johann Wolfgang von Goethe'dir. West-Östliche Diwan'ın (Doğu-Batı Divanı) sahibi şair Hz. Muhammed (sav) ve İslamiyet hakkında müspet görüşler ortaya koymuş, bunları şiirleştirmiştir. 1773'te kaleme aldığı Muhammeds Gesang (Muhammed'in Şarkısı) başlıklı şiirinde Hz. Muhammed (sav)'i yüceltirken, başka bir vesileyle de "Muhammed-eşref-i mahlukat" (Oberhaupt der Geschöpfe-Mohammed) tabirini kullanmıştır. Hz. Peygamber hakkında bir esere başlamış ancak bunu bitirememiştir. Goethe'nin Peygamberimiz ve İslamiyet hakkında ortaya koyduğu görüşler neticesinde onun Müslüman olduğunu iddia edenler de olmuştur.
Goethe'den daha genç olmakla birlikte onunla sık sık mektuplaşan ve eserlerini İngiliz edebiyatına kazandıran İngiliz tarihçi ve yazar Thomas Carlyle da Peygamberimiz hakkında o güne kadarki olumsuz iftira kampanyasının dışına çıkarak araştırma yapanlardandır. 1840'lı yıllarda kaleme aldığı On Heroes and Hero Worship and the Heroic in History isimli eserinde Hz. Muhammed (sav)'i dünya tarihini değiştiren büyük şahsiyetler kategorisinde incelemiştir. Carlyle, o güne kadar Peygamberimiz'e atılan iftiraların kesinlikle doğru olamayacağını, zira O'na inanan ve O'nu kendilerine lider yapan çok sayıda büyük ahlak ve karakter sahibi insanın varlığı ve başarılarının geldiği son noktanın O'nun dürüstlüğünü ortaya koymaya yeteceğini belirtmiştir. Ona göre Hz. Muhammed (sav)'i sahtekarlıkla suçlamak, çözümden çok problem doğuracaktır.
20. yüzyıl boyunca da Hz. Muhammed (sav) hakkında çok sayıda kitap kaleme alınmıştır. Özellikle "tarafsızlığını korumaya çalışan" oryantalist çalışmalarda her ne kadar daha önce sürekli tekrarlanan hakaretlere daha az yer verilmişse de, genellikle temel kanaat ve bakış şekli muhafaza edilmiştir. Müslümanlar ve İslam hakkında eskisi kadar radikal kampanyaların yürütülmemesinin bilimsellikle alakasının olmadığını, bunun yaşanan soğuk savaş ile alakalı olduğunu, Doğu Bloğunun yıkılmasından sonra Müslümanları düşman ilan eden ve bu çerçevede bildik söylemlerini ihya eden çalışmaların yeniden yaygınlaşmasından anlamak mümkündür.
Alphandéry, P., "Mahomet-Antichrist dans le moyen âge latin", Mélanges Hartwig Derenbourge, Paris 1909, s. 261-77;
Anees, Munawar Ahmad, Athar, Alia N., Guide to Sira and Hadith Literature in Western Languages, London, New York 1986;
Jabal Muhammad Buaben, Image of the prophet Muhammed in the west : a study of Muir, Margoliouth and Watt, Leicester 1996;
Fück, J.W., "Islam as an Historical Problem in European Historiography Since 1800", ed. Bernard Lewis, P.M.Holt, Historians of Middle East, London 1962;
Görgün, Hilal, "Hz. Muhammed (sav)" (Batı Literatüründe), Diyanet İslam Ansiklopedisi, XXX. cilt.
Lepenies, Wolf, "Man kann vom Elfenbeinturm weit sehen", Alman Yayıncılar Birliği Barış Ödülü töreninde yaptığı konuşma metni için bk. http://www.tagesspiegel.de/tso/drucken.asp?TextID=76553
Motzki, Harald (ed.), The Biography of Muhammad: The Issue of the Sources, Leiden 2000;
Norman, Daniel, Islam and the West: The Making of an Image, Oxford 1993;
Qureshi, Zafar Ali, Prophet Muhammad and His Western Critics : A Critique of W. Montgomery Watt and Others, I-II, Lahore 1992;
Paret, Rudi, "Recent European Research on the Life and Work of Prophet Muhammad", Journal of the Pakistan Historical Society, VI (1958), s. 81-96;
Rodinson, Maxime, "A Critical Survey of Modern Studies of Muhammad" ed. ve terc. Merlin Swartz, Studies on Islam, New York 1981, s. 23-85;
Saunders, J.J., "Mohammed in Europe - A Note on Western Interpretations of the Life of the Prophet", History, XXXIX (1954), s. 14-25;
Southern, R.W., Western Views of Islam in the Middle Ages, Cambridge 1962, tür.yer.;
Sprenger, A., Das Leben und die Lehre des Mohammad. Nach bisher Grösstentheils unbenutzten Quellen, Berlin 1862, c. I, s. 155-162;
Sprenger, A., Muhammad und der Koran: eine psychologische Studie, Hamburg 1889.
Tolan, John V., Saracens: Islam in the Mediavel European Imagination, New York 1983;
Tolan, John (ed.), Medieval Christian Perceptions of Islam, New York-London 1996, neşredenin girişi, s. xi-xxi;
Watt, W. Montgomery, Muhammad at Mecca, Oxford 1953;
Watt, W. Montgomery, Muhammad at Medina, Oxford 1956;
Watt, Montgomery, "Muhammad in the eyes of the West", Boston University Journal, (1974);