25 Eylül 2009

Vahiy

 
a) Vahyin Tanımı

Sözlükte "gizlice söylemek ve bildirmek veya gizlice söylenen söz" anlamına gelir. Terim olarak ise, "Allah Teâlâ'nın çeşitli konulara ilişkin bilgileri söz veya mana şeklinde, doğrudan doğruya yahut melek vasıtasıyla peygamberlere gizlice bildirmesi"dir. Vahye muhatap olan peygamber, iradesi dışında ve olağanüstü bir şekilde idrak ettiği bu bilgilerin kendisine Allah tarafından gönderildiğini kesin olarak bilir. Peygamber Allah'tan vahiy almakta olduğunu yaşadığı tecrübe ile anlar. Zira vahyin gelişi sırasında peygamberde fizyolojik ve psikolojik değişiklikler meydana gelir. Nitekim Hz. Peygamber'in vahyi idrak ederken soğuk zamanlarda bile terlediği, deve üzerinde iken vahyin tesiriyle devenin çöktüğü ve bazan yanında bulunanları arı uğultusuna benzer sesler duyduğu bilinmektedir (Buharî, “Bedü’l-vahy”, 1, “Fezailü’l-Kur’ân”, 2; Müsned, I, 34, II, 176). Peygamber'in dışındaki insanlar ise göstereceği mucizelerle O'na  gelen bilgilerin vahiy olduğunu bilirler. Nübüvvetin esasını teşkil eden vahiy Kur'ân'da Hz. Musa ve Hz. İsa'nın anneleri gibi peygamber olmayan bazı insanlara, meleklere, ateşe, bal arısına, yere ve göğe ilahî hitap ve ilhamın gelmesi anlamında kullanılmıştır. Ayrıca şeytanın insanlara telkin ettiği duygu ve düşünceler de Kur'ân'da bazen vahiy kelimesiyle ifade edilmiştir. Ancak bunlar vahyin sözlük anlamındaki kullanımından ibaret olup peygamberlere gelen vahiyle bir ilgisi yoktur.


b) Vahiy Türleri

Allah katından Peygamber'e gelen vahiy değişik şekillerde vuku bulmuştur:

Sadık Rüya: Başlangıç döneminde vahiy Peygamber'in gördüğü rüyaların aynen gerçekleşmesi tarzında olur. Hz. Peygamber'in nübüvvetin başlangıcında gördüğü bütün rüyaların sabah aydınlığı gibi aynen gerçekleştiği bilinmektedir. Diğer peygamberler de bu tür vahiyler almışlardır.

Meleğinin Getirmesi: Vahiy, bunları taşımakla görevlendirilen Cebrail'in ya asli suretiyle peygamberlere görünerek veya insan şekline bürünerek (temessûl) yahut da görünmeden peygamberlere vahiy getirmesiyle vuku bulur. Hz. Peygamber'e bu üç yolla da vahiy gelmiştir.

Vasıtasız Vahiy: Yüce Allah Peygamber'e doğrudan hitap ederek veya O'nun kalbinde bir bilgi yaratarak dilediği hususları vahyedebilir. "Kelimullah" diye anılan Hz. Musa Tur Dağında, Hz. Peygamber de Miraç olayında bu tür vahiyler almıştır. Her üç vahiy türüne de Kur'ân'da temas edilmiştir.


c) Vahyin İmkanı

Özü itibariyle yoğun bir ruhi tecrübe olan vahiy aklen mümkündür. Kur'ân-ı Kerim'de görülenlerin yanında görülmeyen varlıkların bulunduğuna dikkat çekilerek vahyin imkanına işaret edilir ve bununla şu husus anlatılmak istenir: Ey insanlar bilesiniz ki siz sıradan insanlar olarak bütün varlıkları görebilecek bir şekilde yaratılmış değilsiniz. Varlıkları gördüklerinizden ibaret sanmayınız. Sizden üstün bir nitelikte yaratılan peygamberler, sizin göremediğiniz varlıkları görüp onlarla irtibat kurabilir. Bu imkansız bir şey değildir. Canlı varlıkların değişik kabiliyetlerde yaratılmış olması, Kur'ân'ın bu tesbitini doğruladığı gibi, gözle görülemeyen varlıkların mevcudiyetini keşfeden bilimsel gelişmelerin ortaya koyduğu sonuçlar da bunu teyit etmiştir.


