İslam dininde, başlangıçtan itibaren Kur'ân ve sünnet ayrılmaz iki kaynak kabul edilmiş, uygulamada birlikte esas alınmıştır. Çok sayıdaki âyet ve hadis, sünnetin vahiyle doğrudan irtibatı bulunduğunu, kaynağının vahiy olduğunu, Hz. Peygamber'in sünnetin bilgisini vahiy yoluyla elde ettiğini göstermektedir. Dolayısıyla bu tespit, aynı zamanda sünnetin, başlı başına bir bilgi kaynağı olduğunu da göstermektedir. Öte yandan, sünnetin menşeinin vahiyle irtibatlı olması, başta sünnetin bağlayıcı ve dinde asıl (kaynak) kabul edilmesini, netice olarak da sünnete uymayı zorunlu kılmaktadır.
İlahî vahyin beşer olarak ilk muhatapları olan peygamberlerin Allah Teâlâ tarafından bilgilendirilmesi nübüvvetin bir gereğidir. Peygamberlerin bilgilendirilmesinin en belirgin vasıtası kendilerine vahiy gelmesidir. Dini tebliğ ederek onu insanlara öğretip aynı zamanda onları eğitecek kişi olan peygamberin, önce kendisinin eğitim ve öğretime tabi tutulması gerekmektedir.
Hz. Peygamber'e 'öğretildiği' bir gerçekti ve sahabe arasında bu gayet tabiî karşılanıyordu. Nitekim bir sahabi hanım Hz. Peygamber'e gelerek "Allah'ın Sana öğrettiğinden bize öğret." demişti. Allah'ın, Rasulü'ne öğrettiği ve O'nun da hanımlara aktardığı bilgiler, Kur'ân'da yer alan bilgiler değildi. Rasûlullah'ın hanımlara hitaben söylediklerinin Kur'ân'da yer alması, O'na öğretilenlerin sadece Kur'ân-ı Kerîm'den ibaret olmadığını gösterir.
Peygamberlerin metluv vahiy dışında da vahiy almaları, peygamberliğin bir gereğiydi. Din, sadece tebliğ (ilandan) ibaret değildi. Dini getiren kimsenin onu uygulamaya koyması da meselenin tabiî bir icabı ve sonucudur. Kur'ân-ı Kerim'de kitap getirsin getirmesin peygamberlere tebliğine memur oldukları dinin ve kendilerine gönderilen kitapların dışında da vahiy geldiğine dair deliller vardır. Peygamberlere tebliğ ettikleri dinin emirleri dışında da vahiy gelmekteydi. Hz. İbrahim'e çocuğu olacağı müjdesi (el-Ankebut 29/31; el-Hicr 15/53–54), Hz. Lut'a kavminin helak edileceği (el-Ankebut 29/33), Hz. Yusuf'a seçileceğinin ve rüya yorumunun öğretilmesi (Yusuf 12/6, 21, 101) konuyla ilgili örneklerden birkaçıdır. Hz. Peygamber'e de Kur'ân dışında da vahiy geldiğine delalet eden âyetler bulunmaktadır. Mesela, Hz. Peygamber'e, Zeyneb ile evleneceği Kur'ân vahyi dışında daha önceden bildirilmişti.
Kur'ân Dışı Vahyin Varlığını Gösteren Nebevî Uygulamalar:
Hz. Peygamber'in bazı uygulamaları, açıkça Kur'ân dışında vahiy aldığını gösteren örneklik anlamı taşımaktadır. İlk verilebilecek misallerden biri Kur'ân ile ilgili faaliyetleridir. Kur'ân âyetlerinin tertibi, onların açıklanması ve sûrelerin sırası gibi hususların bilinmesi ancak vahiyle mümkündür. Hadis kitaplarındaki tefsire dair pek çok hadis bu tespitleri doğrulamaktadır. Sahabiler de Kur'ân'ı en iyi anlayanın Hz. Peygamber olduğunda şüphe edilmemesi konusunda uyarılarda bulunurlardı.
Hz. Peygamber'in dini tebliği vahye dayanmaktaydı. "De ki: Ben, sadece vahiy ile sizi ikaz ediyorum." (el-Enbiya 21/45) ve "Ben size kendiliğimden bir şey iddia edenlerden değilim." (Sad 38/86) âyetleri bunun delilidir. Nitekim Hz. Peygamber'in başta ibadetlerin uygulanış şekli olmak üzere pek çok konuda vahiy aldığı aşikârdır. Beytülmakdis'in Müslümanların ilk kıblesi oluşu vahiy ile tespit edilmişti. Rasûlullah'a aşura orucunun emrolunması da ibadetlerle ilgili başka bir vahiy örneğidir. Hac yaptığı esnada, bu ibadetin yapılışı ile ilgili olarak Hz. Peygamber'e sürekli vahiy geliyordu.
Akaid veya ibadet ile ilgili olmayan, muamelatla alakalı konularda da vahiy geliyordu. Borçlunun borcu ödenmeden cennete giremeyeceği hadisindeki bu bilgi şüphesiz vahiyle bilinebilecek şeylerden idi.
Sonuç itibariyle "Onların yüz çevirmeleri Sana ağır geliyorsa yeri delerek veya göğe merdiven dayayarak bir mucize getirmeye gücün yeterse (yap). Allah dileseydi hepsini hidayet üzere toplardı." (el-Enam 6/35) âyetinden de anlaşıldığı gibi Hz. Peygamber'in fiilleri ilahî iradenin dışına taşmamaktadır. "De ki: Benim namazım, kurbanım (ibadetim), hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin rabbi Allah içindir." (el-Enam 6/162) âyeti ise Rasûlullah'ın, uygulamada doğruya iletildiğine delalet etmektedir. Yaptığı işlerin Allah'ın emri ile olduğunu belirtmesi Hz. Peygamber'in fiillerinde ilahî yönlendirme olduğunu göstermektedir.
Bütün bunlardan sonra şöyle bir tespitte bulunmak mümkündür: Dinin tebliği sadece Kur'ân-ı Kerim vasıtasıyla yapılmamış; Allah Teâlâ, pek çok ayrı yolla peygamberine dini bildirmiştir. Dolayısıyla sünnet vahiy kaynaklıdır ve vahyin onayından geçmiştir. Diğer yandan bir dinin sadece kutsal kitap ile duyurulacağına dair bir delil bulunmamaktadır. Aynı şekilde Kur'ân-ı Kerim'in de bütünüyle bir kerede nazil olmayışı, dinin tamamlanmadığı şeklinde anlaşılmadığı gibi, eksiklik olarak da görülmemiş ve Müslümanlar Rasûlullah'ın bütün bildirdiklerine Kur'ân ve sünnet ayırımı yapmadan uymuşlardır.