Sensin Esmanın İnsan Hali

11 Temmuz 2013

Doğduğun gün anıyorum seni. İncecikten bir sürpriz. Hiç beklenmedik bir armağan. Umulmadık bir iyilik. Hakkı verilemeyecek bir güzellik olmalı o an. Öyle bir an ki, güzelliği şimdi burada bana dokunuyor. Öyle bir an ki, iyiliği şimdi beni iyiler arasına katıyor. Öyle bir an ki, anlamımı şimdi ondan ödünç alıyorum. Öyle bir an ki, her türlü sevmeyi, her çeşit sevilmeyi o anın hatırına hak ediyorum. O an’a bir isim bulamıyorum. Kelimeler yetersiz. Sıfatlar geçersiz.

Hayalimden çare umuyorum. Yağmur düşüyor aklıma. Sadece yağmur. Bir yağmura benzetebiliyorum seni. Onun gibi şiirli. Onun gibi hem bol hem tane tane. Onun gibi kucaklayıcı, sarıcı; küçümseyici değil. Her pencere önüne uğrayan; seçkinci değil. Dokunduğu yüzleri aklayan.

Şiir diye iniyorsun arzın çorağına. Hoyrat uğultuların ortasında bir ince çınlama. Gürültülü konuşmaları bıçak gibi kesen bir hecelik insaf sessizliği.  Telaşla koşturan kalabalığı şaşırtan küçük bir geri adım. “Böyle gelmiş, böyle gitmez” itirazının bebek gözlerinde yükselişi… 

Rahman’ın yeryüzüne yağmur yağmur eğilişisin sen. Rahim’in umutlu sabahların fecrine şebnem diye dokunuşusun sen.

Evet, evet, yağmursun sen. Toprağımızı çiçeğe durduruyorsun. Tenimize canlar bahşeden müjdeler indiriyorsun. Ölümüz diriliyor senin haberinle. Sen olunca, anlam yürüyor kelimelerin kalbine. Seni tanıyınca, pınarlar akıyor dağ yamaçlarından. Uyuyan şiirleri sen uyandırıyorsun. Unutulmuş şarkıları yeniden söyletiyorsun. Küsmüş kalpleri sen ısındırıyorsun. Rahman’ın Söz’üyle kalplerimizi yenibaharlara taşırıyorsun. Yeni baştan var olmaya inandırıyorsun bizi. Her an’ımızı sonsuzluğun eşiğine taşıyorsun.

Merhametliler merhametlisinin ümitsizliğin kara kumaşını ötelerden eğilerek uzanan bir hurma dalı gibi yırtışısın sen. Ölümümüzün kara gecesinde bir hilal tebessümüsün sen. 

Yağmurcadır senin dilin. Öyle serin. Öyle nazenin. Yağmur gibi yücelerden gelirsin ama incitmezsin. Kırıp dökmezsin. Göklü oluşunu aşağıdakilerin yüzüne vurmazsın. Yumuşacık sarıp sarmalarsın. Çok olmazsın; boğmazsın. Tane tane gelirsin. Bir “tertil” nezaketisin sen.  İncidir her hecen. İncitmezsin, incinmezsin…

Kerim’in katından biz şaşkınlara bin iltifat sağanağısın sen. Kadir’in elinden biz acizlere bin şefkat dokunuşusun sen.

İyi ki geldin ey yağmur. Çoraklaşmış yürekleri sarıveren bin merhamet kuşağısın sen. Unutulmuş sevgi tohumlarının kabuğunu çatlatan bahar müjdesi. Kurumuş umut köklerine su yürüten sıcak tebessümün. Uyandırıyorsun insanlığın ölü toprağını. Elinden tutuyorsun yetimliklerin ve gökkuşağı sevinçlerle tanış ediyorsun. Saçlarını okşuyorsun ümitsizliklerin; sonsuz merhametin göğüne baktırıyorsun. Avuçlarından kanatlanıyor teselliler; dağ yamaçlarından, bahar dallarından, rüzgârlı tepelerden, ıssız mağaralardan, güz sancılarından, denizlerin ak köpüklerinden muştular getiriyorsun.

Yoktan var eden’in yokken var edilenlere Selâm diye tenezzül edişisin sen. Varlığımızı anlama bürüyen Hakîm’in şahidisin. Şaşkın kalplerimizi hayra yönlendiren Hâdi’nin söz kesilmiş hâlisin sen.


Merhametliler merhametlisinin ümitsizliğin kara kumaşını ötelerden eğilerek uzanan bir hurma dalı gibi yırtışısın sen. Ölümümüzün kara gecesinde bir hilal tebessümüsün sen. 

Hira’ya doğru yürürken, yanına sokuluyorum. Şeffaf bir yoldaşım yanı başında. Hak etmesem de, ayağının bastığı yerleri adımlıyorum.  İzliyorum seni. Ateşli bir arayışın eteğinde soluklanıyorsun. Derdin var belli. Kimselere dert olmayan bir dertle dertlenmişsin. Kimselerin bakmaya cesaret edemediği uçurumlara eğiliyorsun. Unutulmuş bir göğe yıldızlar takıyor gözlerin. Bu yüzden alnından akan tere aldırış etmiyorsun. Dizlerinin dermanını tüketen yokuşa direniyorsun. Sabrı koklatıyorsun daralmış nefesine. Hızla inip kalkan göğsüne insanlığın düşürdüğü kalbi yerleştiriyorsun. Hâlık-ı Rahman’ın insanlıktan umduğu boşa çıkmış; yanıyorsun. Âdem (as)’e oğul/kız olmanın onuru yerlerde sürünüyor; acıyorsun. İbrahim (as)’e mirasçı olmanın sorumluluğu unutulmuş; ağlıyorsun. Her adımda titrerken, sağırlaşmış vicdanların yükünü sürüklüyorsun. “Böyle olmamalıydı!” isyanını ateşliyorsun bakışlarında. Yürüyorsun. Küçük kız çocuklarının menevişlerini yakıp kavuran, anaların yüreğini tuz buz eden, babaların gönlündeki merhamet pınarını kurutan o yangını taşıyorsun Hira’ya.

Öylece iniyor söz yağmuru gökten. Kutlu söz nehri fıtratımızın yatağında yeniden akmaya başlıyor. Bir tatlı çağıltı düşüyor alnımıza. Bir yakın ferahlık dokunuyor kalplerimize. Köpükleniyor duygularımız. Taş gibi katılaşmış kalbimiz sulara yol oluyor. Suların şarkısına eşlik ediyor susayan y/anımız. Sonumuzu sonsuzluk denizine bağlıyor dudağına değen “ikra…”