Hac malî ve bedenî bir ibadet olduğu gibi dünyevi ve uhrevi boyutları da olan bir ibadettir. O, bir taraftan maziye yapılmış ibretli bir yolculukken diğer taraftan da geleceğe yapılacak yolculuk için çizilecek hikmetli bir yol haritasıdır. Hac mümine, İslam’ın muhteşem geçmişini hatırlatır. Güzel ahlakıyla ve faaliyetleriyle dünyayı aydınlatan Peygamberimiz ve güzide ashabı ile onlara en güzel şekilde tâbi olan kutlu insanların yaptığı fedakârlıkları ve kahramanlıkları hatırlatır. Öte yandan Arafat vakfesi insana ahiret hayatını, bütün ölülerin dirilip beyaz kefenler içinde mahşerde toplanmasını hatırlatır. Mahşerde hesabı ve peşinden sevkıyatı bekler gibi hacılar da o gün güneşin batmasını ve ardından Müzdelife istikametinde hareket için emir verilmesini bekler, o heyecanı yaşar.
Hac aslında manevi ve derûni bir tecrübedir. Çünkü diğer ibadetlerde olduğu gibi hac ibadetinde de aslolan, aklileştirme değil içselleştirmedir. Müslümanların maneviyatını kuvvetlendirip morallerini takviye ederek onların izzet ve şerefini artıran, sorumluluk bilincini geliştiren en önemli ibadetlerden biridir. Diğer yönüyle hac, zorluklarıyla insanı sabra ve tahammüle alıştırır, insanın disiplin ve emirlere uyma şuuru kazanmasına vesile olur. Müminin Rabbi karşısında mütevazı kulluğunu açığa vurmasının en yoğun yaşandığı ortam hacdır. Çünkü giydiği ihram elbisesiyle bir yandan her türlü dünya lüks ve gösterişini dışladığını gösterirken diğer yandan da Rabbine karşı hangi ölçüde muhtaç olduğunu hisseder.
Bir başka yönüyle hac; renk, dil, ırk, ülke, kültür, makam ve mevki farkı gözetmeksizin aynı amaç ve gayeleri taşıyan milyonlarca Müslümanı bir araya getirerek Müslümanlar arasındaki eşitlik ve kardeşlik bilincinin oluşmasına imkân veren evrensel bir olaydır. İslami bilinçlenmeye, imanın aksiyona geçirilmesine, manevi kirlerden arınmaya, gönlü bütün safiyeti ile Yaratıcı'ya açmaya vesile olur.
Beş vakit namazda yöneldiğimiz Kâbe ile karşı karşıya gelmek, onun etrafında tavaf etmek, bizzat onu görerek namaz kılmak insanın iç dünyasında büyük değişmelere ve gelişmelere vesile olur. İnsan, inanç kökleri ile olan bağlantısını adeta soyuttan somuta dönüştürerek kuvvetlendirir. Hz.İbrahim (as)’den beri devam eden dinî anlayışla ilgili anılar tazelenir.
Hac insana hayatta yeni ve beyaz bir sayfa açma imkânı verir. Hacca giden kişi, Hz. Peygamber’in, makbul bir hac yapan Müslümanın anasından doğmuş gibi günahlarından arınmış olacağına dair müjdesini fırsat bilerek birtakım kötü alışkanlıklarını, hatalı davranışlarını terk etme, bu konuda Allah’a söz verme ve hayatını yeniden şekillendirme imkânına da sahip olur. “Usûlünce yapılan haccın karşılığı cennetten başkası değildir” (Müslim, “Hac” 437) hadisi de Müslüman için önemli bir mesajdır.
Hepimiz hacca, biraz da ruh ve duygularımızın kirlenmiş olduğu düşüncesiyle gider ve o güne kadar tanımadığımız farklı bir kapıdan, ayrı bir mânâ alemine açılıyor gibi yola revan olur ve ulu dağların mehabeti içinde gözümüzü, gönlümüzü dolduran bunca İslam alameti karşısında, daha yoldayken Kâbe ve haccetme ruhunun perde perde sıcak ve derin esintilerini duymaya başlarız. Bu kudsi yolculuk ve yol düşüncesi her zaman his dünyamıza öyle bir duyuş ve bir seziş kabiliyeti bahşeder ki adeta kendimizi ahiretin koridorlarında yürüyormuşçasına hep tedbirli ve temkinli hissederiz.
