Editörlüğünü üstlendiğiniz Hz. Peygamber Döneminde Gündelik Yaşam tazeliğini korurken soralım: Böyle bir derleme yapmaya nasıl karar verdiniz? Bu konu günümüze dek biraz da ihmal edilmiş gibi gözüküyor. Son yıllarda bu alana dair artan dikkatlerin sebepleri nelerdir?
Her dönemin gündeminde olan, ilgi duyulan konular vardır. Günümüzde de sosyal tarih ve kültür tarihi ciddi manada öne çıkmış durumda. Her dönemde neşredilen siyer eserlerinin muhtevasına; o dönemki insanların ihtiyaçları, beklentileri ve kendi dönemleriyle geçmişi özdeşleştirme çabaları gibi etkenler üzerinden bakmak gerekir. Bu kitap, Asr-ı Saadet Dünyası üst başlığı ile derlediğim, takriben 310 kadar makalenin yer alacağı, toplam 25 kitaplık derleme çalışmasının bir cildine tekabül ediyor. On kitabı çıktı, on beş kitap daha çıkacak bu derlemelerden. Hz. Peygamber Döneminde Gündelik Yaşam alt başlıklı kitapta sosyal-gündelik ilişkilere atıf yapan makaleleri bir araya getirdim. Hz. Peygamber’in hayatı; pek çok yönüyle derinlemesine incelenmesi gereken ve bir anlamda da Müslümanların kendi hayatlarını, yaşantılarını kurarken/kurgularken istifade etmeleri gereken bir kaynak. Doğrudan doğruya taklit etmek için değil de değer oluşturma ve günümüze aktarma anlamında Peygamberimiz’in hayatına ihtiyacımız var. Çünkü vahiy Peygamber Efendimiz tarafından somutlaştırıldı, hayata döküldü. Peygamber Efendimiz, ilk Müslüman olarak, Allah’ın mesajını hayatına uygulayan bir beşer olarak bizim açımızdan büyük bir örneklik taşıyor. Bu yönüyle de hayatının her aşaması, her yönü incelenmeye değer görülmüştür. Nitekim kaynaklarımıza baktığımız zaman Hz. Peygamber’in özel hayatı dâhil olmak üzere, hayatının pek çok yönüne insanlar ilgi duymuşlardır.
Son yıllarda megazi yahut bütün bir siyer anlatısından ziyade tematik eserler neşredilmeye başlandığını görüyoruz. Bunu neye bağlıyorsunuz? Bu durum bir açığın, açlığın sonucudur diyebilir miyiz?
Hz. Peygamber kitaplarda sadece komutan ve devlet başkanı sıfatıyla anlatılmamıştır; O’nun hayatı, bugün gündelik hayata ilişkin ilgi duyduğumuz konuların yanı sıra günümüzde Müslümanların ilgi duymadığı yerel (yahut o güne has) konular çerçevesinde de ele alınmıştır. Ancak bu bilgiler, dönemin ihtiyaçlarına göre bir sistem içerisinde müstakil kitaplar halinde anlatılması düşünülmediği ya da geçmişte buna çok ihtiyaç duyulmadığı için, şimdilik kitaplarda dağınık bir şekilde yer alıyor. Geçmişte Hz. Peygamber, neden savaşçı ve yönetici kimliği ile ön plana çıkmıştır? Çünkü ilk dönemlerde Müslümanların Hz. Peygamber’in bu husustaki modelliğine ihtiyaçları vardı. Fetihlerin devam ettiği bir zaman olduğundan Hz. Peygamber’in cihatla ilgili bakış açısı ve uygulamaları, pratikleri önem kazanmıştır. Bir Müslüman savaşa gidiyorsa savaşta düşmana karşı nasıl davranacağı hususunda Peygamber Efendimiz’in uygulamalarının rehberliğine ihtiyaç duyar. Kur’ân-ı Kerîm’e bakar, sünnete bakar, geçmişteki âlimlerin söylediklerine bakar ve bununla yolunu bulmaya çalışır. Bu bir literatür oluşturmuş, erken dönemde megazi literatürü oluştuğu için genellikle Hz. Peygamber’in bu yönü öne çıkmış. Hâlbuki Hz. Peygamber’in hayatını bir bütün olarak ele aldığımızda savaş kısmı -Mekke ile ilişkiler bağlamında söylersek- 23 yıllık peygamberlik hayatı içerisinde altı yıla tekabül ediyor, bu altı yılın tamamında da sürekli savaş halinde olması söz konusu değildir. Zira Hz. Peygamber’in Mekkelilerle savaştığı dönem, Hicri 2. ile 8. yıl arasıdır.
