Sahabenin Kur'ân Kardeşliği

30 Temmuz 2018

Kur'ân'da Kardeş Kavramı

Kur'ân kardeş/kardeşlik karşılığı olarak 'ahh'/kardeş kelimesini kullanıyor. Bu da Kur'ân'da tekil ve çoğul, eril ve dişil olarak 96 ayette geçiyor.

Bunların bir kaçı hariç diğerleri bildiğimiz kardeş anlamındadır. Kur'ân, Adem’in iki oğlundan, Hz. Musa ve kardeşi Harun'dan, Hz. Yusuf ve hata yapan kardeşlerinden, miras taksiminde kardeşlerin ve kız kardeşlerin paylarından bahsedilirken, haram evlilikler sayılırken, hesap gününde kişinin kardeşinden kaçacağı anlatılırken 'kardeş' kelimesi kullanılıyor. [1]

Bazı peygamberlerin kavimlerinden bahsedilirken 'şu peygamberin kardeşleri' diye söyleniyor. [2] Kur'ân, saçıp savuranlar "şeytanın kardeşleri olurlar" diyor. [3]

Müslümanlar Dinde Kardeştir

“Müminler sadece kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle davranın ki O'nun merhametine mazhar olasınız.” [4]

Yani nesepte değil de dinde ve haklarının sayıldığı (hürmet konusunda) birbirlerinin kardeşidir. Bundan dolayı din kardeşliği nesep kardeşliğinden daha sağlamdır denilmiştir. Zira nesep kardeşliği din farklılığından dolayı kesintiye uğrar, ama din kardeşliği nesep farklılığından dolayı kesintiye uğramaz.

Baştaki edat, mü'minlerin kardeşliği dışındaki her tür ihtimali kategorik olarak dışlar. Bu kardeşliğin tek çimentosu vardır: İman. Şu halde iman çözülmeden bu kardeşlik çözülmez. [6]

Zannın bir kısmının kötülüğünü anlatan ayet, Müslümanın Müslümanı gıybet etmesini "ölmüş kardeşinin etini yemek" diye nitelendiriyor. [7] Burada "ehh-kardeş" kelimesinin din kardeşi manasında kullanıldığı açıktır.

İnsanları Allah yolundan alıkoymak için elinden geleni yapan ve müminlerle yaptıkları anlaşmalara uymayan inkarcılar için şöyle deniyor: "Ama yine de tevbe eder, namazı hakkıyla kılarlarsa ve arınma için gerekli yükümlülükleri yerine getirirlerse onlar da artık din kardeşleriniz sayılırlar..." [8]

Allah yetimlerin mü'minlerin kardeşleri olduğunu söylüyor. [9]

Evlatlıklar da gerçek çocuk değil dinde kardeştir: "(Evlatlık aldığınız çocuklara gelince), onları (gerçek) babalarının isimleri ile çağırın: bu, Allah nezdinde daha adaletli (bir davranış)tır; eğer babalarının kim olduğunu bilmiyorsanız, onları din kardeşleriniz ve arkadaşlarınız (olarak görün)..." [10]

Bu Ayetin Bulunduğu Ortam

Mü'minlerin kardeş olduğunu söyleyen ayet, çarpışan iki grup Müslümanın arasını bulma ile ilgili ayetten sonra geliyor. "Şu halde mü'minlerden iki grup çarpışırlarsa, aralarını bulun. Fakat bir taraf diğer tarafın hakkına saldırırsa, siz de o haksız taraf ile Allah'ın emrine dönünceye kadar çarpışın. Ama eğer (saldırganlıktan) vazgeçerlerse, tarafların arasını adaletle ayırın ve (bunun için gerekirse) fedakarlıkta bulunun. Çünkü Allah (barı için) fedakarlık edenleri sever.” [11]

Hucurat Süresi muhtemelen hicretten sekiz sene sonra indi. Sure önce sahabe ile Peygamber arasındaki ilişkileri, arkasından da İslam cemaatinin bireyleri arasındaki ilişkileri ele alıyor. Yalan haber üreten ve yayanları cemaatinin güvene dayalı yapısını tehdit eden tehlikeli unsurlar olarak işaretler. Bu tür problemlere karşı en büyük tedbir iman kardeşliğidir. Kardeşin kardeşi küçük görmesi, alaya alması, aşağılaması ve küçük düşürmesi bizzat kendisine haksızlıktır. Bir Müslüman kardeşi hakkında yanlış düşünmesi (zan altında bulundurması), onların sırlarını deşifre etmek için öğrenmeye çalışmak, gıybet etmek yeriliyor. İman kardeşliğinden yola çıkılarak, söz en geniş kardeşlik zemini olan 'insan kardeşliğine' getiriliyor. [12]

Bu evrensel ilkeye göre bütün insanlar bir anne babadan meydana gelmişler, birbirlerini tanıyabilmeleri için farklı ırk ve kabileler halinde yaratılmışlardır. Allah katında en değerli insan O'na karşı sorumluluk bilinciyle davranan kimsedir. [13]

Hz. Peygamber pek çok hadiste Müslümanların, özelde sahabelerin kardeş ve birbirlerine karşı görevleri olduğu, bu kardeşliğin nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda pek çok sayıda hadis buyurdu. Bu da müminler arası ilişkilerin nübüvvetin başından beri kardeşlik esasına bağlı olduğunu gösterir.

Hadislerde Kardeşlik Vurgusu

Hz. Peygamber pek çok hadiste Müslümanların, özelde sahabelerin kardeş ve birbirlerine karşı görevleri olduğu, bu kardeşliğin nasıl yürütülmesi gerektiği konusunda pek çok sayıda hadis buyurdu. Bu hadislerin ne zaman söylendiği tam tespit etmek zor olsa da hepsinin "mü'minlerin kardeş olduğunu" ilan eden ayetten sonra söylenmediği rahatlıkla ileri sürülebilir. Bu da müminler arası ilişkilerin nübüvvetin başından beri kardeşlik esasına bağlı olduğunu gösterir.

Hz. Peygamber buyurdu ki: "Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter." [14]

"Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinizin aleyhine alışverişi kızıştırmayınız, birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinize sırt çevirmeyiniz, birinizin alış-verişi üzerine alışveriş yapmayınız. Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçük görmez. Üç defa göğsünü işaret ederek: Takva buradadır. Kişiye kötülük olarak Müslüman kardeşini küçük görmesi yeter. Müslümanın her şeyi Müslümana haramdır. Kanı, malı, ırz ve namusu." [15]

"Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize buğzetmeyiniz, birbirinizin iyi olsun kötü olsun gizliliklerini araştırmayınız, birbirinizin aleyhine alışverişi kızıştırmayınız. Ey Allah'ın kullan kardeş olunuz." [16]

Rasûlullah (sav) sahabelerine kardeş olmalarını emrediyor. "Birbirinize buğzetmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinize arka çevirmeyin; ey Allah'ın kulları, kardeş olun. Bir Müslümana, üç günden fazla (din) kardeşi ile dargın durması helal olmaz." [17]


Müslümanlar Birbirlerinin Velisidir

Kur'ân din kardeşliğinden daha öte önemli bir konunun daha üzerinde duruyor. Müslümanların arasında olması gereken 'velayet' ilişkisi, birbirlerine 'veli' olma gerçeği.

