Şamlılara İslam’ı Öğreten Sahabi Ebu’d-Derdâ

13 Eylül 2012

Asıl adı Âmir olmakla birlikte daha ziyade Ebu’d-Derdâ (ra) adıyla tanınmıştır. Medineli Hazrec kabilesine mensuptur. Hicretin ikinci yılında İslam’a dâhil oldu. O hem ailesi hem de Ensar içindeki en son Müslüman kabul edilir. İslamiyet'e girmesine vesile olan ise yakın arkadaşı, aynı zamanda da Hz. Peygamber’in şairlerinden Abdullah b. Revâha’dır.

O, Ebu’d-Derdâ (ra)’nın hâlâ atalarının dini üzere kalmasından son derece üzüntü duyuyor, her vesile ile onu Müslüman olmaya çağırıyordu. Ancak bütün çabalarına rağmen bir türlü Ebu’d-Derdâ (ra)’nın putları terk etmesine engel olamadı. Abdullah b. Revâha (ra) sonunda arkadaşına bir oyun oynamaya karar verdi: Bir gün onun evinden ayrıldığını görünce, gizlice putunu muhafaza ettiği odasına girerek çok sevdiği ve hürmet gösterdiği putunu bir balta ile parçaladı. Putun bulunduğu yerdeki gürültüyü duyup gelen Ebû’d-Derdâ (ra)'nın hanımının çabaları da Abdullah’ı (ra) engellemeye yetmedi. Kısa süre sonra evine geri döndüğünde eşinin ağladığını gören Ebû’d-Derdâ (ra), bunun sebebini sorduğunda hanımı olanları anlattı. Ebû’d-Derdâ (ra) ilk anda Abdullah (ra)’ın yaptığına çok sinirlendi. Ancak durumu bir kez daha düşündükten sonra dilinden şu cümle döküldü: "Putta bir marifet olsaydı, kendisini savunur, korurdu, dolayısıyla kendisini koruyamayan bu şey beni nasıl koruyacak?" Daha sonra da doğruca Abdullah b. Revâha (ra)’ın evine gidip kendisinin de Müslüman olacağını açıkladı. Birlikte Allah Rasulü (sav)’nün yanına vardılar. Ebu’d-Derdâ (ra) bir de onun huzurunda kelime-i şehadet getirmek suretiyle İslam’a girdiğini ilan etti.

Ebu’d-Derdâ (ra)’nın İslam’ı seçmesinden son derece memnun olan Hz. Peygamber onu, Selmân-ı Fârisi ile din kardeşi yaptı. Kaynaklarda bu hadisenin Bedir savaşından hemen sonra gerçekleştiği kaydedilir. Geç bir dönemde İslam’a girmesine rağmen Ebu'd-Derdâ (ra) bundan sonraki hayatını dinine adadı. Başta Uhud savaşı olmakla üzere bütün gazvelerinde Hz. Peygamber ile birlikte bulundu. Onun bilhassa Uhud’da büyük fedakârlık ve şecâat örnekleri gösterdiği rivayet edilir. Askerî faaliyetlerin yanı sıra ilimle de meşguliyetini devam ettiren Ebu'd-Derdâ (r.a.), Allah Rasulü (sav) hayatta iken Kur'ân-ı Kerîm'i baştan sona ezberleyen sahabiler arasına girdi. Ebu’d-Derdâ (r.a.) Hz. Ebû Bekir (ra)'in hilâfeti sırasında başlatılan ve Bizans kontrolündeki bölgeleri hedef alan Şam fetihlerine iştirak etti. Kaynakların bildirdiğine göre o orduda kadı olarak görev yapmıştır. Bu şekilde İslam tarihindeki ilk (kadı askerinin) Ebu’d-Derdâ (ra) olduğu rivayet olunur.