Hz. Peygamber’in diğer dinî gruplarla ya da kabilelerle ilişkilerinde savaş durumunun olduğu hallerde dahi insan kaybının oldukça düşük seviyede olduğunu görüyoruz. Çünkü Peygamber’in mesajı, insanı yaşatmaya, dünyasını ve ahiretini kurtarmaya matuf bir mesajdır. Hz. Peygamber düşmanıyla mücadele ederken dahi, karşısındakini her an kardeşi olabilecek bir muhatap olarak görmüştür. Böyle baktığı için Hz. Peygamber, savaşlarda insan kaybının asgari seviyede olmasını sağlamayı başarmıştır. Hz. Peygamber ile yapılan savaşlarda müşriklerden toplam ölenlerin sayısı 250 kişi civarındadır. Bugün herhangi bir küçük çatışmadaki insan kaybından daha az. Büyük zaferlerden biri olarak İslam tarihine geçmiş olan Bedir Savaşı’nda dahi müşriklerin kaybı 70 kişidir. Hz. Peygamber, insanları yok ederek bir din tebliğ edemezdi, çünkü muhatabı insandı. Allah Rasûlü (sav)’nün görevi, son ilahi mesajı insanlara iletmekti. Peygamber Efendimiz’in savaşçı yönüyle ilgili literatürde önümüze konan örneklerin, Hz. Peygamber’in bakış açısını bir bütün olarak tamamıyla yansıtmadığı kanaatindeyim. Hz. Peygamber’in insanlara getirdiği mesaj, insanı aziz gören bir mesajdır. Aslında kitapların ayrıntılarında ya da rivayetlerin satır aralarında Peygamber’in bu yönünü de görebiliyoruz. Meselâ Hz. Peygamber, düşman da olsa öldürülene müsle* yapılmasını yasaklamıştır.
Geriye dönüp baktığımızda her çağda ve birçok farklı coğrafyada, sayısız dilde siyer eserinin kaleme alındığını görüyoruz. Hz. Peygamber’in hayatını neden tekrar tekrar yazma ihtiyacı hissediliyor?
Çünkü her siyer aynı zamanda, yazıldığı dönemi yansıtan bir eserdir. İnsanlar Hz. Peygamber’i anlatırken kendi zamanlarını da anlatıyorlar. Günümüzün ihtiyacına göre yeni bir siyer yazma ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bunun iki boyutu olduğunu düşünüyorum. Birincisi: Bizim ihtiyaçlarımız çerçevesinde Hz. Peygamber’in hayatına, dönemine yeniden bakmak.
İlk siyer kitaplarına baktığımızda, örneğin İbn Sa’d’ın Tabakat’ında Hz. Peygamber’in kılık-kıyafetiyle ilgili geniş bir bölüm var. Hz. Peygamber’in saçını boyayıp boyamadığına ilişkin bir bölüm var. Muhtemelen kitabın telif edildiği dönemde bu konulara ilgi duyuluyordu. Bugün Türkiye’de yaşayan Müslümanlar açısından Peygamberimiz’in giydiği kıyafetin rengi, kumaşı ana bir konu olmaktan çıkıp tali bir konu haline gelmiştir. Onun için kitaplarda başka konuları arıyoruz. Bizim ihtiyaç ve beklentilerimiz, Hz. Peygamber’in hayatını yeniden okumayı gerektiriyor.