Nebî-Rasûl

Nebî, sözlükte "haber veren" veya "kendisine haber verilen kişi" manasına gelir. Rasûl de "haber getiren elçi" demektir. Her ikisinin yerine aynı anlamı ifade eden ve Farsça kökenli olan peygamber kelimesi kültürümüze yerleşmiştir. Dinî bir terim olarak "buyruklarını haber vermek üzere Allah'ın insanlardan seçip kendisine vahiy yoluyla Kitap verdiği kişi" diye tanımlanır. Kur'ân-ı Kerim'deki bilgilere göre Allah insanlardan nebî ve rasûller seçmiş, sadece rasûllere değil, hem rasûllere hem de nebîlere kitaplar vermiş; Hz. Musa, Harun ve İsmail'den rasûl-nebî diye bahsedilmiştir (el- Hadid 57/25-26, el-Ankebut 29/27, es-Saffat 7/114-117). Bununla birlikte Kur'ân'da rasûl ile nebî arasında bir ayırım yapıldığı anlamına gelebilecek açıklamalara da rastlanmaktadır. Peygamberlerin aldıkları vahiyleri okudukları sırada şeytanın onlara bir şeyler karıştırmaya çalıştığı ifade edilirken rasûl ve nebî atıfla birbirinden ayırt edilmiştir. Bu da nebî ile rasûl arasında bir fark bulunduğuna işaret kabul edilmiş ve İslam alimlerince rasûl "yeni bir şeriatla gönderilen peygamber", nebî ise "önceki bir peygamberin getirdiği şeriatı tebliğ eden peygamber" diye tanımlanmıştır. Şu da var ki rasûl Allah ile yaratıkları arasında elçilik yapan melek veya melekler manasına da gelir. Nitekim insanların ruhlarını alan meleklere "rusûl" denilmiş, meleklerin kanatlı elçiler oldukları ifade edilirken onlardan rusûl diye söz edilmiş ve özellikle Cebrail'e rasûl adı verilmiştir(el-En’am 7/37, Fatır35/1, el-Hakka 69/40).


İslam dini Allah'a imandan sonra hiçbir ayırım yapmadan, bütün peygamberlere ve getirdikleri kitaplara inanmayı farz kılmıştır. İster nebî isterse rasûl olarak isimlendirilsin hepsine iman etmek gereklidir. 

PEYGAMBERLİK MÜESSESESİNE İMAN

Yeryüzünde Allah'ın halifeliğini yapması için yaratılan insan, gözlenebilen varlıklar içinde akıl yürüterek bilgi üretme kabiliyetinin yanı sıra, iyilik ve kötülükten dilediğini yapma imkanına, yani irade hürriyetine sahip yegâne varlık olmasına rağmen ilahî rahmet ve hikmetin bir tecellisi olarak akıl ve iradesiyle baş başa bırakılmamış, karşı karşıya bulunduğu problemleri çözmesine yardım edip gideceği isabetli yolu gösteren Peygamberlik müessesesiyle desteklenmiştir. Bu müessese yararlarına sonsuz lütuf ve rahmetiyle muamele eden yüce Allah'ın insanlar arasından seçtiği (ıstıfâ) peygamberlerden ve onlara verilen vahiyden oluşmuştur. Hilkatin başlangıcından itibaren son peygamber Hz. Muhammed (sav)'in yaşadığı zamana kadar çeşitli aralıklarla, bazen de aynı anda veya peşpeşe gönderilen  peygamberler insanların dünya ve ahirette mutlu olmalarını sağlayacak isabetli yolu göstermişler, maddi ve manevi konularda insanlığa rehberlik yapmışlardır. Allah'a iman edip buyruklarına uyanları cennetle müjdeleyen (beşir-mübeşşir), Allah’ı inkar edip buyruklarına aykırı davrananları cehennemle korkutan (nezir-münzir) ve insanlara bilmediklerini öğreten peygamberler fizik ötesi âlemden verdikleri haberlerle Allah'ın insanlara karşı kesin delilini de teşkil etmişlerdir.

