Ramazan’ın gelişiyle birlikte yememiz, içmemiz, uykumuz hatta konuşmamız bile azalır. Şen şakrak hallerimiz, gezip tozmalarımız gider, yerine bir sükûnet ve vakar gelir. İnsan-ı kâmil olma yolunda üç temel şart olan kıllet-i taam, kıllet-i menam ve kıllet-i kelam’ın (az yemek, az uyumak ve az konuşmak) mahiyetini bir aylığına da olsa yaşayarak görürüz. Belki de bu sebepledir müminin Ramazan’dan önceki haliyle sonraki halinin bir olmayacağı müjdesi.
Ramazan, azalttıklarının yerine bir şeyleri de çoğaltır elbette. Daha çok namaz kılarız, Kur’an’la meşgalemiz artar, yemeklerimizi ve tüm imkânlarımızı Müslüman kardeşlerimizle daha çok paylaşırız. Yani Ramazan nefsimiz için tükettiklerimizi azaltırken Rabbimize yönelişlerimizi ve dünyayla paylaşmalarımızı artırır. Bu yönüyle de meleklere benzetir bizi. Almanın değil vermenin coşkusunu yaşatır. Hayvani taraflarımızı törpüleyerek kendimizi daha çok “insan” hissettirir. Belki de en çok bize yaşattığı bu ruh hali nedeniyle severiz Ramazan’ı.