İkinci boyut da şu: İlim bir zaman diliminde donuklaşan bir faaliyet değildir, sürekliliğe sahiptir. Hem yeni yöntemler (usuller) çerçevesinde Hz. Peygamber’in hayatı yeniden incelenmeli hem de kaynaklara farklı bir zaviyeden bakış açısı getirilmelidir. Yine klasik dönem kaynaklarımıza baktığımız zaman; örneğin İbn Hişam -en eski kaynaklarımızdan birisidir- Hz. Peygamber’in hayatını anlatırken Kur’ân-ı Kerîm’e atıflar yapıyor, ele alınan olayla ilgili bir ayet nazil olmuşsa o ayeti zikrediyor. Kur’ân-siyer ilişkisini kendi kitabında doğal mecrası içerisinde işliyor. Sonradan telif edilen bazı eserlerde daha çok rivayet ön plana çıktığı için Kur’ân-siyer ilişkisi kısmen kaybolmuş. Hâlbuki Kur’ân-ı Kerîm birinci siyer kaynağıdır. Eğer Allah Rasûlü (sav) döneminden bahsedeceksek, o zaman ana metnin Kur’ân-ı Kerîm olması lazım. Geçmişte âlimlerin uyguladığı bu yöntem, son dönemlerde yeniden keşfedildi. Yapılan çalışmalarda Kur’ân’ı merkeze alacak şekilde Hz. Peygamber’in hayatını yeniden okuma ve kurgulama durumu söz konusudur. Dolayısıyla yöntemler, kaynaklara bakış açısı, ihtiyaçlar yeni siyer yazımını gerekli kılıyor.
Bugün farklı yaş gruplarına yönelik siyer çalışmaları yapılması ihtiyacı duyuluyor. Eskiden bu kadar ayrıntıya girilmezdi. Klasik Osmanlı döneminde Hz. Peygamber’in hayatını anlatan eserlerin büyük bir kısmı edebiyat çerçevesinde şekillenmiş olan eserlerdi. Genellikle manzum eserler telif edilmiş. İnsanlar bunları uzun kış gecelerinde okuyarak-dinleyerek ya da dinî ritüellerde icra edilmesi suretiyle öğreniyorlardı. Peygamber Efendimiz hakkındaki algı da bilgiden ziyade sevgiye dayalıydı. Türk kültür dairesi içinde Hz. Peygamber’i anlamaya çalışırken O’nu güzel şeylerle tasvir etmişiz, gül gibi… Peygamber’in şemaili ile ilgili tasvirlerde de O’na güzeli yakıştırmışız. Bugün için o dönemlerden farklı olarak Peygamber’i anlama çabası ön plana çıkmıştır. Son elli yılda telif edilen siyer eserleri, yazılmış olan makaleler; geçmişten -Osmanlı dönemini kast ederek söylüyorum- katbekat fazla. Aslında bir anlamda siyer yeniden keşfedildi. Siyerin; Kur’ân’ı anlamak için, fıkhı anlamak için, tasavvufu vs. anlamak için önemli bir alan olduğu görülmüş oldu. Bu da yeni çalışmaları tetikledi.
Siyerden bir kronoloji mi anlamalıyız, yoksa başka türlü bir anlatı mı? Siyer başka tür bir disipline mi dönüşüyor?
Siyer müstakil bir ilim dalı haline geliyor ancak burada bir problem de ortaya çıkabilir: Yetkin olanların da olmayanların da kalem oynattıkları bir alan haline gelmiş bulunuyor siyer. Yapılan çalışmaların sayısında ciddi bir artış var; ama nitelik konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Siyere kronoloji demek doğru olmaz, çünkü kronoloji dediğiniz zaman sadece belirli olayları esas alarak bir hususu nakledersiniz. Peygamber Efendimiz ve dönemi anlatılacaksa elbette kronoloji göz ardı edilmemeli. Ama günümüzde tematik anlatım ile Hz. Peygamber’in hayatının bazı yönlerinin vurgulanması, bazı yönlerinin öne çıkarılması daha güçlü bir yaklaşım olarak ortaya çıkıyor. Tematik anlatım içerisinde kronolojiyi dikkate alan bir yaklaşım ortaya koymak gerekir.
Hadisler için sebeb-i vürud (söylenme sebebi) ve ayet-i kerimeler için sebeb-i nüzul (indirilme sebebi) önem arz eder. İslamiyet 23 yıllık bir dönemde nazil olan vahiyle şekillenen bir din olduğu için, bu yıllar içerisinde tarih ile dinin karşılaştığı bir satıhtan bahsediyoruz. O dönemde meydana gelen olaylara göre nazil olan ayetler ya da Peygamber Efendimiz’in uygulamaları zaman içerisinde bazı değişiklikler de ihtiva etmiş olabiliyor. Bunun kronolojik takvimini yapabilmek çok önemli.