İslam dini Allah'a imandan sonra hiçbir ayırım yapmadan, bütün peygamberlere ve getirdikleri kitaplara inanmayı farz kılmıştır. İster nebî isterse rasûl olarak isimlendirilsin hepsine iman etmek gereklidir. Buna ilaveten Kur'ân'da isimleri anılan kişilerin peygamber olduklarına tafsili olarak, adı belirtilmemekle birlikte her kavme bir peygamberin gönderildiğine icmali olarak iman etmek gerekmektedir. Zira Kur'ân-ı Kerim'de "peygamberlere iman ediniz" şeklinde açık emirler bulunduğu gibi onları ve getirdikleri vahiyleri inkar edenlerin derin bir sapıklık içinde bulundukları belirtilerek dünyada zillete mahkum edilecekleri, ahirette ise cehenneme atılacakları haber verilmiştir (el-Bakara 2/21, 151, 213; Âl-i İmran 3/164, en-Nisa 4/165; el-Enam 6/48; Taha 20/123).

İslam alimleri Kur'ân-ı Kerim'de adları açıklanan peygamberlere ve dolayısıyla nübüvvet müessesesine

PEYGAMBERLERE İMAN

Peygamberlere iman Kur'ân-ı Kerim (el-Bakara 2/285; Âl-i İmran 3/179; en-Nisa 4/136, 150, 152), sünnet (Buharî, “İman”, 37; Müsned, IV, 114) ve İslam alimlerinin icmaı ile sabit olan esaslardan biridir. Amentü listesinde yer alan bu iman esasının gerçekleşmesi için ilk peygamber Hz. Adem ile son peygamber Muhammed (sav) ve bunlar arasında gelip geçen bütün peygamberlerin ilahî buyrukları tebliğ etmek üzere Allah tarafından insanlara elçi olarak gönderildiğine kesin bir şekilde inanmak gerekir. Peygamberlere iman bu şekilde bir inancı benimsemekle icmali olarak tahakkuk eder. Ancak her iman esasında olduğu gibi peygamberlere imanın da tafsili yönü vardır. Onlar hakkında yanlış veya sapık bir inanca düşmekten kurtulabilmek için icmali imanın tarifine dahil olmayan ayrıntılı bilgilere ihtiyaç vardır. Bunlar da peygamberlerin sayısı, isimleri ve özellikleri başlıkları altında incelenebilir.

Peygamberlerin Sayısı

Kur'ân-ı Kerim'de insanlara gönderilen peygamberlerin sayısı hakkında herhangi bir bilgi verilmemiş, sadece her millete ve her bölgeye ilahî buyruklara iman edip uyanları cennetle müjdeleyen, inkar edip isyana dalanları da cehennemle korkutan peygamberlerin gönderildiği açıklanmıştır. Bunlardan bir kısmının adı zikredilmiş ve kavmiyle yaptığı mücadelelerden bahsedilmiş, bir kısmından ise hiç söz edilmemiştir.

Hz. Peygamber'e atfedilen bazı rivayetlerde 315 tanesi rasûl olmak üzere toplam 124.000 peygamberin gönderildiği ( Müsned, V, 266) belirtilmişse de kesin bilgi ifade etmediğinden buna dayanarak sayı belirlemek isabetli değildir. Bu itibarla peygamberlere iman ilk peygamber Hz. Adem ile son peygamber Hz. Muhammed (sav) dahil olmak üzere ikisi arasında gelen bütün peygamberleri kapsar. Ancak Kur'ân'da adı geçen her peygambere ayrı ayrı iman etmek farzdır. Bunlar da Adem, Davud, Elyesa, Eyyub, Harun, Hud, İbrahim, İdris, İlyas, İsa, İshak, İsmail, Lut, Musa, Nuh, Salih, Süleyman, Şuayb, Yakub, Yahya, Yunus, Yusuf, Zekeriyya, Zülkifl ve Muhammed Aleyhimusselam'dır. Üzeyir, Lokman ve Zülkarneyn'in peygamberlikleri ise ihtilaflıdır.

