Bu konuda Hz. Peygamber'le ilgili yeterli eser ve çalışma bulunmamasına karşın yine de dönemin edebiyat ve kültür dili olarak Latince hazırlanmış bazı yapıtlarla karşılaşmaktayız. Halk edebiyatında bu çalışmaların Latince yapılmış teoloji çalışmaları kadar olmadığını görürüz. Bu, aynı zaman din savaşlarının da oldukça yoğun olduğu bir dönemdir. Ortaçağ, belki istisnasız her alanda Hıristiyanlığın katı kurallarının uygulandığı, hiç kimsenin itiraz edemediği, ettiği takdirde çok ağır şekilde cezalandırıldığı bir zaman kesiti olarak tarihte yerini almıştır. Bu dönemde Hz. Peygamber'le ilgili çalışmalar doğal olarak yetersiz ve azdır. Bu bağlamda Hz. Peygamber'i Fransızca literatürlerde Mahon, Mahomes, Mahun, Mahum, Mahumet, Almanca literatürlerde Machmet olarak telaffuz ettiklerini görmekteyiz. Bunlar özellikle halk edebiyatında çok kullanılanlardan birkaçıdır. İlk örnekleri Chanson de Roland (Roland'ın Şarkısı) ve XII. yüzyıla ait Historia Karoli et Rotholandi (Karoli ve Kotholandi Tarihi)dir. Hz. Peygamber'i idol olarak ele alan ilk kaynak Cycle de Guillaume d'Orange'dır. Diğer bir ifadeyle bu, kendisine hayran olunan, hayranlık duyulan, takdir edilen, delice sevilen, kendisine tapılan gibi anlamları içerdiğinden burada Hz. Peygamber'e ilahî ve tanrısal güç atfedilmiştir. Oysa Hz. Peygamber'e inananlar yani Müslümanlar O'nu ne ilahlaştırmakta, ne de küçültüp sıradan bir insan yapmaktadırlar.
Avrupalılar Hz. Peygamber'i Ortaçağda kölelerin tanrılarından diğer bir ifadeyle kurtarıcılarından biri olarak kabul etmektedirler. Özellikle bir kurtarıcı olarak görülmesinin sebeplerini yine İslam literatüründe ve Hz. Peygamber'in şahsiyetinde, O'nun üstün ve örnek oluşunda aramamız gerekmektedir. Gerek Hz. Peygamber döneminde, gerekse Ortaçağ Avrupa'sında kölelik devam ettiğinden O'nun köleler, ezilenler, haksızlığa, şiddete, zulme uğrayanların gönlünde şüphesiz ayrı ve çok önemli bir yer tutması bunun önemini daha da artırmaktadır. Bunlara paralel olarak Hz. Peygamber'in tanrı veya bir idol gibi algılandığını XIII. yüzyılda özellikle Kari der Grosse, Karlamagnis Saga, Partonopier und Melieur (Konrad von Würzburg yaklaşık 1277 yılları) da yer aldığını görmemiz mümkündür. O'nun bu konumu, politeizme başkaldırısının bir yansıması ve manifestosudur.
XIII. ve XIV. yüzyıllarda Hz. Peygamber İngilizce literatürlerde de karşımıza bir idol olarak çıkmakta ve Mary Magdalene, Piers Plowman gibi eserler ilk örnekleri oluşturmaktadırlar.
Bu sahada hazırlanmış olan eserlerin büyük bir kısmı, bundan öncekilerden farklı olarak Hz. Peygamber'in daha çok nübüvvetini, Mirac, İsra olayını, namazı, orucu, Hıristiyanlık ve Yahudilikle mukayese ederek ortaya koyar. Yine bunlara paralel olarak O'nun ahiret ve kıyamet günüyle ilgili hadislerinin kritiği ve değerlendirmelerini içeren eserler de bulunmaktadır. Belirttiğimiz konulara La vie de Muhammed (Hz.Muhammed (sav)'in Hayatı) ve yine Eschiele Hiahomet, Suala Mahomete, Escala de Mahoma (Hz.Muhammed (sav)'in Miracı) vs. yapıtlarda rastlamak mümkündür.
Aynı dönemde ele alınan eserlerin bazılarında özellikle Brunetto Latini, Livre dou Tresor adlı yapıtında (yaklaşık 1268) Hz. Peygamber'i, Hıristiyanlığın kabul ettiği bir din adamı olarak ele alır ve o şekilde lanse eder.
