Peygamberimiz bir hadislerinde şöyle buyurur: “Ruhlar toplu cemaatlerdir. Onlardan birbiriyle tanışıp anlaşanlar kaynaşır, tanışıp anlaşamayanlar ise ayrılırlar.” (Buhârî, Enbiyâ 2; Müslim, Birr 159-160.) Bu kısa ve fakat önemli hadis-i şerif bize şu gerçeği öğretiyor: İyi ve güzel huylular, hayır ehli olanlar, ihlası, ihsanı, takvayı şiar edinenler kendileri gibi olanlara, bu özelliklerin aksine sahip olanlar da kendi benzerlerine meylederler. Birtakım üstün ve kıymetli nitelikler ve seçkin özelliklere sahip olmada bir ve beraber olanlar, birlikteliklerini, sevgilerini ve kardeşliklerini güçlü ve kuvvetli kılar, bu özelliklere sahip olmayan veya bunlar açısından zayıf olanların ise sevgi ve dostlukları da zayıf kalır. İnsanlar arasında dostluğun, ülfetin ve kardeşliğin gerçekleşebilmesi için, her şeyden önce iki tarafın birbirini en güzel biçimde ve etraflıca tanımaları, Allah’ın koyduğu ölçülere uymaları, en üstün ahlaka sahip olmaları, birbirlerine samimi ve içten bir kardeşlik hissiyle dolu olarak yönelmeleri gerekir. Bundan sonra kardeşler arasında mutlaka bulunması gereken ve zaruri olan haklar ve yükümlülüklere sıra gelir.
Din kardeşliğinin ve üstün niteliklere sahip mümin olmanın sünnet-i seniyye ve hadis-i şeriflerden öğrendiğimiz bazı temel esaslarını şöyle sıralamak mümkündür: Her an kardeşleriyle bir ve beraber olma, Kur’ân ve sünnete sımsıkı sarılıp bağlanma, sadece Allah’tan yardım dileme, aralarındaki dostluğu en üstün seviyeye çıkarma, cömertlikte en yüksek dereceye varma, her türlü davranışında sadece Allah’ın rızasını gözetme, kardeşinin sıkıntılarını giderip onu hoşnut edip sevindirme, iyilik ve takvada yardımlaşma, birbirini iyice bilip tanıma, birbirine yardımcı olma, sıla-i rahmi yerine getirme, kötü hallerinden dolayı kardeşini ikaz edip iyiye yöneltme, iyi geçim ehli olma, insanlara karşı güzel davranışlar sergileme, güzel ahlak sahibi olma…
Peygamberimiz, “Mümin bir kimse din kardeşini sevince bu sevgisini ona bildirsin." buyurmuştur. (Tirmizî, Zühd 53) Çünkü bu durum karşılıklı muhabbetin, dostluğun, güven duygusunun gelişmesine ve kardeşlik hukukunun gereklerinin yerine getirilmesine, Allah’ın da kendisini sevmesine vesile teşkil eder.
Hz. Peygamber, kardeşler arasında sevgisizliği, kötü niyet ve düşünceleri, nefreti ortaya çıkarıcı davranışlardan uzak durmamızı öğütler. Abdullah İbn Ömer (ra)’in naklettiği Efendimizin şu hadisi bizim için altın değerindedir: “Bir kimse, din kardeşine ‘ey kâfir’ diye hitap ederse, bu küfür ikisinden birine ait olur. Eğer kardeşi öyle ise ona, değilse bu sözü söyleyen kimseye döner.” (Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111; Tirmizî, İman 16.) Bu hadis-i şerif, niyetimizi, gönlümüzü, dilimizi ve her türlü tavır ve davranışımızı ölçülü tutmayı bize öğütlemiş oluyor. Bu kadar da değil, “Mümin bir kişiye, Müslüman kardeşini hakir görmesi, ona değer vermemesi, kötülük olarak yeter” (Müslim, Birr 32.) buyurarak din kardeşlerimize karşı ne derece dikkatli olmamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Bu konuda canlı bir örneği meşhur sahabe Ebû Zerr’in hayatında görüyoruz. Olayın ravisi Mağrur’un naklettiğine göre o, Rabeze denilen mevkide Ebû Zer ile kölesini aynı cins kumaştan yapılmış elbiseler içinde görmüştü. Kendisine bunun sebebini sorunca, Ebu Zer: Ben bir kimseyi annesi sebebiyle kınamış, onu küçümsemiştim. Bu duruma muttali olan Nebi (sav) bana dedi ki: “Ey Ebu Zer! Onu gerçekten annesinden dolayı kınadın ve küçümsedin mi? Şayet böyle ise sen kendisinde Cahiliye özelliği/Cahiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin kardeşleriniz ve hizmetçilerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de ona giydirsin Onlara güç yetiremeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yüklerseniz