Peygamberlere imanın tam anlamıyla gerçekleşebilmesi vahiyle sabit olan özelliklerini bilmekle mümkündür. Zira insanlar çoğu defa kendi düşüncelerine dayanarak peygamberler hakkında batıl ve yanlış inançlar benimseyebilmektedir. Yahudi ve Hıristiyanların bazı peygamberlere ilahlığa varan beşer üstü vasıflar atfettikleri bilinmektedir. İslam dini insanları bu nevi hatalara düşmekten korumak amacıyla peygamberlerin nitelikleri üzerinde ısrarla durmuş ve bu konuda açık bilgiler vermiştir. Şimdi, peygamberlere imanı sağlam bir temele dayandırabilmek için onların özelliklerini görelim.

Peygamberlerin Özellikleri

Beşer Oluşları
Birer insan olmalarına rağmen peygamberleri diğer insanlardan farklı kılan şey ilahî elçilik görevini yerine getirmelerini sağlayacak, dolayısıyla vahiy almalarına imkan verecek bir yaratışa sahip bulunmaları ve buna bağlı olarak Allah'tan vahiy almalarıdır. 

Peygamberler hakkında bilinmesi gereken ilk husus onların birer beşer, yani insan olduklarıdır. Buna göre her peygamber diğer insanlar gibi doğar, büyür, uyur, acıkır, yeyip içerek beslenir, evlenir, çocuk sahibi olur, tabiat şartlarından etkilenir, sever-kızar, sevinir-üzülür, hastalanır ve ölür. Bunlar peygamberlerin bütün insanlarla ortak olan özellikleridir. Onların beşer oluşları bunu gerektirir. Allah'ın insanlara gönderdiği elçiler olduklarından peygamberlerin insan olmaları da tabiidir. Çünkü insan ancak insanla ülfet eder, onunla ilişki kurar ve ondan bilgiler öğrenip örnekliğini kabul eder.

Peygamberler insanları eğitmek, onlara önderlik yapmakla görevlendirildikleri için beşer oluşlarını ortadan kaldırmayan bazı üstün niteliklere de sahip kılınmışlardır. Ruhî melekeler bakımından akıllı, zeki, üstün ahlaklı oluşları, fiziki bünyeleri itibariyle eksiklik ve kusur taşımayıp güzel vücutlu olarak yaratılmaları bu niteliklerin başında gelir. Sundukları ilahî mesajları yeterince anlatabilmeleri ve çok tartışmacı bir karakter taşıyan insanlarla mücadele edebilmeleri için bedenî bakımdan kusursuz ve mükemmel, ruhi bakımdan tartışmalarda delil getirebilecek üstün zekaya ve akla sahip olmaları şarttır. Hz. Yusuf'un cezbedici güzelliği, Hz. İbrahim'in Nemrud'u tartışmada mağlup eden deliller getirmesi ve puta tapmanın anlamsızlığını göstermek üzere zekice bir plan kurması bu konudaki çarpıcı örneklerdendir.

Birer insan olmalarına rağmen peygamberleri diğer insanlardan farklı kılan şey ilahî elçilik görevini yerine getirmelerini sağlayacak, dolayısıyla vahiy almalarına imkan verecek bir yaratışa sahip bulunmaları ve buna bağlı olarak Allah'tan vahiy almalarıdır. Nitekim Kur'ân'da bu hususa dikkat çekilmiş, peygamberlerin bizim gibi bir beşer olduğu, farklı olarak onlara vahiy geldiği açıklanmıştır (el-Kehf 18/110). Peygamberler duyular ve akıl yoluyla bilinemeyecek bilgileri ancak Allah'tan aldığı vahiylerle bilebilirler. Vahiy almadıkları takdirde gaybı bilebilmeleri imkansızdır. Kur'ân-ı Kerim'de Allah'ın bildirmesi hariç, peygamberlerin birer insan olarak gaybı bilmedikleri açıkça belirtilmiş (el-Enam 6/50; el-Araf 7/187; Hud 11/31), vahiy almadıkları takdirde diğer insanlar gibi telakki edilmeleri gerektiğine işaret edilmiştir. Gaybı bilmeleri ise vahiyle mümkün olur (el-Cin 72/26). Yoksa onlarda ilahî bir güç yoktur.