MODERN DÖNEM
Ortaçağ Avrupa'sında Hz. Peygamber'le ilgili gerek yazılı gerek sözlü kaynaklar çok az olduğundan ele alınan konular da oldukça sınırlı kalmıştır. Özellikle bunların az oluşu matbaanın daha henüz icat edilmemesiyle de paralellik arz eder.
Bu dönemde yapılan çalışmaları genel olarak iki konu başlığı altında ele almamız gerekmektedir:
Bu dönemde Hz. Peygamber'in aleyhine yapılan çalışmalar daha önce lehine yapılan çalışmaları gölgelemek, O'nun şahsiyetini, kimliğini, misyonunu karalamak bunun da ötesinde Kilisenin egemenliğini koruma düşüncesine dayanıyordu. Özellikle Hıristiyan ilahiyatını reddeden ve Hıristiyanlığın yanlışlığını, tutarsızlığını deklare eden kişi olarak lanse ediliyordu.
Hz. Peygamber ve İslam'ın aleyhinde hazırlanan eserlerin içeriği genel olarak şu konuları kapsar:
a.İslam dini batıldır ve gerçek değildir.
Özellikle St.Thomas d'Aquine'in Hz. Peygamber'in peygamberliliğini kabul etmemesi ve İslam'ın delil ve iddialarının zayıf olduğunda ısrar etmesi, Hz. Peygamber'in başkalarını Müslüman yapmak için askeri gücünden istifade ettiğini iddia etmesi, bu muhalefetin ne kadar ciddi boyutlarda olduğunu açıkça belirtmektedir.
b.İslam'ın kılıç ve şiddet dini olduğunu söylemeleri.
Yine burada St. Thomas başta olmak üzere bazıları Hz. Peygamber'i, dinini askeri kuvvetle, zorla yaydığı düşüncesindeydiler. Bu konuda Müslümanların dinlerini şiddetli savundukları, nerede iktidarı ellerine geçirirlerse kendi dinlerine karşı propaganda yapan herkesin merhametsizce öldürdükleri söyleniyordu.
c.Diğer bir kötü imaj İslam'ın nefse düşkünlük dini olduğunun vurgulanmasıdır.
Bu konuda en çok İslam'da evliliği örnek göstermekteydiler. Hatta bunu savunmak için Kur'ân âyetlerini genellikle yanlış tercüme ediyorlardı. İslam'ın yanlış lanse edilmesinin diğer bir amacı Hz. Peygamber'in İsa'ya karşı olduğunun ortaya koyulmasıydı. Hatta İslam'ın Hıristiyanlıktan bozma olduğunu savunan Yunan ilahiyatçılarının görüşlerini desteklemekte ve benimsemekteydiler. Bu bağlamda Müslümanlar kafir sayılıyorlardı. Tüm bu reaksiyonlara rağmen yine de Kur'ân tercümesi, bibliyografya çalışmaları devam etmiştir. Hz. Peygamber'in aleyhine hazırlanmış eserlerin ele aldıkları konuların başında onun «yıkıcı, yalancı, yanıltıcı» birisi olduğu gelir. Bu eserlerin yazılış tarihleri ve yazarlarının bazıları şunlardır:
Alexander Rose, A View of the Religions of the World (1653)
Humphrey Prideaux, The True Nature of Imposture Fully Displayed in the Life of Mohammad (1697)
David Jones, A Complete History of The Turks (1701)
Simon Ockley, The History of the Saracens (1708)
P. Samuel Bush ve Samuel Green, Life of Mohammad (1830 ve 1840) George Sandys, A Relation of a Journey Begun At. Dom (1610)
Sir Thomas Herbert, Some Years Travels into Diverse Parts of Asia and Africa (1638)
James Bruce, Travels to Discover the Source of the Nile (1790)
Hz. Peygamber'in, Kur'ân ve İslam'ın yanlış imajının yanında bizzat Avrupalıların kendilerinin olumlu görüş ve düşüncelerini içeren eserler de bulunmaktadır.