Kur'ân'ın mü'minlerin birbirlerinin velisi olduğunu vurgusu da onların arasındaki kardeşliğe işaret ediyor. Zira veli kavramı kardeşlikten öte sevgiyi, ilgiyi, yardımı, birlikteliği ve yakınlığı ifade etmektedir.

Velilik (velayet); arkadaşlık, niyet, yer, zaman, din ve nisbette yakınlıktır. Buna yardımda, inançta tam bir yakınlık, yardım etme ve işini üzerine alma, müttefik ve destek olma manaları da eklenmiştir. [18]

"Erkek ve kadın müminlere gelince, onlar birbirlerinin velileridir: (hep) iyi ve doğru olanın yapılmasını özendirir, kötü ve zararlı olanın yapılmasına engel olurlar..." [19]

Veli olmak, veli olunan üzerinde hak ve yetki sahibi olmayı gerektirir. Bu da velayetin özünde olan her açıdan onun iyiliği için çalışma, onun için gerekli yardımı yapma yetkisidir.

Tıpkı velisi olduğu anne-babanın çocuklan karşısındaki durumu gibi.

Bu bağlamda öncelikle Peygamber’in sahabeleri, Mekkeli ve Medineli veya başka şehirlerden olsun, hepsi de birbirlerinin velileri, birbirlerinin yardımcısı, dostu, seveni ve müttefiki idiler. Sahabeler Kur'ân'ın işaret buyurduğu İslami velayetin bütün gereklerini yerine getirerek örnek bir nesil ve toplum kurdular.

Kur'ân sahabelerin birbirlerine karşı sırdaş/ müttefik (bitane) olduklannı da söylüyor.

"Ey iman edenler! Sizden olmayan kişileri sırdaş (bitâne) edinmeyin. Onlar sizi yoldan çıkarmak için ellerinden gelen hiçbir çabayı esirgemezler ve sizi sıkıntıda görmekten hoşlanırlar. Şiddetli öfke ağızlarından taşmaktadır; kalplerinde sakladıkları ise daha da kötüdür..." [20]

Kur'ân'ın ilk muhatabı sahabeler olduğu için bu öncelikle onlar hakkında geçerlidir. Onlar bu uyarıları dinleyerek Müslümanlara işkence ve zulüm yapan, onları ortadan kaldırmak için silaha sarılanları dost edinmedikleri gibi, Müslümanların aleyhine olabilecek bir ittifaka da katılmadılar. Müslümanların sırlarını düşmanlara vermediler.

Sahabeler Daru'l-Erkam'da buluştuklarını kimseye söylemiyor, bir Müslümanın aleyhine olabilecek hiç bir şey yapmıyor, hiç bir açıklamada bulunmuyorlardı. Müslümanlara adeta nefes aldırmayan baskı ve işkence döneminde bu dayanışma, birbirlerini gözetip kollama daha da kuvvetlendi. Onlarla birlikte işkencelere ve zorluklara maruz kaldılar.

1- Kur'an Kardeşliğinin Seyri

a- Mekke Dönemi

Sahabenin Kur'ân kardeşliğinin Hicretten çok öncesinde, davetle ile birlikte başladığını söyleyebiliriz. Mekke' de Peygamberin davetin icabet edip Müslüman olanlar birbirlerinde haberdar oluyorlardı. Süreç içerisinde Daru'l-Erkam'da gizlice buluşuyorlar, Peygamber’i dinliyorlar, birbirlerinden güç ve destek alıyorlardı. Peygamber o dönemde bile yeni Müslüman olanlara İslam’ı öğretecek mürşidler gönderiyordu. Hz. Ömer'in Müslüman olması esnasında kız kardeşinin evine gelen Habbab ibni Eret, Akabe biatlarından sonra Medine'ye gönderilen Mus'ab ibni Umeyr, Müslüman olduktan sonra kabilesini irşad için görevlendirilen Ebu Zer bunlardan birkaç tanedir.

Sahabeler Daru'l-Erkam'da buluştuklarını kimseye söylemiyor, bir Müslümanın aleyhine olabilecek hiç bir şey yapmıyor, hiç bir açıklamada bulunmuyorlardı. Müslümanlara adeta nefes aldırmayan baskı ve işkence döneminde bu dayanışma, birbirlerini gözetip kollama daha da kuvvetlendi. Onlardan bir kısmı aileleri razı olmasa da, hatta onları evlatlıktan reddetme tehditlerine rağmen mü'minlerin safında yer aldılar. Onlarla birlikte işkencelere ve zorluklara maruz kaldılar.

Mekkeli müşrikler peygamberliğin 7, 8 ve 9. yıllarında Müslümanlara uygulanan boykot döneminde onlar kardeşliğin en güzel önemini verdiler. Ellerindeki imkanları paylaştılar. Cesaretlerini ve direnişlerini birbirlerine ışıdılar. Haklı davayı birlikte savundular, zorluklara birlikte katlandılar. Bu amansız zor şartları az sayıdaki Müslümanlar aralarındaki yardımlaşma sayesinde atlattılar. İmanlarından taviz vermedikleri gibi müşriklerin isteklerine boyun eğmediler.        

b- Habeşistan'a Hicret

Mekke'de sahabeler arasındaki kardeşliği Habeşistan'a hicrette de görüyoruz. Onlar her iki hicrette de birlikte hareket ettiler. Uzun ve yorucu yolculuktan sonra kendilerine yabancı olan bir diyara gittiler. O kadar gizli hareket ettiler ki bir kısmı aileleri ile göç ettikleri halde Mekkeli müşrikler farkında olamadılar. Habeşistan'da da birbirlerine destek oldular, imkanlarını paylaştılar, dert ortağı oldular, dinlerini birlikte temsil ettiler. Cafer ibni Ebi Talib onları savunurken hep birlikte arkasında yer aldılar. Kendilerine orada oturma izni verilince Habeşliler arasında adeta Müslümanlardan oluşan bir toplum/koloni kurdular. Dürüstlük ve iyi komşuluk ilişkileriyle mevcut toplumun takdirini kazandılar. [21]

c- Büyük Hicret Dönemi

Mekkelilerin mü'minlere uyguladıkları baskı, şiddet, işkence ve boykot dayanılmaz boyutlara ulaşınca daha güvenli bir yer bulma ihtiyacı belirdi. Peygamberliğinin onuncu yılında İkinci Akabe biatında Medineli Müslümanlar, Peygamberi malları ve canları pahasına koruyacaklarına, emirlerine uyacaklarına, her türlü yardımı yapacaklarına, hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden Allah'ın yolundan gideceklerine farkında olarak söz verdiler. [22]

Bunun üzerine Mekkeli Müslümanlar teker teker, bölük bölük, bazen ailecek, bazen açıktan, bazen gizlice Medine'ye hicret ettiler. En sonunda da Peygamber Hz. Ebu Bekir'le birlikte hicret etti. [23]

d- Hicretin Sonucu

Müslümanlar Mekke'de iken, oradaki site devletinin vatandaşları idiler. Hukuk yönünden mevcut otoriteye bağlıydılar. Putperest olan otorite sahipleri ise, ataları adına uydurdukları din ve sistemle insanlara hükmediyorlar. Hz. Muhammed (sav)'in daveti ise onların izni, kontrolü dışında bir gelişmeydi. Üstelik O'nun davet ettiği Din, onların atalarının dinini ve o dine ait hayat anlayışını, kurulu düzeni reddediyordu.