Bugün siyer eğitimi akademinin dışına taşmış durumda. Ve bu eğitim teknolojik imkânlarla desteklenerek yapılmakta. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Bunu Bilgi Çağı olarak nitelendirilen bu dönemin genel sorunlarından bağımsız olarak düşünmemek lazım. Günümüzde insanoğlunun bilgiye ulaşma imkânları oldukça arttı. Ancak ulaşılan bilginin niteliği konusu büyük bir sorun teşkil ediyor. Herhangi bir kimse telefonundan yahut bilgisayarından internete girip pek çok kaynağa erişebilir. Bunun olumlu tarafları var. Ancak olumsuz birçok yönü de var. Olumsuz yönlerinden biri de bilginin niteliği konusudur; insanların bilgi sahibi olmadan bilgiyi kullanabilmeleridir. Bilgi yanlış mıdır değil midir konusunda bir değerlendirme imkânı yok. Bu elbette siyeri de ilgilendiren bir konudur. Yapılan birçok çalışma içinde ehil eller tarafından yapılanlar da var. Bilgi kirliliği için kısa vadede bir çözüm üretebilmek mümkün görünmüyor. Ancak uzun vadede iyiliği artırarak tavrımızı belirleyebiliriz. Mesela, birkaç yüz liraya bir web sayfası alanı almak suretiyle oraya din dışı, Hz. Peygamber’i oldukça kötü gösteren, inanca aykırı tasvirler yerleştirebilir ve bunu kolaylıkla yayabilirsiniz. Ve bu bilginin yayılımı o kadar hızlı ki birkaç saniye içerisinde dünyanın diğer ucuna ulaşabiliyorsunuz. Onun için işin ehli olan insanlar bu işin içinde bulunmalı ve Peygamber Efendimiz’i doğru anlatmalılar. Bir alternatif olmalılar. Yanlışa yanlış demek bir çözüm değildir. Doğruyu gösterebilecek bir alan açmaları gerekiyor. Sonpeygamber.info Web Portalı tarafından yürütülen Online Hadis Platformu, Online Siyer Platformu türünden çalışmalar bu bilgi kirliliğine karşı başlatılmış güzel alternatiflerdir. Alternatiflerin çoğaltılması gereklidir.
Siyer eğitimi son yıllarda ortaöğretim programlarında kendine ciddi bir yer bulmaya başladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ortaokul ve lise müfredatları ile siyer ders kitapları yeterli mi sizce?
“Hz. Muhammed (sav)’in Hayatı” dersinin seçmeli ders olarak ihdas edilmesi sürecini ve ondan sonraki çalışmaları izleyebilme imkânım oldu. Birkaç çalışmanın içerisinde de yer almaya çalıştım. Dersin ihdas edildiği dönem içerisinde, kısa sürede bir müfredat hazırlanması gerekiyordu. Dersin okutulmasına karar verildiği zamanlarda bir yıl içerisinde okutulacağını düşünüyorduk. Fakat her sene okutulmaya karar verildi. Hz. Peygamber’in hayatını sadece kronolojik olarak sunmayı düşünürseniz eğitimin bütünlüğü açısından her sene anlatmanın bir esprisi yok. Bir grup hocamız “Hz. Muhammed (sav)’in Hayatı” dersinin kronolojik olması gerektiğini savundular, ben şahsen tematik olması gerektiğini savunan grup içerisindeydim. Çalıştaydan tematik olması yönünde bir eğilimle ayrıldık. Fakat kitaplar yazdırıldığı zaman -ki bu çok kısa bir süreye tekabül ediyor- bu karara riayet edilemediğini gördük. Şu anda mevcut olan kitapların başındaki ilk ünite “Hz. Peygamber’in Hayat Hikâyesini Hatırlayalım” başlığını taşıyor. Takriben 7-8 hafta her dersin başında Hz. Peygamber’in kronolojik hayatının yeniden anlatılması şeklinde bir yol izleniyor. Burada anlatılanlar birbirinin tekrarı niteliğinde ve netice itibariyle Hz. Peygamber’in hayatını öğrenmeye yönelik öğrenciyi geliştirebilecek bir aşama olarak görülemez. Tekrar tekrar Hz. Peygamber’in hayatı anlatılmış oluyor. Öğretmenlerimiz Peygamber’in hayatını tematik anlatma hususunda esaslı bir eğitim almadıkları için, neredeyse bütün bir ders yılı bu bahsettiğimiz üniteyi anlatarak dersleri tamamlamış oluyorlar. Böyle bir sıkıntı var.
