Prof. Dr. Hayrettin Karaman ile İslam ve Modern Hayat Üzerine II. BÖLÜM-

24 Ağustos 2010

Prof. Dr. Hayrettin Karaman’la yaptığımız ve ilk bölümünü geçen hafta sunduğumuz söyleşinin ikinci bölümüyle devam ediyoruz. Birinci bölümünde “İslam ve modernizm” konusunun öne çıktığı söyleşinin bu bölümündeyse Hz. Peygamber’in davranışlarının bağlayıcılığı ve günümüzdeki Ramazan yaşantısına dair önemli noktalara temas edildi.

(Röportajın birinci bölümünü okumak için lütfen tıklayın.)

-Müslümanlar Hz. Peygamber’in davranışlarını nasıl ve ne derecede örnek almak durumundadırlar?

-Tarihin, coğrafyanın, Peygamberimiz’e mahsus tasarrufların ve bir de Peygamberimiz’in devlet başkanlığı, hâkimlik, hakemlik, yol göstericilik, müsteşar (=istişare edilen insan) sıfatıyla yaptığı tasarrufların tamamı Müslümanlar için geçerli olmadığı bellidir.

Peygamber Efendimiz’in tasarruflarının hangilerinin bağlayıcı olduğu, hangilerinin olmadığı sorusu daha ashab zamanında sorulmaya başlanmıştır. Mesela, Hz. Peygamber onlara bir şey yapmalarını söylediğinde “Ya Rasullulah; siz bunu vahye dayanan bir talimatla mı söylediniz, yoksa bir beşer olarak mı, söylüyorsunuz?” diye soruyor. Eğer O, ikincisine evet demişse sahabeler söylenilenin dışına çıkmışlardır gerekli gördüklerinde.

Ashab, Hz. Peygamber onlara bir şey yapmalarını söylediğinde “Ya Rasullulah; siz bunu vahye dayanan bir talimatla mı söylediniz, yoksa bir beşer olarak mı, söylüyorsunuz?” diye soruyor. Eğer O, ikincisine evet demişse sahabeler söylenilenin dışına çıkmışlardır gerekli gördüklerinde.

Bu konuda meşhur Berire hadisesi vardır: Berire, Hz. Aişe’nin alıp azad ettiği ve evli olan bir cariye. (Fakat İslam’da evli bir cariye hürriyete kavuşursa onun o evliliğe devam edip etmemeye karar verme hakkı var.) Berire’nin kocası onu çok seviyor ama Berire kocasını sevmiyor, ayrılmak istiyor. Eşi Peygamber Efendimiz’e geldi, Berire’nin kendisini bırakmaması için aracı olmasını istedi. Peygamberimiz Berire’yi çağırdı ve kocasını bırakmamasını, evliliğe devam etmesini istedi. Berire ise Hz. Peygamber’e “Siz bunu vahye dayanarak mı söylüyorsunuz yoksa bana tavsiyede mi bulunuyorsunuz?” diye sordu. Hz. Peygamber ikincisi olduğunu söyleyince Berire kocasını sevmediğini tekrarlayarak onunla evli kalmayacağını söylemiş. Kimse o an Berire’ye “sen Rasullullah’a itaat etmedin, Kur’ân’da Allah ve Rasulü’ne itaat etmeyenler için ne varsa sen ona müstahaksın” demedi. Sahabe devrinde böyleydi.

-Sahabe döneminden sonra nasıl devam etmiş bu durum?

-Sonra müctehid imamlar devri gelmiş, onlar da ictihadlarında önlerine bir hadis geldiğinde bunun bağlayıcılık taşıyıp taşımadığını sorgulamışlardır. Ona göre de hüküm vermişlerdir. Sünette bağlayıcı olan ve olmayan ayrımı gereklidir, bunun modernizmle de alakası yoktur, çok eskiye dayanır.

-Bağlayıcılığı olmayan konularda Hz. Peygamber’i taklit etme hususunda değerlendirmeniz nedir?

-Hiç bağlayıcılığı olmayan, tamamen tarihî ve sadece o coğrafyaya mahsus olan bir konuda bir insan yanılarak ya da yanılmadan özenerek, severek, -mesela “çatal-kaşık kullanmamış ben de elimle yiyeyim” demek gibi-  O’na uysa, bu İslami bakımdan yanlış olmaz.

Bir örnek vereyim: Ashabtan biri; Peygamberimiz hac yaparken nerede durmuşsa, nerede abdest almışsa, nerede beş adım yürümüşse bunların tamamını uygulayarak bir hac yapmak istemiş. Bu kişinin yaptığının yarısı Hac ibadetine dâhil değil. Bir de Efendimiz’in dinde örnekliği anlamında sünnete dâhil değil. O’na muhabbetinden dolayı böyle yapmış. Yapabilir de… Ama şimdi bu kişi kalkar da “herkesin böyle yapması lazım” derse hata olur.