Bu açıdan Müslümanlar dinlerini rahatlıkla yaşayamıyorlar, İslami tebliği başkalarına rahatlıkla ulaştıramıyorlardı. İslam'ı, sosyal ve uygulama planında topluca yaşamak mümkün değildi. Çünkü düzenin başındakiler putperestti ve onlara her konuda karışıyorlardı. Mekkeli yetkililere göre Müslümanlar kendilerinin bir parçasıydı, dolayısıyla onlardan izinsiz başka dine inanıp, başka hayat şekli seçemezlerdi.

Hicretle onlar barınacak bir yurt buldular. Orada kendi hakimiyetlerini ve hukuki varlıklarını kurdular. Mekkeliler karşısında bir taraf oldular. Toplumsal bir güç haline geldik- ten sonra kendilerine saldıranlara karşı koyma iznine kavuştular. Hicret öncesi varlıkları fiilî bir varlık iken Hicret sonrası hukuki bir varlık oldular.

Hz. Peygamberle birlikte Hicret destanını yazan güzel insanlara Kur'ân "Muhacir" diyor ve onları övüyor: “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” 

Muhacir: İmkanların tükendiği yerden imkanların üretileceği yere göç eden Mekkeli mü'minlerdir. [25] Sahabenin bunu kardeşlik şuuruyla birlikte yaptıklarını görüyoruz.

2- Muhacir-Ensar Kardeşliği

Muhacir kime denir?

Hz. Peygamberle birlikte Hicret destanını yazan güzel insanlara Kur'ân "Muhacir" diyor ve onları övüyor: “Şüphesiz iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler; işte onlar, Allah'ın rahmetini umabilirler. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” [24]

Muhacir: İmkanların tükendiği yerden imkanların üretileceği yere göç eden Mekkeli mü'minlerdir. [25] Sahabenin bunu kardeşlik şuuruyla birlikte yaptıklarını görüyoruz.

Ensar kime denir?

İslam kültüründe Ensar kavramı özel olarak, Hz. Peygamber'i ve haksız yere yurtlarından çıkarılan Muhacirleri barındırmak ve korumak suretiyle onlara emsalsiz yardımlarda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) Müslümanlara Kur'ân'ın verdiği övücü sıfattır. İki ayette Muhacir ile birlikte geçiyor.

“(İslam dinine girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikle tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.” [26]

Haşr Süresi'nin 9. ayetiyle Enfal 72 ve 74. ayetlerinde 'Ensar' kelimesi zikredilmemekle birlikte Hz. Peygamber'e ve Muhacirlere yaptıkları hizmetler belirtilerek kendileri övülüyor.

"İman edenler, hicret edenler ile (Muhacirleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü'minler bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır." [27]

Kur'ân ayrıca Ensar ve Muhacir ayrımı yapmadan birçok ayette Peygamber'e iman edip O'na yardım eden sahabilerden övgüyle söz etmektedir. Şüphesiz ki bu gibi ayetler, sahabilerin büyük bir bölümünü meydana getiren Ensarı da içine almaktadır.

Ensar, Akabe biatlarında Peygamber'e verdiği sözü tutarak, Muhacirleri barındırdı, Müslümanlara ve Medine'ye saldıran düşmanlara karşı mücadele ettiler. Bu uğurda hiçbir fedakârlıktan çekinmediler. Mallarını ve canlarını ortaya koydular. Bütün zor anlarda desteklerini sürdürdüler, geri adım atmadılar ve Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmadılar. Ensar, Peygamber’e ve O’nun davasına hayatı boyunca destek oldukları gibi O'nun vefatından sonra da Allah yolunda çalışmaya devam ettiler.

Onların hayatında İslamî çalışmaların bütün yönlerini, fedakârlığın, cömertliğin, yiğitliğin, kardeşliğin, Peygamber'e bağlanmanın, emre itaat etmenin, anlaşma ve işbirliğinin, diğer mü'minleri sevmenin, onlara yardım etmenin, onları kendi nefsine tercih etmenin (Îsar'ın), ilme düşkünlüğün bütün güzel örneklerini bulabiliriz.

Vahiy sadece Muhacir ve Ensarı kardeş yapmakla kalmamış, Ensarı meydana getiren Evs ve Hazrec kabilelerinin uzun yıllar süren savaşlarını ve kan davalarını da sona erdirdi. Bütün bunlar vahyin gücü, Peygamber’in tatlı dili, insanları bir arada tutmadaki olağanüstü başarısı ile gerçekleşti.

Ensar-Muhacir Kardeşliğine İhtiyaç

Mekke'den Medine'ye hicret etmek zorunda kalan Müslümanların öncelikle yerleşme sorunları vardı. Onlardan küçük bir grup Medine'deki akrabalarının yanına yerleşse, Sa'd ibni Hayseme gibi henüz bekar olan Ensardan bazıları evlerini Muhacirlere açsalar bile büyük bir bölümünün henüz ne evleri, ne işleri, ne de işleyebilecekleri arazileri yoktu. Bazıları ise Muhacirler ev yapabilsinler diye onlara arsa bağışladılar. Buna rağmen bu kadar kişinin kısa zamanda yerleştirilmesi, ekonomilerinin canlanması, Medine'deki hayata alışabilesi kolay bir şey değildi ve bir sürece ihtiyaç vardı.

Muhacirlerin barınma, geçinme ve çalışma gibi sorunlarına çözüm bulmak amacıyla Peygamber Muhacir ile Ensar ileri gelenlerinin katıldığı geniş bir toplantı yaptı. Bu toplantıda kolay, uygulanabilir ve somut çözümler üzerinde duruldu. Bu çözümlerden birisi Medineli maddi durumu yerinde olan her Ensar, Muhacir ailelerinden birini yanına alacaktı. Kardeşlik anlaşmasına göre birlikte çalışacaklar ve elde ettikleri geliri paylaşacaklardı. Hatta birbirlerine mirasçı bile olabileceklerdi. (Bu izin daha sonradan miras ayetiyle kaldırıldı.) Beraber çalışıp geliri bölüşeceklerdi. Burada herkesin onayı alındıktan sonra uygulamaya geçildi. Bazı kaynaklara göre böylece 180 kadar Mekkeli aile Medineli ailelerin yanına yerleştirildi. Bu yerleştirme rastgele olmadı, inceleme sonucu, birbiriyle uyum sağlayabilecekler kardeş yapıldı.

