Sahih Hadisin Gayrisahih Söylenişi

03 Şubat 2017

Bir nezaket ilkesidir: Söylenen sözün doğru olması yetmez, doğru sözün söylenişinin de doğru olması gerekir. Yanlış bağlamda söylenirse, doğru da olsa söz eğrileşir.

Bu nezaket ilkesi en çok da sahih bir kaynağın hakkıdır. Sahih bir kaynağın sahih bir üslupla nakledilmesi gerekir. Sahih hadis kitapları içinde yer alan bir metni, çerçevesini dikkate almadan, bağlamını gözetmeden, muhatabını seçmeden, zamanlamasına özen göstermeden, olduğu gibi söylemek, ısrarla tekrarlamak, muhalifini kanırtmak üzere seslendirmek ‘sahih’ bir tavır değildir.

Hadis metinleri anlaşılmayı gerektirir, ihtimamla hazmedilmeyi gerektirir. Kavganın mızrağı olamaz. Polemiklerin malzemesi olamaz. Hadis metniyle bilek güreşi yapmaya kalkmak, hiç şüphesiz, sözün sahibinin muradı değildir. Peygamber sözünün ağırlığını meyvesiz, faydasız, insafsız, sonuçsuz bir kavganın cephesi haline getirmek sünnet inceliğine uymaz. Sözü, hem de Peygamber Sözü’nü taşıma duyarlılığına halel getirir.

Sözü söylemek yetmez, sözü söyleyenin söylediği gibi de söylemek gerekir. Muhatabın ihtiyacını göz ardı ederek konuşmak, öncelikle ağzında hadis gezdiren birine yakışmayacak bir kabalıktır. Nebevî bir cevabı, o cevabın sorusunu hiç sormayanlara tekrar tekrar söylemek belagatsizliktir. Bir sözü-hele de Peygamber sözünü-siyak ve sibakını hafife alarak, bağlamını ve çağrışımlarını yok sayarak, inat olsun diye, can yaksın diye nakletmek, o söze hürmetsizliktir. Muhatapların nazarında sözün sıhhatini bozmayı göze almaktır.

Hadisi nakletmeden önce, “Hazreti Peygamberin bu sözden-söylediği anda, söylediği bağlamda, söylediği muhataplarının indinde-muradı ne olabilir?” diye sormak gerekir. Hadis metnini, ilk anlaşılan ve yanlış anlaşılacak anlamıyla hazırlıksız nakletmek, bu soruyu sormadan inkâr etmek kadar ağır vebaldir. Kaynaktan söz taşıyanın kaynağa saygısı, kaynağın itibarını pazarlık konusu yaptırmayacak ihtimamla ölçülür. Şu halde hadisin maksadını dikkate almadan nakledenler ile hadisin maksadını dikkate almadan hadisi reddedenler birbiriyle kavga etseler de, aynı taraftadırlar, aynı tutumu benimsiyorlar.

Ana ilkeyi hatırlayalım: Hadis metinleri, çoğu kez metaforik katmanlar içerir. Hadisin zahirî anlamı, vahyin vazettiği, Peygamberin hayatıyla ortaya koyduğu, ‘omurga’ya uymuyorsa, belli ki içeride bir yerde, derinde bir anlam saklıyordur. Hadisi sadece zahir anlamına indirgemek de, zahirine indirgenmiş anlamı üzerinden inkâr etmek de, bu açılımı kapatır. Aklımızı o hadis metnini anlayacak kıvama getirmekten alıkoyar. Metne, hadisçilerin hadisin sıhhatine verdiği emek hatırına hem hüsnü zanla hem emek vermeyi göze alarak yaklaşmak gerekir. Hadisin zahir anlamını kanırtmak da, batın anlamının açılımını baştan kapatmak da, Tirmizîler, Buharîler, Müslimler’in kılı kırk yaran, ömürlere mâl olan emeklerine hürmetsizliktir. Hem, kazara ‘sahih’ metinler içine karışmış olsa bile, yüz binlerce insaflı muhaddis, rikkatli hikmet ehli, ilk anladığımız anlamıyla anlayacak olsaydı, bu sözü bize kadar taşımazdı ki…

Söz, çekiştirilmeyi değil anlaşılmayı hak ediyorsa, sormalı: Peygamber’in ağzından niye böyle bir söz çıksın? Çıkmışsa, buradaki çelişkiyi nasıl çözebiliriz? Bize düşen görev bu! Sormak ve düşünmek! Lakin bu işlem sessizdir; gürültüsüzdür, sancılıdır. Alın teri ve akıl teri döktürür. Hadis metni olarak önümüzde duran söze karşı sorumluluğumuzu yerine getirmek, vahyin rahle-i tedrisinde diz kırmaktır, zordur. Vahiyden ders alan ‘mürşid’in dizi dibinde oturmak; iddialaşmayı değil, tüm iddialarını geri çekmeyi gerektirir.

Hazreti Peygamberin sözünü söylemeden önceki susuşları da ‘hadis’e dâhildir. Hayatının en kritik yerlerinde, belki de bizim heyecanla konuşmasını beklediğimiz anlarda, Peygamber’in susması, sessiz kalması, üzerinde uzunca ve sessizce düşünülmesi gereken ‘hadis’lerdir. 

Kabul edelim ki hadis, sadece Hazreti Peygamber’in sözünden ibaret değildir. O sözün söylendiği bağlam, sözün söylendiği an, sözü söyleme tavrı, sözün muhataba göre değişmesi, ‘hadis’e dâhildir. Hazreti Peygamberin sözünü söylemeden önceki susuşları da ‘hadis’e dâhildir. Hayatının en kritik yerlerinde, belki de bizim heyecanla konuşmasını beklediğimiz anlarda, Peygamber’in susması, sessiz kalması, üzerinde uzunca ve sessizce düşünülmesi gereken ‘hadis’lerdir. Zira susmasının gerekçesini anlayamadığımız birinin konuşmasındaki muradı da anlayamayız.

Sözü fayda etmeyecekse, Hz. Peygamber susar. Sesi zarar verecekse, Hz. Peygamber sessiz kalır. Konuşması Allah’ın konuşmasının önüne geçecekse, Hz. Peygamber sessiz kalır. Bu yüzden, “Hz. Peygamber dedi ki…” yerine, “Hz. Peygamber [şu durumda] susmuştu…” diyebileceğimiz nakillerimiz de olabilmeli.

Bir de şu var. Hazreti Peygamber’in aynı soruyu soran farklı muhataplara, muhatabın anlayışını gözeterek farklı cevaplar verdiğini, hatta aynı muhatabın aynı sorusuna farklı zamanlarda farklı cevaplar verdiğini de biliyoruz. Bu farklı metinlerin her biri hadis sayıldığı gibi, metinlerin duruma göre farklılaşması da hadis sayılmalı. Ama sessizdir bu hadis… Söze dökülemez. Somut değil, soyuttur. Kolayca ağza alınmaz!

Teslim edelim ki, muhatabının anlayışını gözeterek sözü seçmek ince bir sünnettir. Konuşma yanlış anlaşılacaksa, yanlış anlayanlar yüzünden sözün itibarı sorgulanacaksa, susmak sahih bir hadistir. Kabul edelim ki, sahih de olsa hadisi, sahih olmayan bir bağlamda, sahihliğini takdir edemeyeceklere söylemek sahih değildir. Yoksa sahih hadis metni üzerinden ‘mevzu’ çağrışımlar uyandırırız çaresizlerin zihninde.

Haksızlık ederiz Hakka…