O gerek Hz. Ömer (ra), gerekse Hz. Osman (ra)’ın halifeliklerinde de aynı görevini devam ettirdi. Divan sistemini kurup Müslümanlara İslam’a giriş önceliklerine göre maaş takdir eden halife Hz. Ömer (ra), Bedir Gazvesine katılmamış olmasına rağmen, Müslümanlığa yaptığı üstün hizmeti sebebiyle olsa gerek, Ebu’d-Derdâ (ra)’yı da Bedir ashabına dâhil ederek maaş bağladı. Ebu’d-Derdâ (ra) Hz. Ömer (ra)'in hilâfeti döneminde Medine'de bir süre kadılık görevini îfâ ettikten sonra, halifeden Suriye'ye gitmek için izin istedi. Onun talebini kabul eden Hz. Ömer (ra) orada kendisini valilik görevine getirmek niyetinde olduğunu açıkladı. Ancak Ebu’d-Derdâ (ra) yöneticilik yapmak yerine insanlara Allah’ın kitabını ve Hz. Peygamber'in sünnetini öğretmeyi, halkı din konusunda aydınlatmayı tercih edeceğini bildirdi. Bunun üzerine Şamlılara ilim öğretmek üzere Medine’den Suriye bölgesine gitti.

Başka bir rivayette ise Hz. Ömer (ra)’in Suriye valisi olan Yezîd b. Ebû Süfyân’ın halifeden Şam’da Kur'an ve fıkıh muallimine ihtiyaç duyulduğunu bildirmesi üzerine, Hz. Ömer (ra) Ebu’d-Derdâ (ra) ile birlikte iki kişiyi bu amaçla Suriye'ye göndermiştir. Ebu’d-Derdâ (ra)’nın da aralarında bulunduğu muallim heyeti önce Humus'a gidip burada bir miktar görev yaptı. Kısa süre sonra Ebu’d-Derdâ (ra), faaliyetlerini daha fazla ihtiyaç hissedilen Dımaşk'ta sürdürmeye başladı. Bu esnada Muâviye'nin Suriye valiliği sırasında Hz. Ömer (ra)'in emriyle Dımaşk şehrinin kadılığına getirildi. Dımaşk'ın ilk kadısı olan Ebu’d-Derdâ (ra) görevini Hz. Ömer (ra)’in, ardından da Hz. Osman (ra)’ın halifelikleri döneminde devam ettirdi. Bu resmî vazifesinin yanı sıra onun asıl faaliyeti Müslümanlara Kur'ân-ı Kerîm öğretmek oldu.

Nitekim pek çok Şamlı ondan kıraat dersi aldı. Kaynaklarda Ebu’d-Derdâ (ra)’nın Hz. Osman(ra)’ın halifeliği döneminde, Şam valisi Muâviye tarafından düzenlenen Kıbrıs’ın fetih harekâtına pek çok sahabi ile birlikte katıldığı da bildirilir. Müslümanlığından sonraki hayatının önemli bir kısmını Şam’da geçiren Ebu’d-Derdâ (ra) hicretin 31veya 32. (M.651/652) yılında vefat etti. Burada bulunan Bâbüs-sagîr Kabristanı'na defnedildi. Ebu'd-Derdâ (ra)'nın iki oğlu ile iki kızı olmuş, bunlardan Bilâl, Emeviler döneminde babası gibi Dımaşk kadılığı yapmıştır. Ebu'd-Derdâ (ra) sahabe arasında takvası ve ibadete düşkünlüğü ile meşhur olmuştur. Önceleri ticaretle uğraşırken Müslüman olduktan sonra kendini tamamen zühd ve ibadete vermiştir. Bu hâlini şöyle anlatır: “Peygamber Efendimiz risâletle geldikten sonra hem ticaret, hem ibadet yapmak istedim. Fakat ikisinin bir arada olamayacağını anlayınca, ticareti bırakıp ibadete yöneldim.”

Geç bir dönemde İslam’a girmesine rağmen Ebu'd-Derdâ (ra) bundan sonraki hayatını dinine adadı. Başta Uhud savaşı olmakla üzere bütün gazvelerinde Hz. Peygamber ile birlikte bulundu. Onun bilhassa Uhud’da büyük fedakârlık ve şecâat örnekleri gösterdiği rivayet edilir. Askerî faaliyetlerin yanı sıra ilimle de meşguliyetini devam ettiren Ebu'd-Derdâ (ra), Allah Rasulü (sav) hayatta iken Kur'ân-ı Kerîm'i baştan sona ezberleyen sahabiler arasına girdi.