Kâbe'nin hepimizde ürperti hasıl eden, gönüllerimize sinmiş olanca büyüklüğü ve derinliğinin yanında bizi büyüleyen bir tarafı vardır. Hemen herkes onun harîmine sığınır sığınmaz zaten ruhlarında var olan his ve düşünce enginliğinde daha bir derinleşerek Kâbe'ye kavuşmanın büyük mutluluğu ve şükrü içinde Rabbine el açarak gözyaşları ile istiğfarda bulunur.
Kâbe’deki bu derinlik ve zenginlik sayesinde oradaki hemen her şey diğer zamanlarda olduğunun üstünde hac duygusuyla renklenince bir başka ihtişamla insanın ruhunu etkileyerek her şeyin ne kadar anlamsız olduğu daha iyi anlaşılır. Orada saat ve dakikalar o kadar anlamlıdır ki mutlaka her anı iyi değerlendirmek gerekir. Rahmân’ın misafiri olan hacı, yüzünü Kâbe’ye çevirirken gönlünü de Allah’tan başka her şeyden çevirerek ihlasla af için Rabbine nihai başvurusunu burada yapar. Burası affedilmeden ayrılmama noktasıdır.
Hakk’a yürüyen hacıyı bekleyen bir de “Arafat” vardır. Arafat’ın öyle bir nuraniliği ve orada yaşanan zamanın öyle bir derinliği vardır ki o mekânda bir kere bulunma bahtiyarlığına ermiş ruh, uhrevileşip bize varlığımızın gayesini hatırlatır. Arafat'ta insan duanın, yakarışın, iç çekiş ve iç döküşün en ürperticilerine şahit olur. Arafat bir yandan insanın dünyaya ayak basışını, diğer yandan ise kıyamette Allah’ın huzurunda bekleyişimizi hatırlatan bir Arasat meydanıdır. Sabahtan akşama kadar heyecanla, korku ve ümit arası bir bekleyiştir. O, müminin, Rabbi’nin huzurunda imanla, sebatla, umutla gerçekleştirdiği bilinçli bir duruştur. Dilleri, ırkları, tenleri, renkleri, kültürleri ve coğrafyaları farklı olmasına rağmen inançları, duyguları, dertleri, dilekleri ve duaları aynı olan milyonların yürekleri ve yanık yakarışları vardır bu duruşta. İnsan bu duruşuyla hiçbir zaman unutamayacağı edalara ulaşır. Hakk'ın rahmetinin sağanak sağanak gönüllere boşaldığı Arefe gününde dünyaya ait her şeyden sıyrılarak affolunacağını uman Müslüman bu bir tek günü, senelerin varidatını elde edebilecek şekilde değerlendirir.
Şunu belirtelim ki hac, ruhun Allah’a yükselişini temsil ettiğinden Kâbe hedef değil belki sonsuzluğa ve bu manevi atmosfere geçişin başlangıcıdır. Kendini Kâbe’nin çevresinde dönme büyüsüne kaptıran ruhlar uhrevileşerek vuslata tırmanır gibi Ma’buduna ulaşır. İşte bu noktaya ulaşan ruhun eda ettiği hac, öyle bir coşturur ki en inanılmaz, en erişilmez lezzetler yaşatır. Dünyada, kâbe ve çevresi kadar daha cazip bir başka yer göstermek mümkün değildir. İnsan onun harîminde her zaman efsanevi bir güzelliğe şahit olur. Bu semavi yolculuk vesilesiyle insan hayatında yeni bir sayfa açılır. Oralara yüz sürme talihini yaşayan ruhlar ebediyen başka bir ibadet mahalli aramazlar.