Geçenlerde benim de iştirak ettiğim, müfredat meselesinin ele alındığı bir toplantı yapıldı. Aslında Hz. Peygamber’in hayatını anlatırken onunla birlikte İslam’ı da anlatıyoruz. Zira Hz. Peygamber’in hayatı dinden bağımsız değildir. Allah Rasûlü (sav)’nün cahiliye dönemindeki hayatını anlattığımızda bile Nübüvvet’e hazırlık bağlamında anlatmış oluyoruz. Onun için İslam’dan bağımsız bir Peygamber anlatısı hedeflenmemesi lazım. Hz. Peygamber’in hayatını tematik olarak işlemek koşuluyla, O’nun hayatını anlatan başta Kur’ân-ı Kerîm ile temel siyer ve hadis kaynaklarına dayalı bir müfredat hedeflenmesi gerekir. 8 yıl boyunca 4. sınıftan 12. sınıfa kadar anlatılacak olan Hz. Muhammed’in Hayatı dersinde, “Peygamber Efendimiz’i neden anlatmalıyız ve nasıl anlatmalıyız” sorularına sağlıklı cevap verecek bir müfredat üzerinde çalışılmalıdır.
Çocuklar basmakalıp, klasik usuldeki sistemden hoşlanmıyorlar, ama bu iletişimin devam etmediği anlamına da gelmiyor. Onlarla temas kuracak başka formüller üretmek gerekiyor. Görsel iletişim imkânları mutlaka kullanılmalıdır. Bakanlığın bu noktada çalışmalar yapması gerekir. Kitaplar, görsellik açısından çok kötü. E-kitaba doğru gidiliyor, bazı dokümanlara ulaşma imkânları sağlanmaya çalışılıyor, bunlarla ilgili nitelikli ürünler ortaya koymak lazım. Hz. Peygamber’le ilgili belgeseller, filmler, belirli konularda tematik çalışmalar gereklidir. Mesela Allah Rasûlü (sav)’nün ahlakı nasıldı? O’nun ahlakıyla ilgili yapılmış birkaç akademik çalışma dışında fazla bir şey yok. Hz. Peygamber’i anlatan bazı çalışmalara, filmlere, belgesellere baktığımızda çoğu Peygamber Efendimiz’in kimi zaman Nübüvvet öncesi hayatına vurgu yapmak yahut da mucizevi bir hayat hikâyesi anlatmak suretiyle aslında bugün çok da karşılığı olmayan bir siyer anlatarak Peygamber’i sunmaya çalışıyorlar. Oysa Peygamber’in hayatının bizim hayatımızın her ânına tekabül edecek boyutları var. Ahlak da bunların başında. Günde beş vakit namaz kılıyoruz, ama dürüst olmak için bir vakit yok, her zaman dürüst olmak zorundayız.
Bugün siyerin roman kurgusu içinde varlık gösterdiği eserlerde artış gözlemlemekteyiz. Siyer, kurgunun ötesinde, kurmaca bir tür içinde ne kadar doğru anlatılabilir? Kurmaca eserlerde yazarın hayal gücünün de büyük ölçüde devreye girdiğini ve boşlukların bu meleke tarafından doldurulduğunu göz önüne alırsak; bu konuda neler söylenebilir?
Tarihî olayların roman malzemesi yapılması üzerine tartışmalar var. Riskli boyutları var, faydalı olan tarafları da var, onların her birine tek tek işaret etmek gerekir. Roman inşai bir eserdir, insanın muhayyilesinde ürettiği bir anlatıdır. Eğer tarihî bir olayı roman konusu yaparsanız, ya tarihe uygun bir anlatımı tercih etme yoluna gidersiniz –bu tercihle edebî açıdan alan daralmış olacak- ya da muhayyilenizi kullanarak serbest bir şekilde yazarsınız. Ancak bu ikinci tercihle tarihî olayı tahrif etmek söz konusu olacaktır. Tarihi romanlarda böyle bir risk vardır. Bugün yazılan tarihî romanlara baktığımızda gerçekle kurgunun birbirinden ayrılmasının neredeyse mümkün olmadığını görürüz.