Halife Hz. Ömer(ra) memurlarını teftiş amacıyla Medine’den Şam’a gittiğinde Ebu'd-Derdâ (r.a)’nın dünya malına karşı bîgâne kalmasına şahit olmuştur: Yaptığı incelemeler sonucunda Şam valisi Yezid b. Ebî Süfyân başta olmak üzere bütün bürokratlarının kapılarının kilitli olduğunu, odalarının ipekle kaplı bulunduğunu, huzurlarına girenlerin kim olduklarını sorduklarını, müreffeh yaşadıklarını görmüş; buna karşılık kadılık görevini îfâ eden Ebû’d-Derdâ (ra)’nın konutuna gittiğinde ise onun kapısında kilit bulunmadığını, odasında dahi ışık olmadığını, ayrıca ince elbisesi içinden soğuktan muzdarip bir şekilde yaşadığına şahit olmuştur. Üstelik o, gelenin selâmını alıp kim olduğunu sormadan içeri kabul ediyor, altında bir keçe parçası bulunan bir evde oturuyordu. Bunun üzerine Ebû’d-Derdâ (ra)’ya, “Ben seni Medine’de hoş tutmadım mı? Buradaki hâlin niye böyle?” diye sorunca, Ebû’d-Derdâ (ra) halifeye Rasulüllah (sav)’tan duyduğu şu hadisi hatırlatmıştır: “Sizin dünyadan metâınız bir yolcunun azığı kadar olsun.” Başka bir günde ise kendisine misafirliğe gelen arkadaşları, yatak yerine yerde yatıp da şikâyet ettiklerinde şöyle demiştir: “Bizim bir başka evimiz var ki, hepimiz orada toplanacağız” cevabını vermiştir.

Rivayetlerde Ebû’d-Derdâ (ra)’nın zühd ve takva konusunda çok ileri gittiği, hatta Müslüman olduğu sıralarda karısını ihmal edecek kadar kendisini ibadete verdiği bildirilmektedir. Hz. Peygamber'in onun hakkında, "ümmetimin en âbidi ve en müttakısi", "bu ümmetin hâkimi" gibi takdir bildiren ifadeler kullandığı rivayet edilmektedir. Buna karşılık Medine’de kardeşi olan Selmân-ı Fârisî (ra), İslamiyet'in bu kadarına izin vermediğini söyleyerek onun bu konudaki aşırılığına engel olmuştur. Dünya malına değer vermeyen Ebu'd-Derdâ (ra),kendisine damat olmak isteyen ve zenginlik içinde yüzen halifenin oğlu Yezîd b. Muâviye'yi reddetmiş, onun yerine kızını fakir bir Müslümanla evlendirmiştir. Ebu'd-Derdâ (ra)’nın diğer bir güzel hasleti ise açık sözlü olmasıydı. Nitekim bildiklerini söylemekten çekinmez, yöneticileri de onlardan gelebilecek zararı düşünmeden tenkitten geri durmazdı. Ayrıca halkı iyilik etmeye, âhireti düşünmeye, yetimleri gözetmeye, köle azat etmeye, Allah'ı zikretmeye, mütevazı ve dünyaya karşı tok gözlü olmaya, zulümden kaçınmaya teşvik ederdi.

Ebu'd-Derdâ (ra) tefsir, fıkıh, hadis ve kıraat sahalarında ashabın ileri gelenlerinden kabul edilip, bu ilmî sahalarda büyük hizmetler gördüğü bilinmektedir. O, yıllarca titizlikle yürüttüğü kadılık görevi sırasında bir hüküm verdikten sonra, kararından emin olmak için davalıları geri çağırtıp onları tekrar dinlemiştir. Onun hassasiyeti hadis rivayetinde de görülür. Nitekim kendisinden hadis öğrenmek üzere çeşitli ülkelerden gelen talebelerine rivayette bulunduktan sonra, herhangi bir yanlışlık yapmış olabileceğini düşünerek, "Hadis bunun gibidir veya buna benzer şekildedir" der, böylece meydana gelebilecek muhtemel hataların sorumluluğunu üstlenmek istemezdi. Bununla birlikte Ebu'd-Derdâ (ra) ashab arasında çok hadis rivayet edenler arasında yerini almıştır. Onun rivayet ettiği hadislerin sayısı 179 olup, Enes b. Mâlik (ra), Abdullah b. Amr b. Âs (ra), Abdullah b. Abbas (ra) gibi sahâbîlerle, hanımı Ümmü'd-Derdâ, oğlu Bilâl, Cübeyr b. Nüfeyr, Ebû İdris el-Havlânî, Saîd b. Müseyyeb, Ata b. Yesâr gibi tabiîler kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Ebu'd-Derdâ (ra)’dan rivayet edilen hadislerden bazıları şu mealdedir:
“Bir insan ilim kazanmak için bir yola girerse, Cenab-ı Hak ona cennete doğru bir yol açar. Melekler ilim peşinde koşanlardan hoşnut oldukları için kanatlarını onun altına gererler. İlim sahipleri için yerdekiler ve göktekiler, hatta sudaki balıklar bile ona mağfiret niyaz ederler. Bir âlimin nafile ibadet eden bir kimseye üstünlüğü, ayın diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Muhakkak âlimler peygamberlerin vârisleridirler. Gerçekte peygamberler ne altın, nede gümüş miras bırakırlar. Onların mirası, ancak ilimdir. Bu bakımdan kim peygamber mirası olan ilimden ne kadar elde ederse, o derece mertebe kazanmış olur.”
“Kıyamet günü insanın mizanında en ağır basan şey iyi ahlaktır, yani güzel huydur.”
“Size namazdan, oruçtan, sadakadan, faziletçe bir derece yüksek bir şey söyleyeyim mi? Bu, insanların arasını bulmaktır.”