Peygamberlerin beşeriyet nitelikleri içinde bulunan özelliklerinden biri de erkek olmalarıdır. Kur'ân-ı Kerim'de peygamberlerden bahsedilirken "erkekler" diye söz edilmiştir (Yusuf 12/109; en-Nahl 16/42; el-Enbiya 21/7). Meryem ve Asiye gibi bazı peygamber annelerine vahyedildiği ifade edilmişse de erkek peygamberlerin aksine bunlar aldıkları vahiyleri insanlara tebliğ etmekle görevlendirilmemişlerdir. Kadınlardan peygamber seçilmemesi onların zorluklara katlanamayacak bir yapıya sahip kılınmaları, buna karşılık peygamberlik görevinin ise büyük zorluklara katlanmayı gerektirecek ağır bir görev olmasıdır.

Allah Tarafından Seçilişleri

Peygamber yüce Allah tarafından seçilmiş kimselerdir. Hiçbir peygamber çalışmak suretiyle ve kendi çabasıyla nübüvvet mertebesine ulaşmış değildir. Bu bakımdan peygamberlik  kesbî değil vehbîdir. Yani Allah peygamber olan kişiyi ruhi ve fiziki yapısı itibariyle bu göreve elverişli bir şekilde yaratmış ve kimi peygamber yapacağını bilmiştir ( el-Enam 6/124). Bu tercih tamamen yüce yaratıcıya aittir. Peygamberlik veraset yoluyla da babadan oğula intikal etmez. Nitekim Nuh peygamberin oğlunun, İbrahim peygamberin ise babasının inkarcılardan olması bunu göstermektedir.

Günah İşlemekten Korunmaları (İsmet)

İnsanlara her konuda özellikle ilahî buyruklara uymak konusunda insanlara örnek olmakla görevlendirilen peygamberlerin günah işlemeleri, gönderiliş amacına uygun olarak Allah tarafından engellenmiştir (ismet). Peygamberlikle görevlendirildikleri andan itibaren ilahî bir koruma altına alınan peygamberlerin iyilik yapıp kötülüklerden kaçınmaları, ister ibadet, ister muamelât, ister ahlâk alanına ait olsun her hususta ilâhî buyruklara uyarak insanlara önderlik yapmaları ancak günah işlemekten korunmalarıyla mümkün olur. Beşeriyet vasfı taşımalarının tabii bir sonucu olarak hiç hata etmemeleri ise imkânsızdır. Çünkü hatasızlık tamamen Allah'a ait bir niteliktir. Peygamberler birer insan oldukları için hata yapabileceklerine göre, bu tür davranışları Allah tarafından uyarılmak suretiyle engellenir. Bu sayede onlar hata ve günahtan korunma imkanına kavuşarak üstün bir insan konumuna yükselirler.

Hz. Adem'in ilahî yasağa uymayarak ağaçtan yemesi ve Hz. Musa'nın kastını aşan bir şekilde adam öldürmesi peygamber olarak görevlendirilmeden önceki dönemde vuku bulmuştur. İlahî koruma ve gözetim altına alındıkları peygamberlik döneminde ise hiçbir peygamber günah işlememiştir. Yaptıkları bazı küçük hatalar karşısında uyarılarak davranışlarının uygun olmadığı açıklanmıştır. Hz. Peygamber'in Tebük Seferi'ne çıkarken özür beyan eden münafıklara izin vermesi (et-Tevbe 9/117) ve bazı konularda insanların telkinlerinden nerede ise etkilenecek hale gelmesi (el-İsra 17/73-74) uyarıya muhatap olduğu bu tür hatalardandır. İslam alimleri bunlara zelle adını vermişlerdir. Bunlar istisna edilecek olursa peygamberlerin hidayet önderliği yapan üstün ahlaklı ve erdemli kişiler olarak diğer insanlardan temayüz ettikleri görülür. Getirdikleri mesajların insanlar üzerinde etkili olmasının başka bir yolu da yoktur. Teorik olarak günahtan korunmaları gerektiği gibi pratikte de bunun gerçekleştiği peygamberlerin hayat hikayelerinin incelenmesiyle anlaşılır. İsmet sıfatı sadece peygamberlere aittir. Onların dışında hiçbir insan bu sıfata sahip değildir.

