Peygamberinin İzinde Bir Âlim

Raşit Küçük Hocamla tanışıklığım 1990-91 eğitim öğretim dönemine rastlar. Milli Gençlik Vakfı’nda verdiği bir konferansına katılmıştım, o vesileyle hocayla tanışmış oldum. Orada Rahmetli Nedim Urhan Hoca ile sohbetleri, programları olurdu. Daha sonra Milli Gençlik Vakfı ile ilişkim devam etti, 1995-2000 yılları arasında kurumun Üsküdar İlçe Başkanlığı’nı da yaptım. Hocam da hem bu kurumların mihmandarlığını yapanlardan ve hem de kurucularından olduğu için kendisiyle sık sık bir araya gelmekteydik. Herkesin canı gönülden dinlediği, aşağı yukarı 100-150 kişinin olduğu salonlarda konferans verirdi. İçerisinde iyi eğitimli insanlar, iş adamları, parti yöneticileri olduğu gibi esnaftan, ilkokul mezunu kişiler de olurdu. İki uç kesimin birleştiği bir yerdi onun konferansları ve sohbetleri.

Raşit Hoca, “Allah’ın rızasının olmadığı bir yerde bereket olmaz. Rıza-i kelimetullah için yapılan her şeyin sonu hayır olur, güzellik olur. Allah da orada kulunu bunaltmaz.” derdi. İçinde bulunduğu kurum ve kuruluşlarda bütün işlerini görürken bunları öncelerdi.

Hem siyasi hem de sosyal anlamda zihniyet, düşünce ve fikir olarak bulunduğumuz camianın içinden gelen birisiydi. Bu camianın oluşmasında, ihyası ve inşasında kendisi de vardı. Haliyle çizgisi, duruşu, durduğu yer belliydi. 1968’de, Konya’da henüz talebe iken, talebe cemiyeti başkanı olarak Erbakan Hoca ile tanışmıştı; Erbakan Hoca ile yan yana mitinge giden bir isimdi. Ak Parti öncesinde ve sonrasında da siyasi hareketlerin içinde yer aldı. Her meşrepten, her siyasi gruptan kişinin kendisine değer verdiği, ona gelip akıl danıştığı biriydi. Kimseyi dışlamazdı. Onlar filanca grup, ben oraya gitmem demezdi. Hatta bazen ben, Hocam buraya neden gidiyorsunuz falan derdim. O da “Olsun, onlar da bizim gibi Müslümanlar. Birbirimizden bir farkımız yok. Rengimiz, durduğumuz yer bizi birbirimizden ayırmamalı. Beni kim çağırırsa çağırsın, kapıma gelen kimseyi geri çevirmem. Neticede ben orada sünneti anlatacağım, hadisi anlatacağım, peygamberi anlatacağım.” derdi. Ve gerçekten gittiği her yerde, herkes onu dinler ve ondan istifade ederdi.

İSAM’da altı yıl boyunca hocayla beraber çalıştık. Hocamızın gerçekten çok özel bir durumu vardı. Meselelere teenni ile yaklaşan, ağır başlı, ilerisini gerisini düşünerek ve planlayarak hareket eden biriydi. Bizim gibi tez canlı değildi. Onun için kararları da hep isabetli olurdu. Ondan çok şey gördük ama benim ondan öğrendiğim en önemli şey, ne yapıyorsak Allah rızası için yapmamız gerektiğidir. Çünkü o ne yapıyorsa Allah rızası için yapıyordu, biz buna şahidiz. Onun bu tavrını örnek alıp, bu çizgiyi aşmamaya çalışıyoruz. Raşit Hoca, “Allah’ın rızasının olmadığı bir yerde bereket olmaz. Rıza-i kelimetullah için yapılan her şeyin sonu hayır olur, güzellik olur. Allah da orada kulunu bunaltmaz.” derdi. İçinde bulunduğu kurum ve kuruluşlarda bütün işlerini görürken bunları öncelerdi.

Peygamber Efendimiz’in hayatını okuya okuya kendi hayatına nakşetti Raşit Hoca. Yazdığı kitaplar da belki de bu yüzden zevkle okunur. Çünkü yazdığını yaşayan bir insandı; yapmadığı, inanmadığı, amel ve pratiğe dökmediği şeyi ne konuşur ne de yazardı.

Birinin derdi varsa onu kendi derdi olarak görürdü; kapıya geleni geri çevirmemeyi, hayır dememeyi ondan öğrendik. Bazen bana lüzumsuz görünen bir istek olurdu, Hocam sizi yanıltıyorlar derdim. “Onu ben de biliyorum, yalanı kendi boynunadır, beni de yanıltıyorsa vebali kendine. Ben üzerime düşeni yapmakla mükellefim.” derdi. Hiç olmayacak bir şeye de kimse ona evet dedirtemezdi. Halim, selim, yumuşak huylu biri olmasına rağmen inançla ilgili, yaşam tarzlarıyla ilgili yanlış bir şey söz konusu olduğunda ne kadar kararlı ve sert olduğunu da gördüm. Kızdığı zaman alnındaki damar kalınlaşırdı, öfkesini böyle anlardık. Bütün kızgınlık emaresi de bundan ibaretti. Asla yüksek tonda bağırarak konuştuğunu görmedim, sözü hep tatlı ve yumuşaktı. Merhamet doluydu. Ağır ve yavaş konuşurdu, muhtemelen kılı kırk yarar, bin kere düşünüp bir kere söylerdi. O yüzden hiç hızlı konuşmazdı. Peygamber Efendimiz’in hayatını okuya okuya kendi hayatına nakşetti Raşit Hoca. Yazdığı kitaplar da belki de bu yüzden zevkle okunur. Çünkü yazdığını yaşayan bir insandı; yapmadığı, inanmadığı, amel ve pratiğe dökmediği şeyi ne konuşur ne de yazardı.