Bu işleme "muâhat" denildi. [28]

Muhacirler Ensarın bu iyiliğini hiçbir zaman unutmadılar. [29]

Bu olayda Ensarın çabasını ve ciddiyetini şu örnekle görmek mümkün: Onlardan bir kısmı Peygamber'e dediler ki: "Hurma ağaçlarımızı bizimle Muhacir kardeşlerimiz arasında paylaştır." Peygamber bunu kabul etmedi.

Muhacirler de: "Bize sadece rızık olarak yeter, meyvelere ortak olalım yeter." Ensar da "İşittik ve itaat ettik” dediler. [30]

Abdurrahman ibni Avf'a kendisiyle kardeş olduğu Ensardan Saad ibni Rebi' şöyle demiş: "Ben Ensarın en zenginiyim. Malımı ortadan ikiye taksim edeyim. İki hanımım var, bak, hoşuna gideni boşayayım, onunla evlen." Abdurrahman ibni Avf: "Allah sana malında bereket ve ailene selamet versin. Sen bana sadece şehir çarşısına nereden gidilir, onu söyle" dedi. O da ona Kaynuka çarşısını gösterdi. O çarşıya gitti. Borç ile bir mal aldı ve ticarete başladı. [31]

Bu kardeşlik sayesinde Muhacirlerin geçinme ve barınma sorunları halledilmiş, evlerini terk etmenin hüznü azalmış, kalplerine iyilik ve sevgi tohumları atılmış, Medine ekonomisine farklı bir canlılık gelmişti. Bu kardeşlik tarihte eşi ve menendi bulunmayan iyilik, yardımseverlik, kadirşinaslık, ictimai dayanışma, mürüvvet konularında mükemmel örnekler ortaya çıkardı

Vahiy sadece Muhacir ve Ensarı kardeş yapmakla kalmamış, Ensarı meydana getiren Evs ve Hazrec kabilelerinin uzun yıllar süren savaşlarını ve kan davalarını da sona erdirdi. Bütün bunlar vahyin gücü, Peygamber’in tatlı dili, insanları bir arada tutmadaki olağanüstü başarısı ile gerçekleşti.

Kur'ân bu gerçeği şöyle anlatıyor: "Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun ve birbirinizden kopmayın. Ve Allah'ın size verdiği nimetleri hatırlayın: Siz birbirinize düşman iken kalplerinizi nasıl uzlaştırdı da O'nun lütfu ile kardeş oldunuz ve ateşli bir uçurumun kenarında (iken) sizi ondan (nasıl) korudu. Bu şekilde Allah mesajlarım size açıklar ki hidayet bulasınız." [32] Şüphesiz ki burada ilk muhatap ve Allah'ın nimeti sayesinde kardeş olanlar sahabelerdi.

Kur'ân Peygamber sahabelerini şöyle methediyor: "Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir... "

Kur'ân Kardeşliğinin Sahabedeki Görüntüleri

Peygamber ümmetin birbirleriyle ilişkilerini sağlam bir kardeşlik üzerine bina etmiştir. Kardeşlik 'ben' duygusunu ortadan kaldırıp ameller bakımından cemaat ruhunu harekete geçirir. Böylece yalnız kendisini değil, başkalarını da düşünür.

Peygamber bu kardeşliği yalnız sözde kalsın diye değil, geçerli bir akid, kanlarla ve mallarla bütünleşen bir amel olsun diye yapmıştır. Bu kardeşlikte birbirini sevme, başkalarını kendine tercih etme ve şefkat vardır. Peygamber'in sahabeleri bu güzel hasletlere sahip olmasalar ve Allah'ın razı olacağı kurallara uymasalardı dünyanın şahit olduğu ve Allah'ın razı olduğu bu kardeşliği kuramazlardı. [33]

Kur'ân Peygamber sahabelerini şöyle methediyor: "Muhammed Allah'ın elçisidir. Beraberinde bulunanlar da kafirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Onları rükua varırken, secde ederken görürsün. Allah'tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir... " [34]

Allah onlardan razı olduğunu açıkça bildiriyor. [35] Peygamber ise kendi zamanındı yaşayan mü'minleri en hayırlı nesil diye niteliyor. [36]

1- Onlar birbirlerini Allah için severlerdi:

Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız." [37]

"Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ateşli hastalığa tutulurlar." [38]

"Allah Teâlâ, "Sırf benim için birbirini seven, benim rızam için toplanan, benim rızam uğrunda birbirini ziyaret eden ve sadece benim rızam için sadaka verip iyilik edenler, benim sevgimi hak ederler" buyurmuştur. " [39]

Sevdiğini Allah için seven imanın tadını alır. [40]

Allah (cc) birbirlerini Allah için sevip buluşmaları da ayrılmaları da Allah için olan iki kimseyi, hiç bir gölgenin olmadığı günde kendi arşının gölgesinde gölgelendirecek. [41]

Onların nebevi ölçülere uyarak birbirlerini sevdiklerini görüyoruz. Onların yekdiğerine sevgisini ve ilgisini hesabi değil hasbi idi.

2- Onlar birbirlerine destek oluyorlardı:

Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Mü'minin mü'mine karşı durumu, bir parçası diğer parçasını sımsıkı kenetleyip tutan bina gibidir." Hz. Peygamber bunu açıklamak için, iki elinin parmaklarını birbiri arasına geçirerek kenetledi. [42]

"Sizden biri kendisi için arzu ettiğini (mü'min) kardeşi için de arzu etmedikçe (hakkıyla) iman etmiş olmaz." [43]

"Kimin yanında fazla hayvan varsa, onu hayvanı olmayana versin. Kimin de fazla azığı varsa onu azığı olmayana versin." Rasûlullah, bazı mal çeşitlerini bu suretle saymaya devam etti. Öyle ki, bizden hiç kimsenin (yol sırasında) herhangi bir fazlalıkta hakkı olmadığı düşüncesine vardık." [44]

Onların birbirlerine desteği risaletin her döneminde vardı. Bulundukları ortamda salah/sulh/ıslah ortadan kalkıp fesat, karmaşa, fitne ve savaş olmasın, adaletsizlik kural haline gelmesin, zulüm sıradanlaşmasın, insanlar diğer insanlara kul olmasın diye iyilik ve takva üzere yardımlaştılar. Onlar bu yüzden birlikte yeri gelince Allah yolunda savaştılar. "İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inanmayanlar ise tağut (batıl davalar ve şeytan) yolunda savaşırlar..." [45]

3- Onlar iyilik konusunda yardımlaşırlardı:

Kur'ân ilk Müslümanlara şöyle emrediyordu: "İyilik ve takvada yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın." [46] Onlar hem bu ayetin gereği olarak hem de Peygamber’in işaretiyle ve yönlendirmesiyle, O'nunla birlikte ve O'ndan sonra dinin güzel ve doğru bulduğu, takvaya uygun işlere destek oluyor, yardımlaşıyorlardı. Kötülüklere, zulme ve zalimlere karşı birlikte mücadele ediyorlardı.