Peygamberlerin hepsi Allah Teâlâ'nın hidayete eriştirdiği seçkin ve üstün insanlardır. İnsanlar ve cinler içinde onlardan daha üstün kimse yoktur. Bütün peygamberler ilahî vahye ve yardıma mazhar olmakla birlikte vahye muhatap oluş şekli ile peygamberliği devam ettiği süre ve coğrafya açısından aralarında bir üstünlük mevcuttur. Çünkü peygamberlerin bir kısmına ilahî Kitap, bir kısmına ise sayfalar (suhuf) verilmiş, bazı peygamberler Allah'la doğrudan konuşarak vahiy almış, bazıları ise vahye Cebrail aracılığı ile ve diğer vahiy şekilleriyle muhatap olmuştur.
Güvenilir Oluşları (Emanet)

Peygamberler gerek risalet görevlerini yerine getirmekte, gerekse insanlarla giriştikleri dünyevi ilişkilerde güvenilir kimselerdir. Zira bir peygambere emanete hıyanet yaraşmaz. Emanete hıyanet eden kimse kıyamet günü yaptığı hıyanetin günahını boynunda taşır (Âl-i İmran 3/161). İnsanlara örnek olmakla görevlendirilen ve bu amaca uygun olarak günah işlemekten korunan peygamberlerin güvenilir kimseler olmaları ismet niteliklerinin tabii bir sonucudur. Onların insanlara her konuda güven veren kimseler oldukları hem naslarla sabittir, hem de bu konuda inanan-inanmayan herkesin ortak bir kabulü vardır. Peygamberlerin bu nitelikleri emanet adıyla da bilinir.

Vahiyleri Tebliğ Edişleri

Peygamberlerin güvenilir oluşları sıfatı içinde mütalaa edilmesi gereken bir nitelik olmasına rağmen kısaca tebliğ adıyla anılarak müstakil bir sıfat gibi telakki edilir. İnsanları ve cinleri cennetle müjdeleyip cehennemle korkutan peygamberlerin Allah'tan aldıkları vahiyleri eksiksiz olarak tebliğ etmeleri onlara verilmiş temel bir görevdir. Bunu yerine getirmekte herhangi bir gevşeklik göstermeleri veya bir ihmalde bulunmaları peygamberlikle bağdaşmayacağından bütün peygamberlerin, aldıkları vahiyleri tebliğ etme sıfatına sahip olmaları tabiidir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de peygamberlerin vahiyleri tebliğ etmekle yükümlü bulundukları (el-Maide 5/67),  kimseden korkmadıkları (el-Ahzab 33/39), insanlara vahiyler dışında bir şeyi tebliğ etmedikleri (Âl-i İmran 3/79-80) açıkça belirtilmiş, aldıkları vahiyleri eksiksiz bir şekilde tebliğ etmelerinin ötesinde Allah yolunda savaşırken hiçbir gevşeklik ve zaaf göstermedikleri açıklanmıştır (Âl-i İmran 3/146) . Şu halde peygamberlerin ayrılmaz sıfatlarından biri vahiyleri tebliğ edişleridir. Bu sebeple de her peygamber seçildiği toplumun diliyle vahiy getirmiştir (İbrahim 14/4).