Herkesle konuşabilen, herkesle görüşebilen, herkesle sohbet edebilen, herkese kendini dinleten birisiydi. Kurumu hizmetlisi de gelir derdini anlatır, talebi varsa talebini dile getirirdi, parti başkanı da. Kimsenin ayağına gitmezdi, yalnızca davete icabet ederdi. Ayağına, evine gelinen, fikri sorulan, duası alınan bir insandı. Raşit Hoca’nın birinin kapısını dünyalık şeyler için çaldığına şahit değiliz. O, eğer bir kapıyı çalmışsa mutlaka Allah rızası için çalmıştır. Bir mağdurun, bir Müslümanın derdini ihtiyacını gidermek için çalmıştır.

Hocamızın en önemli taraflarından biri de akademi camiasının içinde bulunup bir yandan talebeleriyle, eğitim öğretimle ilgilenirken diğer yandan sivil toplum kuruluşlarında çeşitli hizmetlerde bulunmasıydı. Ayrıca siyasetin içindekilerle de görüşüp fikirlerini, tavsiyelerini paylaşırdı. Bu kadar yoğun mesaisinin arasında ailesini de hiç ihmal etmezdi, evine de bir o kadar düşkündü. Hanımefendiyi çok sever, sayar ve değer verirdi. Çocuklarıyla, torunlarıyla, damatlarıyla sık sık bir araya gelirlerdi. Çoğu zaman onlar gelirler ama zaman zaman da hoca onlara gider, onları ziyaret ederdi. Torunlarıyla hasbihal etmeyi çok severdi. Bunu da hep söylerdi. Sosyal hayatı çok zengin, çok yoğundu. Hocamız, birçok STK’nın başkanlığını yürütmekteyken Rahmeti Rahman’a kavuştu. O kurumlar şu an başkansız, sahipsiz kaldılar. Hepimizin deniz feneriydi Raşit Hoca. Sadece masanın bir köşesini aydınlatan değil, her ne olursa olsun hiç ayrım yapmadan herkese yol gösteren bir deniz feneri gibiydi.

Sahafları çok ziyaret ederdi ama ondan daha da ilginci antikaya çok meraklıydı. Hoca, Antikacılar Derneği’nin fahri başkanıydı. Öyle zannediyorum ki bu özelliğiyle bizim camiada tektir. Eşyanın değerini, ne olduğunu, hangi döneme ait olduğunu, özelliklerini çok iyi bilirdi. Çok severdi bu işi.

Raşit Hoca, ümmet coğrafyasıyla da yakından ilgilenirdi. Biz ümmet coğrafyasını ve onların problemlerini hocadan, onun konuşmalarından öğrendik. Bizim gündemimizde hiç böyle bir şey yokken o, doksanlı yıllardaki İslam Dergisi’nin her sayısında bir ümmet coğrafyasını, bir ülkeyi ve onun bütün durumlarını işleyerek bizim gibi gençlere ümmet coğrafyasını tanınmamız konusunda rehberlik etti. Böyle bir derdimiz olduğunu onun rehberliğinde idrak ettik. Kafkaslarda bir problem olduğunda, Çeçenya’da, Balkanlar’da, Bosna’da bir problem olduğunda Erbakan Hocamız ona bazı emanetler verirdi. Nerede ümmetin bir sıkıntısı varsa, Erbakan Hoca o görevi Raşit Hoca’ya verirdi. Ona çok güvenirdi.

Hocanın sahaf ve antika merakı vardı. Sahafları çok ziyaret ederdi ama ondan daha da ilginci antikaya çok meraklıydı. Hoca, Antikacılar Derneği’nin fahri başkanıydı. Öyle zannediyorum ki bu özelliğiyle bizim camiada tektir. Eşyanın değerini, ne olduğunu, hangi döneme ait olduğunu, özelliklerini çok iyi bilirdi. Çok severdi bu işi. Tıbb-ı nebevi ile de ilgiliydi. Ömrü hastalıklarla geçtiği için doktorlarla çok haşır neşirdi, modern tıbbı olduğu kadar tıbb-ı nebevi’ye de hâkimdi; hangi hastalığa hangi bitki şifa verir bilirdi. Türkiye’nin bu alandaki uzman kişileriyle tanışır, görüşürdü.

Hocamızda Peygamber ahlakı, Peygamber duruşu vardı. Efendimiz (sav) bulunduğu dönemde nasıl Mekke’nin ve Medine’nin bütün hayatıyla ilgilendiyse, Raşit Hoca da şurası beni ilgilendirmez demezdi. Çünkü rehberi, öncüsü, kılavuzu Hz. Peygamber’di; Raşit Hoca da o Peygamberin ümmeti… “Ben bir bilim adamıyım, akademisyenim; üniversiteye gider, dersimi verir çeker giderim evime.” demezdi. Derse de giderdi, STK toplantısına da, konferansa da… Öğrenci babasıydı. Dert babasıydı. Öğrenciler burs için hocama geldiklerinde elleri boş dönmeleri mümkün değildi, mutlaka burs bağlanırdı. Öğrencilerinin dertleriyle birebir ilgilenirdi. İhtiyaç olduğu zaman evlerine ve yurtlarına gider, noksanlarını tamamlar, tamiratına varıncaya kadar yapardı.