Onlar Peygamber şu sözünün gereğini yapıyorlardı:"Kul, kardeşinin yardımında bulunduğu sürece, Allah da kuluna yardım eder." [47]

"Mazlum da olsa, zalim de olsa kardeşine yardım et." Orada olanlar sordular: "Ya Rasûlallah, mazluma yardım belli de zalime nasıl yardım edebiliriz?" "Mazlumun üzerinden zalimin elini çekersin (bu da ona yardımdır)." 

4- Birbirlerine karşı sorumlulukları olduğunu biliyorlardı:         

Kardeşin kardeşe karşı vazife ve sorumlulukları vardır. Kardeş kardeşe kardeşçe davranır, onu sever, ihtiyacını giderir, yalnız ve yardımsız bırakmaz, ona dua eder, onun aleyhine olabilecek oluşumlara katılmaz. Mağdur ve mazlum olduğu, bir musibete, tabii afete uğradığı zaman maddi ve manevi destek verir. Zekatını, fıtrasını, teberrusunu, sadakasını, infakını ve ikramını öncelikle Müslüman kardeşine yapar.

Sahabeler Peygamber’in öğütlerine her zaman kulak veriyorlardı: "Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona hiyanet etmez, yalan söylemez ve yardımı terk etmez. Her Müslümanın, diğer Müslümana ırzı, malı ve kanı haramdır. Takvâ buradadır. Bir kimseye şer olarak Müslüman kardeşini hor ve hakir görmesi yeter?" [48]

"Kim Allah yolunda cihad edecek bir mücahidi teçhiz ederse, o da cihad etmiş olur. Kim de Allah yolunda cihad eden bir mücahidin bıraktığı işleri için hayırlı halef olursa, o da cihad etmiş olur." [49]

"Mücahidlerin kadınlarına yapılacak hürmet geride kalan kimseler üzerine, kendi annelerine yapacakları hürmet gibidir! Geride kalanlardan herhangi bir kimse mücahidlerden birine ailesinin işlerini görüp yardım etme hususunda halef olur sonra mücahide ailesi hususunda hainlik yaparsa, o hain kıyamet gününde mücahid için durdurulur da mücahid onun amellerinden dilediği her şeyi alır! Mücahidin o hainin amellerini almada- ki istek ve hırsı hakkında ne zannedersiniz?" [50]

5- Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşlerine yardım ediyorlardı:

"Mazlum da olsa, zalim de olsa kardeşine yardım et." Orada olanlar sordular: "Ya Rasûlallah, mazluma yardım belli de zalime nasıl yardım edebiliriz?" "Mazlumun üzerinden zalimin elini çekersin (bu da ona yardımdır)." [51]

Peygamber biri Muhacir diğer Ensardan iki çocuğun kavgası üzerine; "... Kişi zalim de olsa mazlum da olsa (din) kardeşine yardım etsin. Eğer din kardeşi zalimse onu zulmünden alıkoysun. Çünkü onu zulmünden alıkoymak, o kimseye karşı yapılmış bir yardımdır. Eğer (din kardeşin mazlum ise zulüm eden kimseye karşı ona yardımda bulunsun" buyurdu. [52]

Onlar, Müslüman Müslümanın kardeşi olduğunu, kendisi ana zulmetmediği gibi başkalarının ona zulmetmesine de razı olmazlardı. [53]

6- Peygamberin etrafında kenetlenmiş duvar gibi idiler

Sahabiler hem Mekke' de hem Medine'de az olmalarına, işkence ve baskılara, çeşitli zorluklara rağmen Peygamberle birlikte direndiler. Kendilerini İslam'dan çevirmeye, ortadan kaldırmaya çalışanlara karşı kenetlenerek mücadele verdiler. Bunun somut örneklerinden biri de Uhud Savaşı’dır.

Kur'ân onlar hakkında şöyle diyor: "Gerçek şu ki Allah (yalnızca) kendi davası uğrunda, sağlam ve yekpare bir bina gibi, kenetlenmiş saflar halinde savaşanları sever." [54]

Başkasını kendisine tercih etmeye İslam ahlakına 'îsar' denir. Bu ahlakın en güzel örneklerini, Muhacir-Ensar kardeşliğinde görüyoruz. Özellikle Ensarın kendilerine misafir olarak gelen kardeşlerini kendilerine tercih etmeleri tarihin şeref levhalarındandır. 

7 - Kardeşlerini kendilerine tercih ederlerdi

Başkasını kendisine tercih etmeye İslam ahlakına 'îsar' denir. Bu ahlakın en güzel örneklerini, Muhacir-Ensar kardeşliğinde görüyoruz. Özellikle Ensarın kendilerine misafir olarak gelen kardeşlerini kendilerine tercih etmeleri tarihin şeref levhalarındandır.

Onlar Peygamber’in şu sözünün hikmetini iyi anlamış ve fiilen uygulamışlardı. "Sizden biriniz kendisi için arzu edip istediği şeyi din kardeşi için de arzu edip istemedikçe iman etmiş olamaz." [55]

Kur'ân onların îsar (diğergamlık) ahlakını şöyle övüyor: "Onlardan önce bu yöreyi yurt edinmiş ve (gönüllerine) imam yerleştirmiş olanlar (arasındaki yoksullara da ganimetin bir kısmı verilecektir), bir sığınak arayışı içinde kendilerine gelenlerin hepsini seven ve başkasına verilmiş olanlara karşı kalplerinde hiçbir haset olmayan, aksine kendileri yoksulluk içinde bulunsalar bile diğerlerini kendilerine tercih edenler: İşte böyleleri, açgözlülükten korunanlardır, onlardır mutluluğa ulaşacak olanlar!” [56]

Huzeyfetu'l-Adaviye anlatıyor: "Yermuk savaşında amcamın oğlunu bulmak için dolaşıyordum. Yanımda bir miktar su vardı. Kendi kendime eğer ona rastlarsam bu suyu ona içirir, yüzünü silerim diyordum. Bir de baktım onun yanındayım. "Sana su vereyim mi?" dedim. Evet diye işaret etti. Tam kendisine su verecekken öbür yandan birisi "su" diye inledi. Onu duyan amcam oğlu "suyu ona götür" dedi. Hemen ona doğru koştum. Bir de baktım o su isteyen Hişam b. el-As imiş. "Sana su vereyim mi?" dedim. Daha cevap vermesine zaman kalmadan öbür taraftan birisinin "su" diye inlediğini duyduk. Kendisi hiç içmeden "suyu ona götür" dedi. Ben de hemen onun yanına koştum. Yanına vardığımda ölmüştü. Bari Hişam'a yetiştireyim dedim. Yanına geldiğimde o da ruhunu teslim etmişti. Hiç olmazsa amcamın oğluna su vereyim dedim. Yanına geldim ki o da ölmüştü.” [57]

