Peygamberimiz'in Tebliği ve Hayatı Kur'ân'dı (III)

03 Mayıs 2013

4-  Yüceliğine karşın O, geleceği bilmeyen, tabiatüstü harikalara güç yetiremeyen, doğrudan günahları bağışlatma ve şefaat etme hakkı olmayan bir beşerdi.

Beşer olarak yaptıklarıyla elçi olarak yaptıklarını ayırır ve sahâbilerine de ayırım yaptırırdı.

Yukarıda sekiz madde halinde yapılan açıklamalarımızla amacımız, O’nun canlı bir Kur’ân olduğunu beyan ederek Kur’ân’ a yöneldiğimizde yaşamımızın O’nun hayatına benzeyeceğine vurgu yapmaktır.                   

a.       O, yüce bir şahsiyetti. Ama melek değildi. Melek bir peygamber insanlığa örnek olamazdı. Akıl ve duyu organları ile bilinemeyecek geçmiş ve gelecek anlamına gaybı da bilmezdi. Melekîliği ve gaybı bilir olmayı peygamberliğin gereği gibi görenleri Kur’ân, O’nun diliyle şöylece uyarıyordu:

“(Ey Peygamberim! Onlara ) şöyle de: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Üstelik gaybı da bilmem. Size, ben bir melek olduğumu da söylemiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?” (En’âm 50)

b.      Tabiatüstü harikalar oluşturamazdı. Ondan yerden pınarlar çıkartmasını, nehirler akıtmasını, hurmalıklar ve bağlar oluşturmasını, göğe çıkıp okuyacakları bir kutsal Kitap getirmesini vs. isteyenlere Kur’ân şöyle cevap vermesini emrediyordu:

“Onlara şöyle de: Ben Rabbimi bütün yüceliklerle nitelerim. Siz benden neler istiyorsunuz? Ben başka değil, ancak beşer olan bir Elçiyim.” (İsra, 90–93)

c.       Dilediğini hidayete erdirme,( Kasa 56) Allah’ın izni olmaksızın doğrudan şefaatle günahları bağışlatma, Cennete koydurma, Cehennemden koruma veya çıkarma yetkisi yoktu. O sadece ilahi mesajların tebliğcisiydi. Rabbimiz Kur’ân’la ona “Sevdiklerini bile hidayete erdiremeyeceğini” bildirerek acziyetini duyurmakta, “İnanmayan insanlar için üzüntü çekmekle” sonucu değiştiremeyeceğini açıklamaktadır. “Kimdir Allah’tan başka günahları bağışlayacak?” ve  “Kimdir Allah’ın izni olmadan aracı olabilecek?” şeklindeki buyrukları ile de peygamberi Muhammed (sav) dâhil hiçbir varlığın kendisinin ortağı olmadığını bütün insanlığa ilan etmektedir. (Kasas 56; Şu’âra 3; Âl-i İmran 135; Bakara 255)

d.      Evet, O da bir insandı. Yiyen içen, uyuyan, üzülen, sevinen, bazen öfkelenen… Rabbinin tesellisine ihtiyaç duyandı. Cinsel hayatı olan eşti, babaydı. Dedeydi. Yönetici, kumandan ve hâkimdi. Yanılabilen ve yanılgıları kendisine indirilen vahiyle düzeltilen bir beşerdi. (Tahrim 1; Enfal 67) Gerçi bütün yücelikleri şahsında toplayandı. Ama beşerdi. Bunun içindir ki O, bizler için izlenebilen peygamberdi:

“Şöyle de: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Bana, İlâh'ınızın, tek bir İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, iyi işler iş yapsın ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın.” (Kehf 110)

Beşer olduğu için de yalnızca Allah’ın elçisi olarak tebliğ ettikleriyle sorumlu olduğumuzu bildirirdi. Bunun içindir ki sahâbileri vereceğimiz iki misalde görüleceği üzere O’nun huzurunda özgürce görüş bildirebiliyorlardı:

 