Kurgu meselesinin etkisini bize en iyi anlatan yapıtlardan biri Çağrı filmidir. Çağrı filmi bir kurgudur ancak kahramanlar tarihî karakterlerden seçilmiştir. Hz. Hamza’nın hayatı üzerine dönen bir kurgu. Hâlbuki siyer kaynaklarına baktığınız zaman Hz. Hamza hakkındaki bilgi çok azdır. Hz. Hamza Mekke Dönemi ortalarında Müslüman olmuştur, Hz. Peygamber’in hayatında da çok merkezî bir rolü yoktur. Hz. Ebû Bekir ile karşılaştırdığımızda Hz. Hamza daha geride durur. Zaten Hicret’in 3. yılında Uhud Savaşı’nda şehit düşmüştür. Çok kısa bir dönem Peygamber ile birlikte kalabilmiştir. Çoğu kişinin siyer bilgisi Çağrı düzeyinde olduğu için Hz. Hamza çok önemli bir aktördür insanların zihninde. Hâlbuki işin hakikati öyle değildir. Kurgunun tam da bahsettiğimiz gibi bir riski vardır. Bir faydası da var ki çok güçlü bir anlatım yöntemidir, insanlara ulaşma imkânı büyük. Bazen bir romanla yüz binlerce insana ulaşabiliyorsunuz. Şahsi kanaatimi soracak olursanız faydasının ve zararının bulunmasından hareketle çok net bir kanaat bildiremem. Olmalıdır ya da olmamalıdır diyemem. Olmasın desek de zaten hâlihazırda yazıp çizen insanlar var, bunların yazmasının önüne geçilemez.
Belki bu anlattıklarımın tamamlayıcısı olarak şu noktaya da değinmem gerekir: Aslında tarihin kendisi de kurgudur. Biz siyer anlattığımızda kurgu yapıyoruz. Kurgu her zaman zaten var. Bir insan bir şeyi anlatıyorsa tasarlayarak yapıyordur bunu. Romandaki asıl sıkıntı, bilinçli bir yönlendirme veya bilinçli olarak bir durumu farklı göstermekle ortaya çıkıyor. Bunlar da yapılıyor, engellenmesi çok zor.
Siyer yazarı, ne kadar ihata edici bir bakış ortaya koyarsa gerçeğe uygunluk açısından o kadar başarılı olabilir. Ancak çoğu zaman bu bilinçle hareket edilmiyor. Bir sahabi modeli anlatılıyor, bu sahabi melek gibi bir şey: Sürekli birbirleriyle muhabbet eden, hiç hata yapmayan, birbirlerine ikramda bulunan vb… Hâlbuki döneme bütüncül bir bakış açısıyla baktığınızda, sahabilerin çok büyük sıkıntılar yaşadıklarını, zaman zaman kendi aralarında çelişkiler yaşadıklarını, bazen kavga ettiklerini, hata yaptıklarını, günah işleyip sonra Hz. Peygamber’e gelerek itiraf ettiklerini vs. görüyorsunuz. Bu, bir sıkıntı meydana getiriyor: İlahiyat fakültesinde Hz. Peygamber dönemi ve sonrası olaylarını anlattığımızda, çok olağan hadiseler, bir insandan sadır olması gayet normal olan durum ve davranışlar bile büyük bir şaşkınlıkla karşılanabiliyor. Öğrencilere daha önce anlatılan sahabi imajı yüzünden böyle olduğunu görüyoruz. Evet, sahabinin hayatını öğrenciler romandan okumamış, ama bilinçli olarak onların bazı taraflarını öne çıkarmış, yanlış bir algı oluşturmuş eserlerden öğrenmişler. Yani bu algı meselesini sadece edebî eserler bağlamında değil, yazılan siyer kitapları bağlamında da düşünmek gerekiyor.
Cahiliye döneminden Emevilere değin çok geniş bir yelpazede eserler veriyorsunuz. Önümüzdeki dönemde Hz. Peygamber ile ilgili bu türden çalışmalar yapmayı düşünüyor musunuz?
Yakın zamanda tamamlamayı istediğim birkaç projem var. Ders kitabı olarak telif etmeye niyet ettiğim çalışmalardan bir tanesi, ilahiyat fakülteleri müfredatı dikkate alınarak Hz. Peygamber dönemi kaynakları, cahiliye dönemi, Peygamber Efendimiz dönemi ve Peygamberimiz’in kişiliği başlıklarını ihtiva eden, takriben 600 sayfalık bir siyer çalışması olacak. Tarih usulü ile ilgili yazdığım bir metin de birkaç ay içinde yayımlanacak. Bunların dışında benim açımdan önemli olan bir proje olarak; Belazuri’nin Ensar’ül-Eşraf isimli 13 ciltlik eserinin çeviri editörlüğünü yapıyorum.