8- Emr-i bi'l-ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker emrini yerine getirirlerdi:

Kur'ân öncelikle sahabeye şöyle diyordu: "İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır." [58]

Onlar bu emri aldılar, gereğini yaptılar. Sonra da şu övgü ye mazhar oldular: "Siz Müslümanlar insanlığın iyiliği için çıkarılmış bir topluluksunuz, ma'rufu (dince doğru) olanı emreder, münkeri (dince kötü) olandan insanları alıkorsunuz." [59]

Sahabiler Peygamber'e bağlanırken bir açıdan bu görevi yerine getirmeye de söz veriyorlardı. Cerir İbn-i Abdullah (ra) şöyle demiştir: "Rasûlullah (sav)’a namazı her an devamlı ve duyarlılık üzere kılacağıma, zekâtı hakkıyla vereceğime ve tüm Müslümanlara her zaman nasihatte bulunacağıma dair anlaşıp siyasi otoritesini kabul edip biat etmiştim." [60]Sahabeler Müslüman olmakla, Peygamber'e biat etmekle pasif iyi olmayı terk edip aktif iyi olmaya söz veriyorlardı.

Kötülüklerle mücadele konusunda Peygamber’in tavsiyesi şöyle idi: "Sizden biriniz bir münker (kötülük) gördüğü zaman (seyirci kalmayıp) onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmezse ona kalbiyle buğzetsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir." [61]

9- Cemaate önem verirlerdi:

Peygamber (sav) mü'minlerin vahdetine, cemaat olmalarına, farklı yapı ve görüşte olsalar bile kardeşlikte ve İslamî hayatta cemaat olmalarına çok önem verirdi. Bunu teşvik eder, oluşması için de çaba gösterirdi. Mekke'de Daru'l-Erkam'dan başlamak suretiyle onları bir araya getirir, birlikteliği öğütlerdi. Özellikle Medine'de namazları cemaatle kıldım, cemaat namazını sevabının çok, cemaatte rahmet ayrılıkta azap olduğunu söylerdi.

Sahabe onun öğretmesiyle vahdete, cemaat olmaya genel olarak özen gösterdiler.

Bir seferinde Ebu'd-Derda "niçin öfkelendin” sorusuna şöyle cevap verdi: "Vallahi, Muhammed'in ümmeti hakkında bildiğim tek şey; onların cemaatsiz namaz kılmamalarıdır" dedi. [62] Ebu'd-Derda (ra) burada sabah namazına cemaate gelme konusunda gördüğü gevşekliğe kızmıştı.

Sahabe Kur'ân'ın şu uyanlarına herkesten çok kulak veriyordu: "Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır." [63]

"(Yahut) inançlarının bütünlüğünü bozarak parçalara bölünen ve her grubun yalnız kendi sahip olduğu (ölçülerle) övündüğü kimselerden olma." [64]

Onlar gerçek Müslümanın nasıl olması gerektiğini biliyorlardı. "Gerçek mü'min, diğer insanların onun elinden ve dilinden emin olduğu, kimseye zarar vermeyen, herkesin ve her şeyin hakkını veren, kendisine her konuda güven duyulan kimsedir."

10- Aralarında güven vardı:

Peygamber el-Emin idi. Sahabeyi de iman ile emin yapmanın çabasında oldu. Bundan dolayı sahabeler genel olarak birbirlerine karşı güvenilir insanlardı. Onlar hem dinde samimi idiler, hem günlük işlerinde. Onlar din konusunda kardeşlerine ihanet etmedikleri gibi, birbirleri için hami, bekçi ve koruyucu oldular. Sahabenin pazarı da hem satıcılar, hem alıcılar açısından güvenilir idi. Onlar "Bizi aldatan bizden değildir" [65] hadisini ahlak haline getirmişlerdi.

Onlar gerçek Müslümanın nasıl olması gerektiğini biliyorlardı. "Gerçek mü'min, diğer insanların onun elinden ve dilinden emin olduğu, kimseye zarar vermeyen, herkesin ve her şeyin hakkını veren, kendisine her konuda güven duyulan kimsedir." [66]

Şu haber Ensarın ne kadar emin insanlar olduğunu ortaya koyuyor: Aişe (r.anha) rivayet ettiğini göre Peygamber şöyle buyurdu: "Bir kadının Ensardan birinin evine gitmesi anne-babasının evine gitmesi gibi kendine zarar vermez." [67]

Onlardan birisi herhangi bir sebepten dolayı yaşadığı yerden uzağa gitse, arkada bıraktıkları hakkında endişe etmediğini tahmin edebiliriz. Emin insanlar birbirlerine en değerli eşyalarını gönül rahatlığı ile teslim ederler.

Sahabe şu hadisleri söyleyen Peygamber'e iman etmişti. "Kim gazveye çıkmadan, gazveye çıkan bir gaziyi donatmadan, ya da gazinin arkada bıraktığı ailesine hayırlı bir (yardımcı) olmadan ölürse Allah (cc) ona kıyametten önce musibet verir." [68]

"Kim Allah yolunda bir askerin techizatını temin ederse bizzat gaza yapmış gibi olur. Kim gazaya çıkan bir askerin geride kalan ailesine hayırlı himayede bulunursa gaza yapmış olur." [69]

11- Birlikte Allah'ın dinine yardım ediyorlardı:

Her ne kadar Muhacirlere yardım edenlere kavramsal anlamda "Ensar" dense de bir başka açıdan sahabenin hepsi de birer Ensar idiler. Allah Müslümanlara şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları (destekçileri/Ensar) olun. Tıpkı Meryem oğlu İsa'nın havarilerine: "Allah'a giden yolda kim bana var gücüyle destek olur" deyince, havarilerin "Biziz Allah yolunun gönüllü destekçileri" demeleri gibi..." [70]

Hz. İsa'ya inanmak, o günkü zor şartlarda onun yanında olmak, ona destek olmak Allah yolunda almaktı. Onlar bilinen anlamda savaş yapmadılar. Bunu yapmalarında imkânları yoktu. Ama onlar baskı gördüler, işkenceye uğradılar, taşlandılar-sürüldüler, öldürüldüler ama Allah'ın davasını terk etmediler. Ayetteki Ensar olma emrini iki türlü anlamak mümkün. Birincisi; Müslümanların maslahatı için Ensar olmak, ikincisi; Allah için Ensar olmak. Sahabe hem kardeşlerine her açıdan yardımcı oldukları gibi, Allah'ın davasına da, Peygamberle birlikte, onun ölümünden sonra da tıpkı havariler gibi yardım ettiler, destek oldular.

Kur'ân şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (O'nun dinine) yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı kaydırmaz." [71]

Sahabeler Peygamber’le birlikte Allah'ın dinine, İslamî davete canlarıyla ve mallarıyla, bütün imkânlarını kullanarak yardım ettiler. Bunun üzerine Allah onlara başarı, izzet ve mükafat verdi.

