Kur'ân Müslümanlığı iddiasının sarsak yolu, İslam'ı görünür kılan bütün yönlerinden uzaklaştırarak hislerin örtük dünyasına hapsetmeye çalışıyor.
Onlara göre Kur'ân içkiyi haram kılmamış, sadece kötü görmüş; kadınların örtünmesi gerekmiyormuş, yalnızca dekolte giymemeleri kastediliyormuş; Kur'ân'da yasaklanan faiz değil, tefecilikmiş... Bütün bu iddiaları ancak bir durumda anlayabiliriz: İslam'ı en doğru şekilde anlamak ve yaşamak için Hz. Peygamberin yolunu izlemek gerektiğini, yani onun sahih sünnetinin bağlayıcılığını reddetmek.
Bunu yaparken izledikleri yola dikkat ederseniz evrilip çevrilen bütün yorumlamalar onlara göre İslam'ın insan aklı ve modern dünyanın tartışılmaz ilkeleri ile çelişen yönlerinin daha çok hadisler aracılığıyla İslam'a bulaştığı iddiasına dayanıyor. Bu uğurda bazıları hadislerin içine uydurma rivayetlerin karıştığını, dolayısıyla hiçbirine güvenilemeyeceğini söylerken diğer bazıları da Hz. Peygamber'in görevinin sadece ilahî mesajı iletmek olduğunu, O'na bunun üstünde bir misyon yüklemenin şirk olacağını öne sürüyorlar. Hatta zaman zaman gerektikçe aynı kişinin farklı yerlerde farklı iddiaları dile getirerek duruma göre söylem değiştirdiklerine bile şahit oluyoruz.
Kur'ân'da Peygamberimiz'in konumunu ve görevlerini tanımlayan ayetleri (onları sonpeygamber.info'nun konuyla ilgili pek çok yazısında bulabilirsiniz) sorduğumuzda kendilerine ezberletilmiş klişe yorumları aktarıyorlar. Peki şu soruları sormak gerekmez mi bu durumda: "Senin yorumuna karşılık sahabeden bugüne İslam ulemasının (fakihler, müfessirler, muhaddisler, ehli sünnet mezhep imamları) tamamının yorumu; hangisini tercih etmeliyim, niçin?"
Namazların vakitleri, şekli (çıplak namaz kılma mesela), zekâtın uygulanması, Kur'ân'da sayısız yerde geçen cihad ve savaşla ilgili emirlerin doğru anlaşılması ve uygulanması, hac ibadeti, giyim kuralları gibi meselelerde Peygamber tatbikatına kaç kişi şahit oldu? Bunları o günlerde kaç kişi uyguladı? Peygamberimiz bir avuç kişiyle bir dağ kovuğunda mı uyguladı bu emirleri yoksa binlerce kişiyle birlikte bütün dünyanın gözleri önünde mi?
İlla ki düşünmüşler ve cevaplarını hazırlamışlardır ama yine de soralım: "Kur'ân'ın Kur'ân olduğunu kim söyledi size ve buna nasıl güveniyorsunuz?"
Dürüst olup "ben İslam'ı Peygamber'in anladığı, uyguladığı ve Allah'ın da onayladığı şekliyle uygulayacak yüreğe sahip değilim. Bu yüzden de Rabbimden affını talep ediyorum" demek yerine İslam'ın ilk günlerinden bugüne ulaşmış en güvenilir yolunu saptırmaya kalkmanın hangi psikolojik ve sosyal sebeplere dayandığını bütün boyutlarıyla tahlil edecek donanıma sahip değilim. Yalnız kendi halinde bir vaize olarak şunu çok açık gözlemlediğimi söyleyebilirim: Bu arkadaşlar İslam'ın yükünü taşımak istememekte ama bu yükü seve seve, alınlarını çatlatırcasına binbir zorlukla taşımaya çalışanlara verilen onura da (hem dünyada ham ahirette) ortak olmak istemektedirler. Yani hem dinin tartışılmaz uygulamalarından gocunmakta, ellerini taşın altına sokmaya yanaşmamakta hem de dinin en sadık mü'minleri ile aralarında bir dindarlık farkı olmasını istememekte, bunun için de dinin onları zora sokan amellerini gereksiz gösteren bir dindarlık tanımı geliştirmeye çalışmaktadırlar.
Bu boşuna bir çabadır. Çünkü gerçek dindarlığın tanımını da Kur'ân hiçbirimize bırakmamış, bizzat kendisi yapmıştır: "Ama hayır, Rabbine andolsun ki onlar, (ey peygamber), aralarında anlaşmazlığa düştükleri her konuda seni hakem yapmadıkça ve sonra da senin kararına kalplerinde hiçbir burukluk duymaksızın tam bir teslimiyetle tâbi olmadıkça (gerçekten) inanmış olmazlar." (4:65)