Sünnetin Bağlayıcılığı

Sünnetin bağlayıcılığı konusuna geçmeden önce sünnet kelimesinin anlamını ve ilk asırlardan itibaren yapılan sünnet tasniflerini kısaca açıklamak, meseleyi sağlıklı bir şekilde değerlendirmemizi sağlayacaktır.

Sünnet kelimesi sözlükte “alışılmış yol” anlamına gelmektedir.[1] Hz. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde “Kim insanların takip edeceği güzel bir sünnet (âdet) başlatırsa, kendisine hem o davranışın hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin sevabı verilir. Kim de kötü bir sünnet (âdet) başlatırsa, kendisine hem o davranışın, hem de kıyamete kadar onu örnek alan kimselerin günahı yüklenir” [2] buyururken “sünnet” kelimesini kullanmışlardır.

Istılahi olarak Hz. Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve takrirleri ifade eden sünnet, İslâm âlimleri tarafından yapısı bakımından sözlü (kavlî), fiilî ve takrirî sünnet olmak üzere üçe ayrılmıştır. “Ameller niyetlere göredir” [3] hadisi kavlî sünnete; Hz. Peygamber’in abdest alması, namaz kılması, hacc farizasını yerine getirmesi vb. davranışları ise fiilî sünnete örnektir. Hz. Peygamber, Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderirken kendisine gelen meseleleri nasıl çözeceğini sormuş, o da konu ile ilgili hükmü önce Kur’ân’da, onda bulamazsa sünnette arayacağını, bu iki kaynakta bulamadığı takdirde kendi re’yi ile çözeceğini söylemiştir. Efendimiz, onun bu cevabını yerinde bularak memnuniyetini ifade etmiştir. Rasûlullah (sav)’ın Muaz b. Cebel’in bu yaklaşımını onaylaması ise takrirî sünnete örnektir.

Sünnet, yapısı bakımından tasnife tabi tutulduğu gibi rivayet bakımından da mütevâtir, meşhur ve âhâd kısımlarına ayrılır. Mütevatir hadis; ilk üç nesilde (sahabe, tabiûn ve etbâu’t-tâbiîn) yalan üzerine birleşmeleri aklen mümkün olmayacak sayıda bir topluluğun Hz. Peygamber’den yapmış oldukları rivayetlerdir. Bu türden sünnet ile amel etmek farz olduğu gibi onu inkâr eden de kâfir kabul edilmiştir. “Kim Bana kasten yalan isnad ederse cehennemdeki yerini hazırlasın” [4] hadisi mütevâtire örnektir. Meşhur hadis; bir veya iki (tevatür sayısına ulaşmamış) sahabi tarafından rivayet edilen ancak tabiûn ve etbu’t-tâbiîn devirlerinde tevâtür sayısında raviler tarafından rivâyet edilen sünnettir. Meşhur sünnet kesine yakın bilgi ifade ettiği için bununla Kur’ân’daki umûm ifadeler tahsîs edilebilir, mutlak olan ayetler de takyîd edilir. Bunun örneği ise “katil mirasçı olmaz” [5] hadisidir. Âhâd sünnet ise her üç tabakadaki râvilerin sayısı tevatür sayısına ulaşmayan sünnettir. “Allah sizin şekillerinize ve mallarınıza değil; kalplerinize ve amellerinize bakar” [6] hadisi ise âhâd hadise örnektir. Sünnetin büyük çoğunluğu bu gruba girer.[7]

İslam âlimleri, Hz. Peygamber’e nispeti sabit olan sahih sünnet ile amel etmenin vacip olduğu hususunda icma ettikleri gibi; ilk nesillerden itibaren sünnetin toplum içerisinde model teşkil etmesi de ümmetin bu konudaki fiili icması olmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in hayat tarzının İslâm medeniyetinin ulaşmış olduğu toplumlarca benimsenerek takip edilmesi ve ümmet içerisinde onun örnek yaşantısının bir model teşkil etmesi de yine bunun bir tezahürüdür.

Allah-u Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de çeşitli vesilelerle her kavme kendi peygamberlerini örnek göstermekte ve onlara tabi olunmasını emretmektedir. İslâm dininin mensupları olan bizlere de birçok ayette Rasûlullah (sav)’a uymamız emredilmekte ve O’nun sünnetinin müminler için bağlayıcı olduğu belirtilmektedir. Biz burada Peygamber’e uymayı emreden birkaç ayet çerçevesinde Hz. Peygamber’in sünnetinin bağlayıcılığını açıklamaya çalışacağız.

“Kim Rasûl’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” [8] “Allah’a itaat edin, Rasûl’e de itaat edin ve kötülüklerden sakının.” [9] Bu ayetlerde mutlak olarak Rasûlullah (sav)’a itaat emredilmiş ve O’na itaat etmek Allah’a itaat olarak belirtilmiştir. Dinin getirmiş olduğu hükümler bir bütün olarak değerlendirildiği takdirde Rasûlullah (sav)’a itaat edilmeden kulluk görevinin yerine getirilemeyeceği ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber’e itaat edilmeksizin Allah’a itaat edilemeyeceği açık bir şekilde görülecektir. Peygambere itaat, dolayısıyla O’nun sünnetinin bağlayıcılığı, Allah’a olan sevginin fiili bir göstergesi olarak kabul edilmiş ve bu sevginin kuru bir iddia olmadığının ancak bu şekilde ispatlanacağı belirtilmiştir.