12- Aralarında merhametli idiler:

Bunu Kur'ân söylüyor. (Bakınız: Fetih 49/29) Onlar merhametin yapısında olan acıma, şefkat etme, ilgi gösterme ve sevme, ihtiyacını giderme, esirgeme ve yerine gelince affetme gibi bütün güzel hasletleri taşıyorlardı. Kendilerini ortadan kaldırıp İslami davetin ışığını söndürmek isteyenlere karşı da cesur, dirençli ve tavizsiz idiler. Bunu birlikte yapıyorlardı.

Kur'ân Kardeşliğine Rağmen

Bütün bunlara rağmen sahabilerin hepsinin yukarıdaki özellikleri bütünüyle taşıdıklarını, aralarında hiç kavga, dövüş, anlaşmazlık olmadığını, her şeyin her zaman mükemmel olduğunu, adı sahabeler arasında geçen herkesin kardeşlik hukukuna istenildiği gibi riayet ettiğini söylemek mümkün değildir. Hatta Peygamber'in vefatından sonra aralarında olan bazı anlaşmazlıklar veya savaşlar sonraki nesilleri şaşırtacak boyutta idi.

Sonuçta onlar da insan idiler. Hata etmeleri, yanılmaları, farklı anlayış sebebiyle kendilerince doğru olanı yapmaları mümkündü. Onları değerlendirirken, severken ve örnek almaya çalışırken bu gerçeği göz ardı etmemek gerekir.

Aşağıda vereceğimiz birkaç örnek onların da insan olduklarını bize hatırlatıyor.

Huzeyfe ibni Yeman (ra) Rasûlullah (sav)'ın şöyle dediğini anlatıyor: "(Kıyamet günü, kevserim havzıma bir kısım gruplar da gelecekler ki, onlar oradan uzaklaştırılacaklar. Ben: "Onlar benim ashabımdır!" diyeceğim. Fakat, "Sen, onların arkandan neler işlediklerini bilmiyorsun!" denilecek." [72]

Huzeyfe (ra)'nin kendi zamanında alış veriş konusunda birkaç kişi dışında fazla güvenilecek kimsenin kalmadığını söylemesi de dikkat çekicidir. Peygamber acaba Hz. Osman döneminden itibaren başlayan fitnelere mi, bu fitnelere karışıp birbirine hasım olan, birbirlerinin kanını döken sahabilere mi dikkat çekmek istedi? Ya da sahabeyi sevme konusundaki aşırılıklara "bakınız onlar da insan" diyerek uyarmak mı, bilmiyoruz.

Sahabenin ileri gelenlerinden Ebu Zer bir gün Bilal ile olan anlaşmazlıkları sebebiyle ona: "Siyah kadının oğlu" diye hakaret etti. Bunu duyan Peygamber kızdı ve Ebu Zer'e "Ey Ebu Zerr! Sen Bilal'i, annesinin renginden dolayı ayıplamışsın öyle mi? Demek ki sen hala cahiliye zihniyeti taşıyorsun!" Bu ciddi hatadan pişmanlık duyan Ebu Zer başını yere koydu ve "Bilal bu başa basıncaya kadar yüzümü yerden kaldırmam" dedi. Bilal (ra) onu affetti ve "bu yüz basılmaya değil, öpülmeye layıktır" diyerek onu bağrına bastı. [73]

Bir gün Evs ve Hazrec'ten ileri gelenleri bir araya gelmiş sohbet ediyorlardı. Bu durumu gören Şas ibni Kays isimli yaşlı bir Yahudi bir gence, "Git, yanlarına otur. Onlara Buas günlerini ve önceki savaşları hatırlat ve o günlerde söyledikleri şiirlerden bazılarını okuyuver" dedi. Delikanlı denileni ustaca yaptı. Çok geçmeden Evs ve Hazrecliler münakaşaya ve birbirlerine kızmaya başladılar. İş kızıştı ve o dereceye vardı ki iki taraf da, "İsterseniz bugün yine öyle bir gün yaşarız. İşte meydan!" demeye başladılar. Ortalık birdenbire alevlendi, kılıçlar çekildi, birbirlerine yürümeye kalktılar. Durum hemen Rasûlullah (sav)'a bildirildi. Yanlarına gelen Peygamber "Ey Müslümanlar, size ne oldu, neden böyle yapıyorsunuz? Ben aranızdayken cahiliye davası mı güdüyorsunuz? Allah size İslam'ı gönderdi, küfürden kurtardı, cahiliye adetlerinin kökünü kesip kalplerinizi birleştirdi. Bütün bunlardan sonra yine eski küfrünüze mi dönüyorsunuz?" Bu konuşmalar üzerine Evs ve Hazrecliler hatalarını ve oyuna geldiklerini anladılar, silahlarını bırakıp gözyaşlarıyla birbirlerinin boynuna sarıldılar, helalleştiler. Bu münasebetle Al-i İmran 100-109. ayetler nazil oldu.

Ancak aralarındaki sorunlara ve anlaşmazlıklara rağmen onlardan bir kısmının diğerleri hakkında konuşurken dikkatli olduklarını şirk veya küfürle itham etmediklerini, bize de örnek olmak üzere İslam kardeşliğine vurgu yaptıklarını görüyoruz. Şu örneklerde olduğu gibi:

Abdullah ibnu Ziyad anlatıyor: "Hz. Talha (ra), Zübeyr (ra) ve Hz. Aişe (r.anha) Basra'ya yürüyünce, Hz. Ali (ra), Ammar ibnu Yasir (ra) ve Hasan (ra)’ı gönderdi. Bu ikisi Kûfe'ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hasan (ra) minberin yukarısında idi. Ammar da ondan aşağıda Biz onların etrafında toplandık. Ammar'ın şöyle konuştuğunu işittim: "Aişe, Basra'ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber'in hanımdır. Ancak Allah imtihan ediyor: Kendisine mi itaat edeceksiniz, yoksa ona (Aişe'ye) mi?" [74]

El-Haris el-A’ver dedi ki: Cemel ve Sıffin’e katılan bağilere (isyancılara) karşı savaşmak noktasında kendisine uyulması örnek olan Ali b. Ebi Talib (ra)'e: "Bunlar müşrik midir?" diye soruldu. O da: "Hayır bunlar şirkten kaçmış kimselerdir." "Peki bunlar münafık mıdır?" diye soruldu. O. "Hayır, onlar münafık da değil. Çünkü münafıklar Allah'ı pek az zikrederler." "Peki durumları nedir?” diye soruldu. O da: "Bunlar bize karşı gelen (bağy eden) din kardeşlerimizdir" dedi. [75]

Müminlere yapılan iyilikler, edilen dualar misliyle sahibine geri döner. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hiçbir kul yoktur ki; Müslüman kardeşinin gıyabında dua etsin de bir melek de onun için, aynısı sana da olsun, sana da verilsin demesin." 