O'nun misyonunu takdir edenler şunu itiraf etmektedirler. İslam'ın Avrupa'da yayılması çoğu zaman bir istila şeklini almadığı gibi sömürgecilik şeklini ise hiç almamıştır. Blasco Ibanez bunu A l'ombre de la Cathedrale (Kilisenin Gölgesinde) adlı yapıtında şöyle belirtir: "Milletlerin gerçek büyüklüğünün dayanağı olan vicdan özgürlüğü prensibi Müslümanlar için değerli ve önemliydi. Yönetici oldukları şehirlerde Kilise'yi de Sinagogu da kabul ediyorlar, yani onlara dokunmuyorlar, yıkmıyorlardı."
Haçlı seferlerinin vahşetini ve gerçek yüzünü ortaya koyan Stendal "Doğu karşısında asıl barbar olanlar bizdik. Çünkü geleneklerimizde asil olan ne varsa hepsini Haçlı Seferlerine ve İspanya Müslümanlarına borçluyuz." der.
Hz. Peygamber'in şahsiyeti, misyonu, İslam'ın hoşgörüsü, toleransı ve müsamahalı bir din olduğunu, Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe karışmadığını, Hz. Muhammed (sav)'in basireti, hikmet ve tezahürleri sayesinde söylediklerinin hepsinin doğru olduğunu ve etrafındakileri etkilediğini, Kur'ân'ın hikmet dolu kutsal eser olduğunu, Hz. Muhammed (sav)'in hakiki bir peygamber olduğunu ve bunda da hiçbir şek ve şüphenin olmadığını, Müslümanların hiç kimseye zorla dinini değiştirmeyi amaç edinmediklerini Avrupalılar itiraf etmektedirler. Bu sahada hazırlanmış daha pek çok eserler vardır.
Bu çalışmaların çoğu Rönesans'tan sonra hazırlanmıştır. Bunlar Latince ele alınmış olup ilki Guillaume Postel'in De Orbis Terrae Concordia diğeri Jean Bodin'in Heptaplomeres'idir. Özellikle Osmanlıların XVII. yüzyıldan sonra başlayan Gerileme Dönemiyle birlikte Hz. Peygamber'in bu dönemde Avrupa'daki imajı da değişmiş, O'nun kişiliği, kimliği ve misyonu daha da belirginleşmeye başlamış, özellikle hukuk ve adalet vasfı ön plana çıkmıştır. O günün Avrupalılarının bu kavramlara ne kadar muhtaç olduklarını tarihsel olarak da unutmamak gerekir. Yine bu dönemlerde yalnız Hz. Peygamber'le ilgili değil İslam ve Kur'ân'la ilgili çalışmaların hızlandığını diğer bir ifadeyle daha önce kabul etmedikleri bazı konuları, düşünce ve kültürleri Avrupalıların benimsediklerini görmekteyiz. Meşhur İngiliz Oryantalist George Sale'ın Preliminary Discourse'unu bu yapıtlar arasında saymamız mümkündür.
Rönesans'tan sonra Avrupa'da Hz. Peygamber'in biyografisiyle ilgili en ciddi ve kapsamlı çalışma 1730 yılında ölümünden sonra Londra'da yayınlanan Boulanvilliers'in La Vie de Mahomet adlı eseridir. Bu eser aynı zamanda Modern Dönem Avrupa'sında ele alınmış ve yine o dönemin en büyük yapıtlarından biri olma özelliğini de taşımaktadır. Çünkü o, Peygamber'i bir kanun koyucu, bir fatih, toleranslı bir devlet başkanı olarak anlatır. Hz. Peygamber'le ilgili düşünce ve görüşler yalnız halk arasında değil düşünürlerde de yer almaya başlamıştır. Bunun en belirgin örneğini bu dönemin meşhur düşünürü Leibniz'in (1646-1716) Theodizee'sinde de rastlamak mümkündür. O yalnız İslam'ın ortaya çıktığı coğrafyada değil, artık Avrupa'da da kendinden bahsettiren bir Peygamber'dir. Leibniz'e göre Hz. Peygamber tabii dine karşı gelmediği gibi aynı zamanda onu savunmuştur.
Hz. Peygamber'in imajını Ortaçağ, Rönesans ve Aydınlanma dönemi Avrupa'sında olumlu ve olumsuz yönleriyle ve bu sahada hazırlanmış ilk eserlerle sunmaya çalıştık. Her şeye rağmen O'nun şahsiyeti, kişiliği, nübüvveti Müslümanlar tarafından olduğu gibi Avrupalılar tarafından da artık kabul edilmektedir.