Sancının Göğsüne Çağırıyor Elçi

10 Kasım 2015

Kendine saplanan bir hançer insan. Gülünü reddeden diken olmuş farkında olmadan. Kendisine yara kendisi, hep kanıyor dünyaya. Başkalarına ağlayışları da kendine; bilmiyor. Kendini ağlıyor; hiç susmadan. Saklı sancıların, ince sızıların, yakıcı âhların yatağında akıyor durmadan. Kendini “ben” diye bildiğinden beri, Meryem utancı sıçramış yüzüne. Hatadan başkası gelmiyor elinden. Cürmünü sağır duvarlara fısıldıyor, denizlerin durusuna dökmek istiyor tortularını. Gidecek bir yeri yok. Bir hurma dalı arıyor; ümit diye tutunacak belki. Keşkelerini seslendirecek. “Keşke bundan evvel unutulsaydım, unutulduğu da unutulanlardan olsaydım…”  Bilmez ki sancılarda hayır vardır. Tohum kendi kabuğunu kırmak üzere sancılanır. Kadın oğul vermek üzere sancıya yatar. Dünya sancısında hayır var. Dünya darlığı, dünya rüyasının gömleğini yırtsın diye gelir insana. Kalmasın burada diye. Kanmasın aza diye. Kanasın sonrasına diye. Hayalinin uçurtmalarına gökyüzü arasın diye. Hasretinin çatlak toprağına yağmur umsun diye…

Dünya sancısından bir cennet İsâ'sı doğacak elbet. Dünya gömleğinin içinde bir ahiret Yûsuf’u saklı elbet. İnsanın yarasından acı duymaması hayra alamet değil. Derdini görmemesi dertten de büyük derttir; deva istememek devasızlığın en kötüsü, en talihsizidir. Gömleğin içini arzu etmemek nasipsizliktir. Perdenin arkasına göz dikmemek fakirliktir.

Allah'ın Elçisi, unutulmuş ağrıları hatırlatmak üzere şimdi. Gurbetle takas edilmiş sılanın adresini hatırlatıyor. Yeryüzü sancısını çoğaltıyor. Rahatlığını bozuyor şehirlerin. Konforunu yırtıyor insanın. Kalmaya geldiğini sanan insana, gelip geçtiğini söylüyor. Günahlarından utanmayı öğretiyor. Ayıplarıyla yüzleşmeyi sevdiriyor. Asil bir firarın eşiğine kaçırıyor insanı. Soylu bir isyanın ateşine atıyor nefeslerini.

Kaçınılmaz bir sorunun ete kemiğe bürünmüş hali oluyor. Cevap kesiliyor hücre hücre. Çare oluyor her haliyle:

Siz, ey insanlar, kaçacak bir yer mi arıyorsunuz? "Allah'tan mağfiret dileyin…" Sabıka bırakmaz Rabbiniz geçmişinizde. Sevinin, kendi utancınızdan kaçış yolu hâlâ açık size. Ayıplarınızın sürgününden çıkış yolu var. Durmayın, yürüyün. Günahlarınızın vebaliyle rehin kalmayacaksınız, atın ağırlıkları omuzlarınızdan, hafifleyin.

Sığının Rabbinize.

"…İyi bilin ki Allah, tarifsiz bir bağışlayıcı, eşsiz bir merhamet kaynağıdır."

Ayıbınızı yüzünüze vurmadan ağırlar sizi, kötülüklerinizi unutturup başköşeye koyar hatırınızı.

Kokuşmuş geleneği yırtıyor ayetler. Paslı kilitler gibi ağırlaşmış teamülleri kırıp geçiyor. Alışkanlıkları söküyor. Vurduğu yerden toz kaldırıyor.

Haydi, firar edin kendinizden. Sıyrılın kabuğunuzdan. Göklü ses böyle iniyor insanın arzına. Bu sese nefes olmak için nefeslerin temizlenmesi gerek şimdi. Bu sözün söyleyeni olmak için nefislerin üzerindeki tozu toprağı atması gerek.

Allah'ın Elçisi; eşsiz bir hicretin içinde şimdi. Adımsız bir göçte. Mesafesiz bir yürüyüşte. Ne dağlardan geçiyor yolu ne çöllerden. İçine doğru eğiliyor cesaretle. Kalbinin saklı köşelerine akın ediyor. Kendisiyle yüzleşmeye. Kalbine iltica ediyor. Kalbin yatağındaki sancılara dokunuyor cesaretle. Gafletin tenine neşter vuruyor merhametle. Unutmaların zarını yırtıyor usulca.

Kendi sancısını omuzladıkça, insanlığın ortak sancısını; ince ağrısını avuçlarında ağırlıyor. Yaralı bir kuş gibi çırpınan kalpleri ümidin ufkuna gönderiyor. “Ben” olma kabuğunu kanatmaya başlıyor. “Benim” dediklerini çoğalttıkça içinde saklı cevhere körleşiyor insan, önce O görüyor. Serveti istifledikçe, ruhunun ağlayışına sağırlaşıyor insan; önce O duyuyor.

Haydi, firar edin kendinizden. Sıyrılın kabuğunuzdan. Göklü ses böyle iniyor insanın arzına. Bu sese nefes olmak için nefeslerin temizlenmesi gerek şimdi. Bu sözün söyleyeni olmak için nefislerin üzerindeki tozu toprağı atması gerek.

Yürüyor dikenler üstüne. Üzerine aldığı emaneti hakkıyla taşımak için, benliğini altına alıyor. Ümide döşek ediyor dünya sancısını. Sivrile sivrile hakikatin gölgesi haline gelen benlik dağlarını aşmak için, "benim" diye bildiklerinden vazgeçmeye çağırıyor. Döküyor omuzlarındaki imtiyaz işaretlerini. İtibarını borçlu bildiği köşeleri terk ediyor. Elinden düşürüyor ayrıcalıkları.

"Ey Müddessir, sen ey içine kapanan kişi…"

Kendi içine sığınmış. İç coğrafyasını düzenlemeye gitmiş Nebi. Yayda ok gibi çekilmiş geriye… Vicdanının gölgesine kıvrılmış iyice.

Ümmî… Anne yürekli… Annelik ediyor hâlâ insanın kendini kendinden doğurmasına.