Reklama verilen para büyük çapta gayrımeşru’a verilen paradır. Çünkü reklamda yalan var, abartı var, ayartma var, aldatma var. Beyin yıkama var.

-Günümüzdeki Ramazan yaşantısına dair birkaç konuya da değinmek istiyoruz. Bugün Ramazan ayı merkeze alınarak tüketimi özendiren reklam kampanyalarına çok sık rastlıyoruz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-Bu, liberal kapitalizmin başımıza getirdiği bir beladır. Çünkü liberal kapitalizmin esası şudur: “Durmadan üret, durmadan yedir, kullandır. Hatta mümkünse tam kullandırma. Attır, yeniden aldır.” Bu söylediklerim kapitalizmin altın kurallarıdır. Eğer siz liberal kapitalist ekonomiyi kabul etmişseniz durmadan büyüyeceksiniz, durmadan üreteceksiniz, ürettiğinizi tükettireceksiniz. İnsanların ihtiyacı yoksa yapay ihtiyaç yaratacaksınız. Bizim şikâyet ettiğimiz şey o sistemin zikrettiğim altın kuralları. Biz onu değiştiremeyiz. Kendimize hâkim olacağız. Çünkü Reklam yalancılıktır, reklam sahtekârlıktır. Reklama verilen para büyük çapta gayrımeşru’a verilen paradır. Çünkü reklamda yalan var, abartı var, ayartma var, aldatma var. Beyin yıkama var. Olmayan şeyleri varmış gibi gösterme var.

Bu öyle bir hale girdi ki en muhafazakâr ailelerin bile çocukları bu reklamlar yüzünden hayatlarından memnun olmaz hale geliyorlar. Evinin eşyasını beğenmiyor, elbisesini beğenmiyor, şeklini şemalini beğenmiyor, binasını beğenmiyor, yediğini içtiğini beğenmiyor ilahiri...  Hiçbir şeyinden memnun değil, var olanla mutlu olamıyor. Siz var olanla mutlu olamazsanız, hiç mutlu olamazsınız. Çünkü arzunun, istemenin hududu yok.

-Sektörün içinde olanlar da reklam olmadan işlerinin yürümeyeceğini gerekçe gösteriyorlar

-Hiç kimse reklam yapmasaydı rahatlıkla işler yürürdü. Bu arada reklam derken duyurma ve bilgi vermeyi kastetmiyorum. Benim almaya ve kullanmaya, karşıdakinin de üretmeye ve satmaya ihtiyacı var. Ama ben benim işimi en iyi görebilecek nesne nerede ve kimde bunu tabi ki bilemem. İşte bu noktada iş gören, yalansız ve az evvel reklamcılık için söylediğim olumsuzlukları barındırmayan bir sektöre ihtiyaç var.

Zenginlerin lüks yerlerde yine zenginlere iftar vermeleri bence bir ibadet değil.

Eğer reklamcılık olmasaydı insanlar soğukkanlılıkla, kendisinin de kıymetini bilerek, suni ihtiyaç söz konusu olmadan gerçek ihtiyaçlarını bulur, temin ederlerdi. İnsanlar daha az üretir, daha az satardı. İhtiyacı kadar üretir, ihtiyacı kadar satardı. Dünyamız tükenmezdi. Havamız, suyumuz, gıdamız, toprağımız tükenmezdi. 100 yıl sonra gelecek nesillerin rızıklarını gasp etmezdik.

-En çok tartışılan konulardan biri de “lüks iftarlar.”

Zenginlerin lüks yerlerde yine zenginlere iftar vermeleri bence bir ibadet değil. Yani o zenginler diğerlerine mübarek Ramazan’da bir ibadet olsun diye bunu yapmıyorlar. Bu vesileyle zengin, ağırlamak istediği insanları ağırlıyor. Bundan zenginlerin ticari, dünyevi, sosyal, kültürel maksatları var. Denilebilir ki, bunlar Ramazan’da yapılmasın… Ona da makul bir cevap verilirse verilir, bir şey demem ama ben veremiyorum.

-Önemli olan iftar sofralarında fakirleri ağırlamak değil midir?

Oralarda ayrı bir konsept, ayrı bir amaç var. Bu yüzden fakirler çağrılmayabilir. Fakat buna kefaret olarak iki şey yapılabilir: Ömründe orayı görmemiş ve görmesi de mümkün olmayan fakirlere de –bu tercihim değil yalnız- aynı yerde, kefaret olsun diye iftar verilir. İkincisi ve benim tercihim ettiğim yol da şu: O iftarda kaç lira sarf edildiyse o kadarını fakirlere dağıtmak. Hem bu şekilde daha çok kişinin ihtiyacı görülür.