Peygamber Mescidinde Çocuklar

24 Ağustos 2021

Daha ilk günden başlayan mescit-çocuk ilişkisi, Rahmet Elçisi’nin hoşgörülü, sabırlı ve anlayışlı tutumu ile günden güne gelişmiş, asr-ı saadet boyunca çocuklar Mescid-i Nebevî’nin şerefli cemaati arasında yer almışlardı. Elbette o gün de tıpkı bugün gibi çocuk çocukluğunu yapacak, hoplayıp zıplayacak, koşup oynayacak, namaz esnasında bazen ağlayıp belki de gülüşecekti. Küçük bir çocuk olan İbn Abbas ve yanındaki arkadaşı gibi, bir eşeğin üstünde gelip açık alanda ashabına namaz kıldıran Rasûlullah’ın önünden geçecek, sonra eşekten inip otlasın diye onu safların arasına salıverecek, hatta o sırada iki küçük kız çocuğu daha gelerek safların arasına karışacak ama Rasûl-i Ekrem (sav) bütün bunlara aldırış etmediği gibi ashaptan da hiç kimse çocukları azarlamayacaktı. (Buhârî, Ezân, 161; Ebû Dâvûd, Salât, 112.) Neydi onları çocuklara karşı böyle sabırlı kılan? Çocuğu cemaatten uzaklaştırmayan, aksine onu namazla ve mescitle dostluk kurmaya teşvik eden bu tavrın sebebi neydi?
 
Günümüzün mahrum olduğu bu tavrın altında kuşkusuz Peygamber Efendimiz’in ibadet terbiyesi konusunda izlediği kararlılık ve eğitim anlayışı yatmaktaydı. Rasûlullah’ın eğitim metodu emir, tembih ve ceza üzerine değil, nasihat ve örneklik üzerine kuruluydu. Bir çocuğun, duyduğundan ve okuduğundan ziyade gördüğünü benimsediği ve anne babasını model alarak kendi davranışlarına yön verdiği düşünüldüğünde, bir diğer deyişle, “Her doğan fıtrat üzere doğar. Sonra anne babası onu Yahudi, Hristiyan ya da Mecusi yapar.” (Buhârî, Tefsîr (Kasas), 2; Müslim, Kader, 22.) hadisi hatırlandığında, bizzat mescitte ibadet eden büyüklerini gören çocuğa maneviyat aşısı yapmanın ne kadar kolaylaşacağı aşikârdır. Ezanın birliğe çağrısını, tekbirin ve kıraatin coşkusunu, secdenin ve duanın huzurunu yaşayan bir çocuk için mescit, bir başka yerde edinemeyeceği engin bir maneviyat tecrübesinin tek adresidir.
 
Diğer yandan Mescid-i Nebevî, o günün sadece ibadetgâhı ve medresesi değil, hukuktan edebiyata her türlü sosyal hadisenin cereyan ettiği hayat merkeziydi, can eviydi. Dolayısıyla Peygamberimiz zamanında vakit namazlarında bile mescitte bir saf oluşturacak kadar çok çocuğun bulunması, (Ebû Dâvûd, Salât, 96.) Allah Rasûlü’nün hayatın akışıyla çocukları ne denli sık buluşturduğunu göstermektedir. Bu sayede çocuklar, toplumsal hayatın ihtiyaçlarını görmekte, inanan bir insan olmanın sınırlarını ve sorumluluklarını öğrenmektedir. Peygamber Efendimiz böyle bir buluşma imkânını başta kendi torunlarına sağlamış, mesela bir cuma günü hutbe verirken, kırmızı entarilerinin eteklerine bastıkları için sendeleyerek yürüyen torunları Hasan ve Hüseyin mescide girince onları görmezden gelerek konuşmaya devam etmemiş, minberden inip küçükleri kucağına alarak tekrar minbere çıktıktan sonra “Allah, ‘Mallarınız ve çocuklarınız imtihan vesilesidir.’ derken ne kadar doğru söylemiş! Şu iki yavrunun düşe kalka yürüyüşünü görünce dayanamadım da sözümü keserek onları kucağıma aldım.” buyurmuş ve hutbesini tamamlamıştır. (Tirmizî, Menâkıb, 30; Nesâî, Cuma, 30.) Ashab-ı kiramın anlatımlarına göre, bazen kız bazen de erkek torunlarını omzuna alarak namaz kılan Peygamberimiz (Ebû Dâvûd, Salât, 164, 165; Nesâî, Tatbik, 82.) dahası bu şekilde imamlık yaparak (Müslim, Mesâcid, 43.) bugün hayal bile edemeyeceğimiz bir görüntü ile inananlara örnek olmuştur.