Bedir harbi öncesinde Hz. Peygamberin sahabilerini konumlandırma şeklini stratejik bulmayan Hubbab ibn el-Cemuh, bu şeklin gelen vahiy sonucu yapılmış olup olmadığını  sormuş, aldığı  cevap üzerine de kendince doğru bulduğu yerleştirme şeklini özgürce sunmuştu. Görüşü Hz. Peygamber tarafından kabul olunarak uygulanmıştı. (İbn Hişam es-Sîretün-Nebviyye 2/272)

  ***

Hendek Harbinde aleyhe gelişen muhasaranın doğurduğu çözülüşü gören Hz. Peygamber, Medine’nin zirai ürünlerinin      üçte birini vermeyi teklif ederek Gatafan kabilesini saf dışı bırakmak,  böylece müttefik düşman güçlerini parçalamak istemişti. Bu düşüncesini Medine’nin iki büyüğü olan Sa’d bin Muaz ve Sa’d bin Ubade’ye açıp görüş istediğinde onlar şöyle dediler:

“Ya Rasûlallah!  Bu düşünceniz Rabbimizden gelen bir vahiy ürünü ise dilediğinizi yapın, bizler emrinizdeyiz. Yok, eğer daha elim sonuçlardan korunmak için oluşmuş kişisel bir tercihiniz ise söyleyeceğimiz şudur: Biz böylesine haraçları, hiç mi hiç vermedik. Şimdi İslâm’la kavuştuğumuz yücelik içinde yaşarken, asla böyle bir zilleti kabul etmeyiz.” (İbn Saad et-Tabakâtül-Kübra 2/69)

 

     5.  Ona Kaşı Görevlerimiz

Rabbimiz tarafından peygamberliği evrensel ve kıyamet gününe kadar geçerli kılındığı için bütün insanlık O’nun davetinin ve tebliğ ettiği Kur’ân’ın muhatabıdır ve ona karşı görevlidir, Biz bu görevleri, bu görevlere vücut veren ayetler eşliğinde sunacağız.

 

1.      O’na evrensel kılınan son peygamber olarak inanmaktır.

“Biz seni bütün insanlara ancak müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bunu bilmezler.” (Sebe’ 28)

2.      O’nun hayatı olarak vasıflandırabileceğimiz sünnetini, tebliğ ettiği Kur’ân’ın açıklaması olarak algılamaktır.

“O, arzusuna göre konuşmaz. (Onun bildirip açıkladıkları ve misallendirdikleri) ona vahyedilenden başkası değildir.” (Necm 3–4)

3.      O2nu, itaat edilmesi için gönderilmiş Hayat Önderi olarak tanımaktır.

“Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik…” (Nisa 64)

4.      O’na itaati Allah’a itaat bilmektir.

Kim Elçisi Muhammed’e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!” (Nisa 80)

5.      Allah’ı sevmeyi O’na itaat olarak anlamaktır.

(İnsanlara ) de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmran 31)

6.      O2nu bütün yücelikleri içinde büyük ama bir beşer peygamber olarak görmektir.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilâhınızın bir tek İlâh olduğu vahyolunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” (Fussılet 6)

 

Son Söz

Çok iyi bilmeliyiz ki, bütün dünya ülkeleri gibi, âciz önderlerin, bâtıl felsefelerin, materyalist rejimlerin karanlığında mustarip olan ve buhranlar yaşayan insanlık ve insanımız O’nun canlı Kur’ân olan önderliğine muhtaçtır. O’nu, kişisel hayatımızın,  eğitim, medya ve üniversite gibi kamu kurumlarımızın izlenecek manevi önderi kılmadıkça, biz müminler için istikbâl pek elîm olacaktır.

Peygamberine itaati, Kendisine itaat olarak bildiren Rabbimiz şöyle buyurur:

“Peygamberiniz Muhammed’in size olan yönetici buyruklarını, birbirinize yaptığınız yönlendirmeler gibi algılamayın. İçinizden geçersiz mazeretlere sığınarak sorumluluktan kaçanları Allah çok iyi bilir. Artık Peygamberin emirlerine aykırı gidenler uğrayacakları can yakıcı kişisel belalar ve toplumsal kaoslar-krizlerden korksunlar.” (Nûr 63)

“Kim Allah'a ve Rasûl'e itaat ederse işte onlar, Allah'ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraber olacaktır. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa 69)

Salât Ona ve Selâm Ona olsun.