Allah-u Teâlâ, Rasûlullah (sav)’a hitaben “(Rasûlüm) de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız Bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir” [10] buyurmuştur. Allah ile kul arasında sevgi ve muhabbetin oluşması ve Allah’ın kulunu affetmesi, kulun Peygamber'e uymasına ve O’nun göstermiş olduğu yoldan gitmesine bağlanmıştır. Başka bir ayette de “Peygamber size ne verdiyse (neyi emrettiyse) onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının ve Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir” [11] buyrularak O’nun emrettiği ve yasakladığı şeylerde mümine düşenin itaat olduğu vurgulanmıştır.

İslam âlimleri, Hz. Peygamber’e nispeti sabit olan sahih sünnet ile amel etmenin vacip olduğu hususunda icma ettikleri gibi; ilk nesillerden itibaren sünnetin toplum içerisinde model teşkil etmesi de ümmetin bu konudaki fiili icması olmuştur.

Hz. Peygamber de “sizden birinizin hevası benim getirdiğime tabi olmadıkça iman etmiş olamaz” buyurmuştur. [12] Bir kimsenin hevasının Peygamber’in getirmiş olduğu ilkelere tabi olması, ancak O’nun örnek hayatının model olarak alınması ile mümkün olabilir. Bir mümin Peygamber'in yaşam tarzını ne kadar örnek alır ve O’nun gibi olmaya çalışırsa, Allah’ın rızasına o kadar yaklaşmış olur. Bunun aksini düşünmek ise Peygamberlik müessesesinin ruhuna aykırıdır. Bu sebepten dolayı Allah-u Teâlâ “kim Allah ve Rasûlü’ne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur” [13] buyurmuştur.

Burada aktardığımız ayet ve hadisler dışında daha birçok ayet ve hadiste Hz. Peygamber’in sünnetinin Müslümanlar için model olduğu vurgulanmış ve Allah’ın rızasına uygun bir hayatın ancak O’nun sünnetine uymak ile mümkün olacağı belirtilmiştir. Hz. Peygamber de veda haccında ümmetine iki şey bıraktığını (Allah’ın kitabı ve Rasûlullah (sav)’ın sünneti), bu ikisine sarıldıkları müddetçe doğru yoldan ayrılmayacaklarını söylemiştir. [14] Yine Efendimiz, sözlerin en güzelinin Kur’ân ve en güzel hidayet rehberinin de kendi sünneti olduğuna işaret etmiştir.

Hz. Peygamber Efendimiz’in dava arkadaşları olan ashab-ı kiram da O’nun sünnetine uyma hususunda büyük bir titizlik göstererek bu konuda fiilî icmada bulunarak kendilerinden sonraki nesillere örneklik teşkil etmişlerdir. Tabiîn, etbâu’t-tabiîn ve müctehid imamlar da sahabenin yolundan giderek sünneti hayat rehberi olarak kabul etmişlerdir.   

 


[1] İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, “snn”, Lübnan, Dâr Sadır, t.y. 

[2] İbn Mâce, Abu ‘Abdallah Muhammad İbn Yezid al-Kazvinî, Sunen İbn Mâce, ed. Muhammad Fuad Abdulbakî, Beyrut, Dâru’l-Fikr, Mukaddime, 36; Şevkânî, Muhammed İbn Ali İbn Muhammed, İrşâdü’l-Fuhûl, thk. Muhammed Saîd el-Bedrî, Beeyrut, Dâru’l-Fikr, 1992/1412, I, 67.

[3] Buhârî, Muhammad b. İsmâ‘îl, Sahîhu’l-Buhârî, ed. Mustafa Dib al-Bugâ, Beyrut, Dâr İbn Kesîr, 1987/1407, Bed’u’l-Vahy, 1.

[4] Müslim, Abû’l-Hüseyn İbn Haccâc en-Nîsâbûrî, Sahîhi Müslim, Thk., Muhammed Fuad Abdulbâkî, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, t.y., Mukaddime, 2.

[5] İbn Mâce, Sünen, Diyât, 14.

[6] İbn Mâce, Sünen, Zühd, 9.

[7] Daha detaylı bilgi için bkz. İbn Salâh, Abû Amr Osmân ibn Aburrahmân, Mukaddime, ed. Nureddin Itr, Beyrut, Dârul-Fikr al-Mu‘âsir, 1977, p. 265-267; İbn al-Hacer, Ahmed ibn Ali, Nuhbbetu’l-fiker fî Mustalahi Ehli’l-eser, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, t.y., I, 1; Suyûtî, Abdurrahman ibn Ebi Bekr, Tedrîbu’r-râwî, thk., Abdulvehhab Abdullatif, Riyâd, Maktebetur’r-Riyâd el-Hadîse, t.y., II, 173-176.

[8] Nisâ sûresi 4/80.

[9] Mâide sûresi 5/92.

[10] Âl-i İmrân sûresi 3/31.

[11] Haşr sûresi 59/7.

[12] İbn Receb al-Hanbelî, Zeynuddîn Ebu’l-Ferec el-Bagdâdî, Câmi‘u’l-‘Ulum ve’l-Hikem, thk. Şuayb el-Arnavut, Beyrut, Muessesetu’r-Risâle, 1997, I, 386-387.  

[13] Ahzâb sûresi 33/36.

[14] Mâlik b. Enes, Abû Abdullah el-Esbahî, Muvatta’, thk. Muhammed Fuad Abdulbakî, Mısır, Dâru İhyâit-Turâsi’l-‘Arabî, t.y., Kader, 1.