Hz. Peygamber elbette annelerin mescide devamının ancak çocuklarını da yanlarında getirmeleriyle mümkün olacağının farkındadır. Kadını da çocuğu da eğitim halkasının ve ibadet ortamının içine çeken bu eşsiz anlayışın belki de en çarpıcı cümlesi yine onun dilinden dökülmektedir: “Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.”

Dedeleri namazda iken omzuna ve sırtına tırmandıklarına göre, Allah Rasulü’nün torunları oldukça küçük yaşta iken mescide gelebilmektedirler. Sadece onlar değil, anneleri ile gelen bebekler ve erkekler ile kadınlar arasında kendilerine ayrılan safta namaza duracak kadar büyümüş çocuklar da mescidin müdavimleridir. “Allah’ın hanım kullarını mescide gitmekten alıkoymayınız.” (Buhârî, Cum’a, 13; Müslim, Salât, 136.) buyuran bir Peygamber elbette annelerin mescide devamının ancak çocuklarını da yanlarında getirmeleriyle mümkün olacağının farkındadır. Kadını da çocuğu da eğitim halkasının ve ibadet ortamının içine çeken bu eşsiz anlayışın belki de en çarpıcı cümlesi yine onun (sav.) dilinden dökülmektedir: “Uzun uzun kıldırma isteğiyle namaza başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum. Annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.” (Buhârî, Ezân, 65; Müslim, Salât, 192.)
 
Çocuk ile cami arasına duvar örmeyen Allah Rasûlü’nün, geleceğin büyüklerini namazdan uzaklaştırmak bir yana, aksine nasıl namaz kılacaklarını onlara bizzat öğrettiğini biliyoruz. Yanında büyüyen küçük hizmetkârı Enes’e şefkat dolu bir ifade ile “Yavrucuğum, namazda yüzünü sağa sola çevirip bakma.” diyen, (Tirmizî, Cum’a, 60.) cemaate katıldığında yanlışlıkla imamın soluna duran amcasının küçük oğlu Abdullah b. Abbas’ı tutup sağ tarafına geçirdikten sonra başını okşayan (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26; Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 182.) odur. Çocuğun zihninde namaz öğretisi ile birleşen bir “Yavrucuğum!” ifadesi, bir Peygamber okşaması, sevgi ile namazı ne kadar çabuk ve güçlü bir şekilde birbirine bağlayacaktır! Bir diğer açıdan düşünelim: Yaklaştığında kovulduğu, sesi çıktığında azarlandığı, soru sorduğunda terslendiği bir mescide tazecik çocuk gönlünün ısınması nasıl mümkün olabilir ki? Anne babası ile camiyi tanıyan, seven ve benimseyen bir yavru için onunla Allah’ın mescidi arasında köprü olma vazifesini yerine getiren ebeveynine artık Hz. İbrahim (a.s.) gibi el açıp yalvarmak kalmaktadır: “Rabbim! Beni namaza devam eden bir kimse eyle. Soyumdan da böyle kimseler yarat. Rabbimiz! Duamı kabul eyle.”  (İbrahim, 40.)