kendilerine yardımcı olunuz” buyurdu. (Buhârî, İman 22; Itk 15; Müslim, Eymân 40.) Hadis şarihleri, Ebû Zerr’in annesi sebebiyle kınadığı kimsenin Bilâl el-Habeşî olduğunu söylerler. Ebû Zer, Bilal’e “Siyah kadının oğlu” diye seslenmiş ve annesinin siyah tenli oluşunu, sanki onun için bir noksanlık ve ayıpmış gibi ifade etmişti. Ebû Zer, bu sebeple ömrünün sonuna kadar yaptığı bu işten pişmanlık duydu. Sahabe-i kiram, Allah Teala’nın hoşnut olmadığı ve Peygamber Efendimiz’in kınadığı bir şey yaptıkları zaman onu derhal terk eder, işledikleri günah ve kusura tövbe eder ve bir daha o hataya dönmemeye azami dikkat gösterirlerdi. Bütün bunlara karşın Efendimiz bize şu davranışları önemseyip öne çıkarmamızı öğütlüyor: “Mümin kardeşine güler yüz göstermen sadakadır; iyiliği emredip kötülüklere engel olman sadakadır…” (Tirmizî, Birr ve Sıla 45.) Ebû Eyyub el-Ensarî, Peygamberimiz’in şu buyruğunu bize nakleder: “Bir kimseye mümin kardeşini üç günden fazla terk etmesi helal olmaz. O ikisi karşılaştıklarında, biri yüzünü şu tarafa diğeri öbür tarafa döner. Onların en hayırlısı ve üstün olanı, selâmı önce verendir.” (Tirmizî, Birr ve Sıla 21.) Peygamberimiz, uzaklarda bile olsalar, kardeşin kardeşi unutmaması, daima hatırında bulundurmasını ister, hatta dualarında kardeşini anmasını tavsiye buyurur: “Müslüman bir kimsenin, din kardeşinin gıyabında yaptığı duası kabule şayandır. O kimsenin başucunda Allah’ın görevli bir meleği bulunur, din kardeşi için hayır dua yaptıkça o melek de ona dua eder ve ‘amin, kardeşin için istediğinin bir misli de senin için olsun’ der.” (Müslim, Zikr 86-88.) Enes İbn Malik diyor ki:
Nebi (sav) hayatta iken iki kardeş vardı. Bunlardan biri sürekli Efendimize gelir, diğeri de kazanç elde etmek için çalışır dururdu. Bu çalışan kardeş, diğerini Nebiyy-i Ekrem’e şikâyet etti. Peygamberimiz: “Kim bilir belki sen onun sayesinde rızık elde ediyorsun.” buyurdular. (Tirmizî, Zühd 33.)
Peygamberimiz, sadece Müslümanlara değil, İslam davetine muhatap olan başka ümmetlere de onların peygamberleri üzerinden mesaj vermiştir. Buyurdular ki: “Ben, insanların
İsa İbn Meryem’e dünyada da ahrette de en yakın olanıyım.” Bu nasıl olduğu diye sorulunca: “Peygamberler baba bir kardeştirler, anneleri farklı, dinleri ise birdir. İsa ile aramızda başka peygamber de yoktur” buyurdu. (Müslim, Fezâil 143-145) Dolayısıyla biz Müslümanlar sadece mümin kardeşlerimize karşı değil, insanlık ailesine karşı da yükümlülük ve sorumluluklarımızın bulunduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız. Hz. Peygamber: “Zalim de mazlum da olsa kardeşine yardım et” buyurdu. Kendisine: “Ya Rasûlallah, mazluma yardım tamam, bunu anladık; zalime nasıl yardım edeceğiz?” denilince: “Zalimin de zulmüne engel olur, onu zulüm işlemekten alıkoyarsınız” buyurdu. (Buhârî, İkrâh 7; Mezâlim 4.)
Kardeşlik hukukunun bazı temel unsurlarını, kalıcı ve sürdürülebilir olmasının esaslarını, Peygamber Efendimizin şu özlü/cevâmiu’l-kelîm cinsinden olan hadis-i şeriflerinden öğreniyoruz: “Birbirinizle ilişkilerinizi kesmeyin, birbirinize arka dönüp sırt çevirmeyin, birbirinize karşı kin beslemeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin. Ey Allah’ın kulları böylece birbirinizle kardeşler olun. Müslüman bir kimsenin din kardeşine üç günden fazla küs durması helal değildir.” (Tirmizî, Birr ve sıla 24. Ayrıca benzer rivayetler için bk. Buhârî, Edeb 58; Nikâh 46.) Netice olarak: Kur’ân’ın pek çok ayeti yanında sünnet ve hadislerde, din kardeşliği başta olmak üzere, kardeşliğin her çeşidi, dostluğun, ülfetin, muhabbetin, samimiyetin ve dürüstlüğün her türü hakkında bize her zaman rehberlik yapacak yeterli derecede örnekler bulma imkânına sahip olduğumuzu söyleyebiliriz.