Son söz

Muhacir ve Ensar tarihte kalmış olsa da, Muhacirlik ve Ensarlık ve Kur'ân kardeşliği İslam cemaatinin yaşadığı tüm zamanlarda ve mekanlarda var olmayı sürdürecektir.  [76]

Mü'minler kendilerinden önce yaşayan Müslümanlar hakkında itiyatlı davranıp elde kesin bilgi olmadan hüküm vermemeli, bugünün penceresinden o günkü olayları yargılamamalı ve o olaylara taraf olmamalı. Taraf olunacaksa Kur'ân adil olmayı, haktan yana tavır almayı emrediyor.

Kur'ân bize onlar hakkında şöyle dua etmemizi öğretiyor: "Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin.” [77]

Zira müminlere yapılan iyilikler, edilen dualar misliyle sahibine geri döner. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Hiçbir kul yoktur ki; Müslüman kardeşinin gıyabında dua etsin de bir melek de onun için, aynısı sana da olsun, sana da verilsin demesin." [78]

 


[1] Maide 5/30-31. Yusuf 12/63, 65. Nisa 4/13, 23. Abese 80/34. Tevbe 9/24 gibi

[2] Mesela; Ahkaf 46/21. A’raf, 7/65, 73, 85. Hud/50, 61, 84. Neml 27/45. Ankebut 29/36. Şuara 26/106, 124 gibi

[3] İsra 17/26-27

[4] Hucurat 49/10

[5]Kurtubi, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’ân s.2873

[6] M. İslamoğlu, Nüzul Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’ân, s. 958

[7] Hucurat 49/12

[8] Tevbe 9/11

[9] Bakara 2/220

[10] Ahzab 33/5

[11] Hucurat 49/9

[12] İslamoğlu, M. Nüzul Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’ân, s. 956

[13] Hucurat 49/11-13

[14] Buhari, Mezalim 3 no: 2442 Bir benzeri: İkrah/7 no: 6951. Müslim, Birr/58

[15] Tirmizi, Birr/18 no: 1927

[16] Buhari, Nikah/46 no: 5143. Edeb/58 no: 6066

[17] Buhari, Edeb/57, 58 no: 6064, 6065. Müslim, Birr/23, 28

[18] İbni Manzur, Lisanu’l-Arap, 15/406. R. Isfehânî, el-Müfredât, s. 837

[19] Tevbe 9/71. Bir benzeri: Ahzab 33/6

[20] Ali İmran 3/118

[21] Buhari, Menakıbu’l-Ensar/37 no: 3872

[22] Buhari, Menakıbu’l-Ensar/43  no: 3892. İbni Hişam, Siyer 2/443-454

[23] İbni Hişam, Siyer 2/480-498. Küksal, M. Asım, Muhammed ve İslamiyet, Mekke Devri s. 346-349. El-Bûtî, Ramazan, Fıkhu’s-Siyre s. 183-186

[24] Bakara 2/218. Ayrıca bak: Al-i İmran 3/195. Enfal 8/72, 74, 75. Tevbe 9/20, 100, vd.

[25] İslamoğlu, M. Nüzul Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur’ân, s. 989

[26] Tevbe 9/100. Bir benzer,: Tevbe 9/117

[27] Enfal 8/72

[28] M. Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/180-182

[29] Tirmizi, Sıfatu'l-Kiyame/44 no: 2487

[30] Buhari, Harsi ve'l-Müzaraa/5 no: 2325

[31] Buhari, Menakıbu’l-Ensar/3 no: 3780

[32] Al-i İmran 3/103

[33] Muhammed Gazali'den, El-Esas fis-Sünne tercümesi, 2/49

[34] Fetih 49/29

[35] Tevbe 9/100

[36] Buhari, Şehadet/9                 no: 2652, Fezai Ashab/36501, Rikak/7 no 6429, Eyman/27 no 6695. Müslim, Fezaailus-Sahabe/214 no: 2535 Tirmizi, Fiten 45 no: 2222, Şehadet/4 no: 2303 Ebu Davud, Sunnet/10 no: 4657

[37] Müslim, İman/22 no: 93-94. Tirmizi, Et'ime/45 Kıyamet/56. İbni Mace, Mukaddime/9, Edeb/11

[38] Buhari, Edeb/27 no: 6011. Müslim, Birr/66

[39] Muvatta', Şi'r/16

[40] Buhari, İman/9, 14, İkrah/1, Edeb/42. Müslim, İman/67. Tirmizi, İman/10

[41] Buhari, Ezan/36, Zekat/16, Rikak/24, Hudûd/19. Müslim, Zekat/91. Tirmizi, Zühd/53. Nesat, Kudat/2

[42] Buhari, Salat/88. Mezalim/5. Müslim, Birr/65 Tirmizi, Birr/18. Nesaî, Zekat/67

[43] Buhari, İman/7. Müslim, İman/71-72. Tirmizi, Kıyamet/59. Nesaî, İman/19, 33

[44] Müslim, Lukâta/18 no: 1728. Ebu Davud, Zekat/32 no: 1663

[45] Nisa 4/76

[46] Maide 5/2

[47] Müslim, Zikr/38-38

[48] Tirmizi, Birr/18

[49] Buhari no: 2682. Müslim no: 1895/135

[50] Müslim no: 1897/139

[51] Buhari, Mezalim/4 no. 2444, İkrah/7 no: 6952

[52] Buhari, Menakib/8, Müslim , no: 2584. Tirmizi no: 2356

[53] Buhari, Mezalim/3

[54] Saff 61/4

[55] Buhari, İman/1 no: 13. Müslim, İman/71

[56] Haşr 59/9. Bir benzeri: Enfal 7/72

[57] Kandehlevî, Hayatus-Sahabe, 1/308

[58] Al-i İmran 3/104

[59] Al-i İmran 3/110

[60] Buhari, Ezan/31

[61] İbni Mace, Fiten/20 no: 4013. Ebu Davud, S. Iydeyn/248 no: 1140 ve 4340. Müslim, İman/78 no: 49. Tirmizi, Fiten/11 no: 2172. Nesaî, İman/17. A. b. Hanbel no: 11079

[62] Buhari, İman/42. Müslim, İman/97

[63] Ali İmran 3/105

[64] Rum 30/32

[65] Müslim, Fitenl16

[66] Müslim, İman/71-72 no: 24

[67] Ahmed b. Hanbel, Müsned 6/257

[68] Darimi. Cihad/26 no: 2422

[69] Buhari, Cihad/38, Müslim, İmaret/135 no: 1899. Ebu Davud, Cihad/2l2 no: 2509. Tirmizi, F. Cihad/6 no: 1628. Nesaî, Cihad/44

[70] Saff 61/14

[71] Muhammed 47/7

[72] Buhari, Rikak/53; Muslim, Fezail/32 no: 2297

[73] Buhari, İman/22, Itk/15, Edeb/44. Müslim, Eyman/40

[74] Buhari, Fezailu’l-Ashab/30, Fiten/17

[75] Kurtubî, Tefsir s. 2873

[76] İslamoğlu. M. Nüzul Sırasına Göre Hayat Kitabı Kur'ân, s. 989

[77] Haşr 59/10

[78] Müslim, Zikir/86