Peygamberlerin Dereceleri

Peygamberlerin hepsi Allah Teâlâ'nın hidayete eriştirdiği seçkin ve üstün insanlardır. İnsanlar ve cinler içinde onlardan daha üstün kimse yoktur. Bütün peygamberler ilahî vahye ve yardıma mazhar olmakla birlikte vahye muhatap oluş şekli ile peygamberliği devam ettiği süre ve coğrafya açısından aralarında bir üstünlük mevcuttur. Çünkü peygamberlerin bir kısmına ilahî Kitap, bir kısmına ise sayfalar (suhuf) verilmiş, bazı peygamberler Allah'la doğrudan konuşarak vahiy almış, bazıları ise vahye Cebrail aracılığı ile ve diğer vahiy şekilleriyle muhatap olmuştur. Bazı peygamberler belli bir kavme gönderilmiş, bazıları bir peygambere yardımcılıkla görevlendirilmiş, son peygamber Hz. Muhammed (sav) ise bütün insanlara gönderilmiştir. Bu itibarla kendi aralarında derece farkının bulunması tabiidir. Kur'ân-ı Kerim'de bu konuya temas edilmiş "Peygamberlerin bir kısmının bir kısmına üstün kılındığı" belirtilmiştir (el-Bakara 2/253; el-İsra 17/35). Buna göre peygamberliği evrensel olan, insanlığa kıyamet kopuncaya kadar geçerli bir bilgi mucizesi, değerli bir Kitap ve ona bağlı olarak mükemmel bir din getiren son peygamber Hz. Muhammed (sav) peygamberlerin en üstünüdür. Daha sonra kendilerine yeni bir Kitap ve şeriat verilen peygamberler gelir. Bunlar da Hz. Davud, Musa ve İsa peygamberlerdir. Peygamberlerin bir kısmının diğer bir kısmına üstün kılındığını belirten âyetlerde (el-Bakara 2/253; el-İsra 17/35) üstün kılınanların adları da açıklanmıştır. Bunların dışında Hz. Nuh ile Hz. İbrahim'in üstün derecelere eriştirilen peygamberlerden oldukları bildirilmiştir (el-Enam 6/83; el-Ahzab 33/7). Hz. Peygamber'in de dahil olduğu bu peygamberlere ulu'l-azm, yani büyük zorluklara azimli bir şekilde göğüs geren peygamberler denilir (el-Ahkaf 46/35).

Peygamberlerin Görevleri

Getirdikleri bilgilerle insanları dünya ve ahiret mutluluğuna eriştirmeye çalışan, hiçbir tehdide aldırmadan ve canları pahasına bu uğurda mücadele edip öğrettikleri bilgiler karşılığında hiçbir ücret talep etmeyen peygamberler insanlarca  "yalancı, iftiracı, sihirbaz, deli, mecnun" (Yûnus 10/12; el-Müminun 23/24-25; Sebe' 24/43; Sa'd 38/4-5; ed-Duhan  44/13-14) diye isimlendirilip inkar edilmelerine rağmen ilahî elçilik görevlerini yerine getirmişlerdir. Genel çerçeve içinde temel görevleri Allah'tan aldıkları vahiyleri insanlara tebliğ edip uygulamaktan ibarettir. Bunu biraz açıklamak gerekirse şunları söylemek mümkündür:

  • Allah'tan başka ilah bulunmadığını bildirip insanları sadece O'na inanıp tapınmaya davet etmek ve nasıl ibadet edeceklerini öğrettikten sonra ister canlı ister cansız, ister hayvan, isterse insan veya melek olsun, Allah'tan başka hiçbir varlığa tapılamayacağını hatırlatmak. Zira insanların çoğu Allah'a inansa bile O'nun yanında başka varlıkları kutsallaştırıp onlara da ilahlık atfedebilmekte ve tapabilmektedir (en-Nahl 16/36; ez-Zümer 39/3; Yusuf 12/106, 109). Buna ilaveten inanılması gereken esasları beyan edip dünya hayatından sonra ahiret hayatının varlığından insanları haberdar etmek ve oraya hazırlanmaları gerektiğini onlara anlatmak.
  • Dünya ve ahirete ait ilahî buyruktan tebliğ edip açıkladıktan sonra bunları bizzat uygulayarak insanlara örnek olmak.
  • Bütün işlerde ilahî hükümleri ölçü alıp onlarla hükmetmek ve hiçbir konuda beşerin nefsanî arzularına uymamak (en-Nahl 16/36; ez-Zümer 39/3; Yusuf 12/106, 109).
  • İnsanlara öğüt vererek dünya malına düşkünlüklerini azaltıp üstün ahlaklı ve erdemli kişiler olmalarını sağlamak.
  • Gayb âleminden ve fizik ötesinden getirdikleri haberlerle insanlara karşı Allah'ın kesin delilini teşkil etmek.