Dilimiz her söze döner. “Kemiği yoktur” dedikleri doğrudur; söylerken zorlanmaz dilimiz. Hatta biraz alıştırırsak dilimizi, kulağa daha derinmiş gibi gelecek tonlamaları da başarabiliriz. “Söylemesi kolay!” dedikleri, işte böyle ağır bir gerçek!
Söylediği sözün yanında olmak başka bir iştir. Sözün ardında bir özün olması büyük bir erdemdir. Erdem odur ki, öz söze eşitlensin. Öz’den gelsin söz. Sözde kalmasın hiçbir söz. Kalbin dili olsun sesimiz. Kalbe değmeyen dile değmesin. Kalbimiz dilimizin gerisinde durmasın; dilimizden önde olsun. Kalbin safından öne adım atmasın dilimiz. Bari aynı safta olsun.
“Siz ey iman edenler, neden yapmadığınızı söylersiniz!” uyarısını, bir de “Siz ey iman edenler, neden kalbinizden geçmeyeni dilinizden geçirirsiniz?” diye de okumalı, anlamalı. Dille seslendirilen, kalbin sessizliğinde demlenmiş olsun. Gönlün değirmeninde öğütülmeyen, öğüt diye dile düşmesin. Bedeli ödenmeyen söz, iddia diye ortaya atılmasın.
Susamış, hem de dudakları çatlayasıya susamış birini düşünelim. Onun “Su!” deyişi kalpten gelir. Hasretin sesidir bu! Bedeli ödenmiştir. “Su:” diye söylenmez susayan; suyu çağırır, suya doğru akar. Suyu böyle kalbinden söyleyenin, sözü yarım da kalsa tamamdır. İfadesi kırık da olsa makbuldür. Susayanın ihtiyacıdır, iştiyakıdır, aşkıdır su.
Su üzerine tez anlatan bir uzmanın söyledikleri ise, çok olsa da, susamışın söyleyişine yetişemez sesi. Kalbi yoktur dilinin yanında. Özü, sözünün yanında değildir. Su, bir nesnedir onun için. Bir lügat maddesi: “Su:” Kendisi dışında bir konudur su. İçinden gelmez su deyişi, kalbinden taşmaz suya seslenişi.
Anlayacağınız, “Su!” var “Su:” var! Bu tek hecede, bir ömürlük bir reverans saklıdır. Tek nefeslik seste devasa bir varoluş sancısı kıvranır.
Az önce okudum o cümleyi: “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” Meşhurdur; çokça bilinir, çokça söylenir. Fakat bu defa başka bir şey oldu. Bambaşka bir şey. “Kişi sevdiğiyle beraberdir!” cümlesini, oruçlu ağzımla söyleyişimin farklı olduğunu fark ettim.
İmsak vaktinde niyetlendiğim andan itibaren, sevdiğim sudan koptum, şimdi kokularını aldığım yemeklerden uzaklaştım. Şeffaf bir bıçak indi eşya ile arama. Sadece Allah’la sözleştim diye, yemeyle içmeyle sözleşmemi bozdum. Dahası; oruçlu yakınlarıma, ne kadar sevsem de, elim yetişmiyor, çare olamıyorum. Doyuramıyorum onları, su eriştiremiyorum dudaklarına. Sevenlerimin de beni susuzluğuma su yetiştiremediklerini görüyorum.
Sanki sevmelerin çokluğu bire indi. Mutat sevme akitlerim sona erdi. Sadece Allah’ı seviyorum; O’nu sevmemin bedelini sevdiklerimin ve sevenlerimin çaresizliğiyle ödüyorum. Sevdiğimden vazgeçerek ispat ediyorum; dokunuyorum adeta O’nu sevişime. Canla başla uzak durduğum, bile isteye mesafe koyduğum ‘somut’ ve ‘sevimli’ şeyler üzerinden tartıyorum sevmemi. Sahihleşiyor sevmelerim. “Allah’ım Seni seviyorum” demelerim dilimden kalbime doğru iniyor.
Sadece Allah’a verdiğim söz geçerli. O’na gösterebildiğim bir sırla ayağa kalkıyorum. Kalıbımla değil, kalbimle var olmayı öğreniyorum. Sadece O’nun gördüğü niyetle var olma tatbikatı yapıyorum. Sevdiklerimi bana sevdirenin Allah olduğunu öğreniyorum. Sevenlerime beni sevdirenin Allah olduğunu idrak ediyorum.
Sadece Allah’a verdiğim sözle yürüyorum yeryüzünde. Kimselere gösteremediğim, göstermek de istemediğim bir sözleşme bu. Sessiz bir sırdaşlık! Beni dünyanın üzerine çıkaran onurlu bir ittifak! Yeryüzünün tüm parçalanmışlığını onaran bir senetleşme! Çileli; bir o kadar da izzetli!
Başkalarından koptuğum her defasında, O’nu yanımda buluyorum. Alışık olduğum beraberlikleri bozduğum her anımda, O’nun yanında olduğumu görüyorum. Gözün görmesiyle değil, gönlün görmesiyle görüyorum bu ince gerçeği. Sevdiklerimden vazgeçişlerimde, O’nu sevenlerin safında, O’nun sevdiklerinin tarafında yer edindiğimi duyumsuyorum. Çilesi çekilen, bedeli ödenen bir beraberlik bu! Başka herkesten uzaklaşıp O’na yaklaşıyorum. Başka herkes çekiliyor etrafımdan, sadece O’na kalıyorum, O’nunla kalıyorum, O’nda kalıyorum. Başka herkes yoksullaşıyor yanımda; sadece O’ndan alıyorum, O’nunla doyuyorum, O’na kanıyorum.
Sahiden, “Allah sevdiğiyle beraber”miş! Susayanın “Su!”dan; susamayanın, susadığının unutanların dediği “Su:”dan değil bu defa.
Susayarak seslendiriyorum, susarak söylüyorum. İlk defa!