“Kim bir mümin kardeşinin aleyhine konuşulduğunda, onun şeref ve namusunu korursa, Allah da kıyamet gününde onu cehennem ateşinden korur.”
“Yumuşak huylu ve yumuşak sözlü olma nimetine mazhar olan kimse, büyük bir hayra mazhar olmuş olur. Bundan mahrum olan da büyük bir hayırdan mahrum kalmış olur.”

Fıkıh ve hadis sahasında önemli hizmetler veren Ebu'd-Derdâ (ra) aynı zamanda Kur'an muallimliği ile de meşhur olmuştur. Nitekim bu sebeple kendisine "Dımaşk mukrii" (Dımaşk’ın Kıraat Hocası) adı verilmiştir. Her gün sabah namazından sonra talebelerini okutmaya başlardı. Dersten önce talebelerini onar kişilik gruplara ayırır, her birinin başına müstakil öğretici tayin ederdi. Yardımcı hocalar talebeleri çalıştırırken kendisi de mihrapta oturur, zaman zaman ders halkaları arasında dolaşmak suretiyle yapılan çalışmaları takip ederdi. Kıraatta belli bir seviyeye ulaşan öğrenciler daha sonra derslerini doğrudan ona arz ederlerdi. Ebu'd-Derdâ (ra)’nın kıraat halkalarına katılanların sayısının zaman zaman1600 kişiye kadar ulaştığı rivayet edilir. İslam eğitim tarihinde Kur’an taliminde bu eğitim metodunu ilk defa onun başlattığı söylenmektedir. Ebu'd-Derdâ (ra) Şam’daki tedris faaliyetleri neticesinde yüzlerce hâfız yetiştirmiştir. Ondan Kur'an öğrenenler arasında hanımı Ümmü'd-Derdâ, Atıyye b. Kays el-Kilâbî, Hâlid b. Ma'dân ve Ba'lebek Kadısı Süveyd b. Abdülazîz bulunmaktadır. Meşhur yedi kıraat imamından İbn Âmir’in de ondan Kur'an dersi aldığı bilinmektedir.

Ebu'd-Derdâ (ra) ilme katkılarının yanı sıra hikmetli sözleri ve nasihatleriyle de meşhur olmuştur. Onun güzel sözlerinden bazıları şunlardır:
"Kul, Allah'a ibadetle meşgul olunca Allah onu sever, mahlûkatına da sevdirir."
"İmanın zirvesi başa gelene sabır, kadere rıza, samimi bir tevekkül ve Allah'a boyun eğmektir."
"Bir saat tefekkür, bütün bir gece nafile ibadet etmekten hayırlıdır."
"Bilmeyene bir kere, bilip de yapmayana yedi kere yazıklar olsun."

“İlim ancak arayıp öğrenmekle olur. İlim için sabah çıkıp akşam dönmenin cihad olmadığını sanan kimsenin aklı eksiktir.”
“Halkın hoşlanmadığı üç şey vardır: Bunlar fakirlik, hastalık ve ölümdür. Hâlbuki ben bu üç şeyi çok severim. Rabbime kavuşmayı istediğim için ölümü, beni mütevazı yaptığı için fakirliği, günahlarıma kefaret olduğu için de hastalığı severim.”
“İnsan başına gelen felaketlerden şikâyet etmemeli, acı ve kederini şuna-buna anlatmamalı, diliyle kendisini temize çıkarmaya çalışmamalıdır.”