Çırpınıyor sizin için. Sizin içinizden sizin izzetiniz için gelen elçi, sizin akıbetiniz konusunda kendini zorluyor. Zarara uğramayasınız diye kendini parçalıyor. Kendi hakkınızda, kendinizin göremediğini görüyor O. Uçuruma yürüyorsunuz; ilk önce elçi görüyor. Ateşe atıyorsunuz kendinizi, en iyi elçi biliyor. Elinizde eritiyorsunuz biricik sermayenizi; kaybetmeniz elçiye ağır geliyor. Dikenli tellere takmışsınız kalbinizi, kanıyorsunuz; elçi bu halinize ağlıyor.
Mü’minlerin kaybetmesi, önce elçinin kalbini kanatıyor. Çünkü O, Rauf’tur, Rahim’dir. Size şefkat ediyor. Size kol kanat geriyor. Kaderini sizin kaderinize bağlı görüyor. Sizin düşüşünüz kendi düşüşüyle bir tutuyor. Siz kaybettikçe O da kaybediyor; öyle kabul ediyor. Çünkü “sizin içinizden”, “sizin gibi”, “sizin için” bir elçi… Sizi hiç yoktan re’fetiyle var eden Rabbinizin, şefkatine elçilik ediyor. Sizi, hatalarınıza rağmen merhametiyle aklamak isteyen, şefkatiyle kurtarmayı dileyen Rabbinizin rahimiyetine elçilik ediyor.
Şimdi bir de siz deyin ki “bize içimizden, bizim gibi, bir elçi geldi; azizdir o elçi… Elçi bize muhtaç değil, biz elçiye muhtacız. Biz yanında olmasak da elçi o; elçiliği için bize ihtiyacı yok. Biz eksik olsak, elçinin izzeti eksilecek değil. Bize bunca düşkünlüğü sadece şefkatinden, sadece merhametinden. Kalbine yüklediği Rauf ve Rahim isimlerinin serinliğini bize tattırmak istediğinden… Başkaca bir şey için değil… Bizim içimizden gelen elçi bizim iyiliğimizi istediğinden…”
“Siz, hepiniz yüz çevirseniz bile elçiden… O’na Allah ne güzel vekildir…” (tevbe 129) Elçiye uymadığınızda kaybeden siz olursunuz. Ne elçi kaybeder ne elçiyi gönderen. Siz kaybeden olmayasınız diye sizin için, sizin içinizden, sizin gibi bir elçi göndermiştir... Sadece şefkatinden. Sadece merhametinden… İster yüz çevirin ister elçinin üzerinizdeki merhametinin hakkını verin. Siz bilirsiniz.